Evvela
kendisini inandıracaktır…
Yukarıdaki soru ilk başta kişiyi şaşırtacaktır
kuşkusuz. Ama bizim muradımız birini ya da birilerini şaşırtmak değil elbet.
Sanatkârane bir iş olarak düşünülmüş de değil. Öyle inanıyoruz ki cahillik,
günümüzde hiç olmadığı kadar istendik olmuş, kısaca; genel geçer dünyanın
vazgeçilmezleri arasına girmiştir.
Şaşırtıcı
olan “bilgili” olmaktır. Bir şey hakkında bilgili olmak, bilgili olanın
inanılırlığına gölge düşürür bir nitelik kazanmıştır. Salt gölgelenmekle
kalınsa kişi bunu sineye çekebilir. Asıl ağır olan, kişiyi yaralayacak olan
“bilgisiz”likle suçlanması, tanıtlanmasıdır.
Bilen,
bilge olan “serbest piyasa koşullarında” kendini var edemez. Varlığını
sürdüremez. Seri malı üretimde aykırı olmak, akledebilme yeteneğini kullanmak
ve sürdürmekten geçer ki bu da tabiri caizse “mangal gibi bir yürek”e sahip
olmayı gerektirir. Zira “yalnızlık”ı göze alacak kişide “mangal gibi yürek” bir
zorunluluktur.
Serbest
piyasa koşullarında kendini var kılmayı düşünen, kalkışan önce bildiklerinden
kurtulmalı. Bilmedikleri alanda arz-ı endam etmelidir. Bunun nasılını bilmek ve
başarmak zorundadır kişi.
Cahilliğin
bildik anlamda bir “okulu” bir “mektebi” yoktur. Ama bu yokluk mevcut bağlamda
bir nâkıslığa sebep olmadığı gibi tersine “cahil” olmada kişiye ummadığı
avantajlar sağlamaktadır.
Düşünün bir, bildik anlamda bir “okul” bir
“mektep” olsaydı beraberinde kurumsallaşmayı getirecek ve hiç de istenmeyen
“bürokrasi” cenderesine düşülecekti. Belki ileriki zamanlarda bu durumla da
karşılaşabiliriz. Ancak şimdilik böylesi bir şey söz konusu değil. Ve dileyen
“cehâlet” pınarından kana kana içebilmenin koşullarına az bir gayretle
ulaşabilecek bir nitelikte mevcut durum. Bu da “câhilliğin” yaygınlaşmasını
sağlaması açısından istendiktir.
Madem
câhilliğin bildik anlamda okulu, mektebi yoktur öyleyse kişi nasıl câhil olacak
ve serbest piyasanın gerektirdiği ve oluşturduğu koşullarda kişi kendisini
nasıl var edecektir?
Bunun
yolu kulaktan duyduklarının mutlak anlamda öyle olduklarına kendini
inandırmaktan geçer. Bu belki de “olmazsa olmaz” ilk koşuldur. Kişi bunu
başaramayacağına inanırsa piyasaya çıkmayı bir süre ertelemelidir. Evvela
kendisini inandıracaktır. Kendisi inanmadığı sürece ayağı sürçer. Ki bu da
kişinin kendini var etmesi bağlamında bir noksanlıktır.
Bir
başka koşul “dünyayı algılayışı”nın tek, biricik olduğu yargısına bütün
benliğiyle iman etmek ve mini minnacık bir kuşku bile duymamaktır. Burada da
kuşkuya yer yoktur. Kuşku bu koşulda da kişinin olmayı düşlediği arzuladığı
alanda kendisine bir engeldir. Başkaca algılayışları dinlemeden, dinlemeye
gerek görmeden mahkûm etmeyi becerebilmelidir. Anlamak için çabalamak yerine
sürekli suçlamayı kendine şiar edinmelidir.
Biricik
ve mutlak olduğuna inandığı algılayış ve yorumlayışının kavramlarıyla başka
algılayış ve yorumlayışları değerlendirme el çabukluğunu gösterebilmelidir. Bu
sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Ve
kişiye serbest piyasa koşullarında müthiş bir puan kazandırır.
Buna
örnek, yıllar önce -1998 yılıydı sanırım- seküler dünyanın câhili biriyle
dinsel dünyanın câhili birinin -bir özel
tv. Kanalında- yaptıkları tartışmayı vermek uygun düşecek.
O
tartışmada “dinsel dünyanın câhili” söylediğinin “mütevatir” olduğunu
savlayarak düşüncesini kanıtlama gayretindeydi. Seküler dünyanın câhili “prof”
ünvanlı kişi mezkur kavrama mal bulmuş mağribi gibi sarılmış ve sevinçle – bir
el çırpmadığı kalmıştı- “ evet.. evet.. tevatür efendim.. tevatür..” demişti.
Seküler
dünyanın temsilcisi “mütevatir” kavramını “uydurulmuş, gerçekliği olmayan,
kurgusal” olarak değerlendirmişti. Ve belki de kendi dünya algılayışında mezkûr
kavramın anlamının öyle olmasına karşın bir başka algılayışta “sahih bilgi,
doğruluğu kesin olan bilgi” olduğunu bilerek el çabukluğuyla gerçeği ters yüz
etmeyi başarmıştı.
Rakibi
ise belki de anlamazlıktan gelmenin uygunluğuna hükmederek savını sürdürmüştü.
Böylece ikisi de kendi müritlerince alkışlanmayı sürdürmeyi başarmışlardı. Ve
hala da sürdürüyorlar. Demek ki kişi bir başka dünyanın kavramlarını kendi
dünyasında kullanılan anlamlarıyla kullanmayı mutlaka becerebilmelidir ki
serbest piyasa koşullarında kendini var edebilsin ve bu var oluşu
sürdürebilsin.
Cahil
olmanın bir başka koşulu da “egemen görsel yazılı medyanın” sâdık bir
izleyicisi olmaktır. Öyle ki bildik anlamda okulu, mektebi olmadığını söylediğimiz “câhilliğin” laboratuarı
mesabesindedir medya. Elifi mertek göstermenin nasılının öğrenilebileceği tek
dünyadır. Bu dünyayı elinin tersiyle iten daha baştan kaçırmıştır “câhil olma”
fırsatını. Ve elbet kendini “piyasa insanı” kılma şansını kaybetmiştir.
İyi bir medya izleyicisi “minareyi bostan
kuyusu, bostan kuyusunu minare” diye göstermenin ne denli basit olduğunu hemen
ayrımsayacaktır. O kadar ki herhangi bir analiz yaparken hiç duraksamadan bu
işi yapmanın rehavetiyle esrik olacaktır. Daha dün cehaletin zirvesindeki bir
tv. yorumcusu İhvan’ı (Müslüman Kardeşler) anlatırken 1000’li yıllarda yaşamış
Hasan Sabbah’ı, İhvan’ın kurucusu olarak
belirterek isim benzerliğinin -ihvanın kurucusunun adı da Hasan ama varsın El
Benna olsun- yeterliliğine bizi inandırmıştır.
Hasan
Sabbah şii mezhebindendir, Hasan El Benna sünni mezhebindendir. Bunları bilmeye
gerek yok ki? Programına yorumcu diye bu eçheli çağıran câhil de “efendim bu
söylediklerinizin kaynağı nedir? Bu bilgilere nereden ulaşabiliriz?” gibi
izleyenlerde istifham oluşturacak türden soruları aklından geçirmemiştir. Zira
söylenenlerin bir cehâlet ürünü olduğunun ayrımında değildir. Ve umurunda da
değildir. Ayrımında olsa, umurunda olsa serbest piyasa koşullarında kendisini
var edemeyeceğini bilmektedir.
Yukarıda
andığımız koşullar “biricik olan” değildir. Kişi kendini “cahil” kılmanın
gerekliliğini kavramış ise kendince de -anılan koşullardan hareketle- bir takım
olanaklar, açılımlar bulabilir.
Örneğin
toplumsal olayları, hareketleri analiz ederken kendi algısına uymadığı ‘için
dış mihraklar’ diye bir ölçütü muhataplarına ve muarızlarına dayatırken, kendi
algısına uygun toplumsal olayları ve hareketleri analizinde de ‘iç dinamiklerin
sahihliği’ ölçütünü devreye sokarak yapar. Böylece kendini “serbest piyasa
insanı” olarak gerçekleştirmenin yolunu/yollarını kolayca belirler ve “yığın”da
var oluşu hem gerçekleştirir hem de bu var oluşu kolayca sürdürür.
Cemal Çalık, 18.07.2013, Konuk Yazarlar,
Sonsuz Ark