19 Temmuz 2013 Cuma

SA296/Kâşif M.2: Namaz Kılan Yabancılar

“…anlam boşluklarına doldurulmuş itaat ve ibadet ritüellerine sırılsıklam sarılan bir sessizlik.”


Câmi… dört duvar, dikdörtgen beton bir çatı ve kesme taştan  tek şerefeli kısa bir minare… ya da yüksek kubbeli, birer, ikişer, üçer şerefeli birer, ikişer, dörder çok uzun minareler… insanlar, müslümanlar namaz kılmak için câmilere gidiyorlar. Birer oda büyüklüğünde küçük mescidler tık nefes dolu, büyük câmiler serin ve çoğunlukla boş.

Namaz kılmak için yürüyen silüetlerin mescidlere yakınsanan hızı yüksek, büyük câmilere uzanan hızı düşük. Büyük câmiler, gözlerin kubbelerde, sütunlarda, mihraplarda, minberlerde ve kürsülerde işlenen sanata bakışı fazlalık biraz. Çeken duygu namazdan bir adım önde; ihtişamlı ibadethânelerin çekim gücü, namazdaki huşûya elitist bir katkı sağlıyor. Küçük câmilerin havasız, yalın ayak halılarında biriken bakımsızlık, büyük câmilerin tek parça gibi görünen kaliteli ve pahalı halılarında kayboluyor.

Küçük câmilerin ve  mescidlerin kilitli ayakkabılıkları yok; çalınacak ayakkabıya ödenen paranın azlığı ya da hırsızlıkların seyrekliği en etkili sebeplerden en önemli ikisi. Fotoğraf makinelerinin göz alıcı flaşları patlamıyor iç mimarinin hayranlaştıran ayrıntılarında. Zenginler için ayrılan giriş kapısı da yok; bir tek kapısı var mescidlerin ve küçük câmilerin.

Büyük, gösterişli kubbelerin birden çok kapısı olan câmiye yüklediği izdihamın, kılınan namazların, edilen duaların yüzündeki sıvayı daha da kalınlaştırdığını görüyorsunuz. İhtişama kapılmış zihnin dudaklarına birikecek samimiyet eksikliği, arınmışlık ihtiyacını, yukarıdan, üstelik zengin bir kibirle çekip alıyor. Birbirini tanımayan yüzlerce yüzün yabancı soluklanışları ve sıyrılıp gidişlerinde, bir parça daha fazla yalnızlık, itilesi diğerine hızla bulaşıyor. İmam ve müezzini sadece arkadaşları ve akrabaları tanıyor.

Küçük ve yoksul gecekonduların mescidlere ve küçük gecekondu câmilere koşan cemaati birbirine dokunan selâmlarla zenginleşiyor; namaz çıkışı içilen çaylardan yürüyen sohbet, câminin toplayan niteliğini somutlaştırıyor. Ölülerin selâsı kulakların içini buluyor. Kulaklar dikiliyor, acaba kim?

Büyük, kubbeli câmilerin uzun minarelerinde ölülerin selâsı okunmuyor.  Mahyaların yıldızlarına sürüklenmiş steril duygular yeryüzüne inene kadar zaman geçiyor, ölüm dirilerin anlayamadığı bir yoklukla dirileri eksiltiyor. Küçük mahalle câmilerinin betondan, badanadan beslenen duyguları ölümlerin tanıdık acısını tattırıyor cemaate. Herkes tanıdığı birinin cenaze namazını kılıyor.

Tarih uzadıkça, tarihe yığılan lüksün uzaklaştırdığı bir lokma ekmekten, bir zeytin tanesinden alınan lezzetin ölümle benzeşen tek yönü bu. Gecekondularda her şeyin bir tadı var.  Farzlardan sonra hızla kapıya yönelenlerin kimler olduğunu bilenlerin, sonra çok sonra usulca, bir köşede sünnetlerin önemine işaret eden fısıltıları duyulur. Büyük câmilerin birbirini tanımayan cemaati, birbirini görerek utanabilecek bir şansa sahip değil.

Zenginin ve fakirin ayakkabılıktaki ayakkabısına, şemsiyesine, el çantasına takılan aklı, namazların ruhunu eşit derecede zedeliyor. Bir namaz ne kadar çok hızlı kılınırsa, câmiden ne kadar çabuk çıkılırsa yük o kadar büyük bir hızla eksiliyor gibi geliyor insanlara. İlk önce gelip en son çıkan yaşlıların samimiyetine sorulacak soru: “Sen gençken de böyle miydin?” Büyük câmilerin yaşlı soncuları da çok fazla değil. Yetim gençliğin yapayalnız bıraktığı büyük câmilerin ederi bu…

İş gününe zorlanan bir değerli gün; Cuma Günü. Koşar adım şadırvanlar doluşur insanların zihnine. Mesailerin öğle arasına sıkışmış zorundalığını abdest için asılacak ceketlerin ceplerine, bırakılacak gözlüklerin camına sıçrayan suya, kurulanmadan giyilen çorapların kokusuna, tıkış tıkış ilerleyen abdest kuyruğuna ve klimaların yüzlerce kişinin nefesini soğutup-ısıtıp birbirlerinin ciğerlerine üflemesine  borçlu olan mecburlar.

İktidarlara itiraz edemeyen sessiz mütedeyyinler, açılıp kapanan dudaklarındaki sessiz ezberlerin ne dediğinden de habersizler. Arapça duaların, sûrelerin yakınına bile uğramayan bir hız ve anlam boşluklarına doldurulmuş itaat ve ibadet ritüellerine sırılsıklam sarılan bir sessizlik.

Bacakları ve dizleri bükülemeyen yaşlıların ölüm korkusuna sürüklendikleri câmilerde bilinebilir duaları edebildiklerini görürsünüz. Gelecekte yaşlanacak herkesin benzer dualarıdır bunlar. Ve olmayan kadınlar. Câmilere sığamayan kadınlar.

Küçük mescitlerin ve küçük câmilerin perdeyle ayrılmış teravihlikleri olmaksızın, büyük câmilerin perdeye yer bırakmayan açıklığında meraklı bakışlara ezilen kadınlar, saklı namazlarının ruhuna uymayan bir tedirginlikle hızla dualarını saklayarak, gözlerini yumarak koşup gidecek gibi dururlar.

Çeşme başlarında, dere kenarlarında, kafelerde, okullarda parlayan aşklar, câmilerde namaz kılmak için bir araya gelecek olan gençlerin gözlerine mü’min beğenilerden beslenecek ihtimallere kapalıdırlar.  Câmiye giderken eşleşecek ruhlar, câmide ayrılmış yerlerde namaz kılacaklarsa da, namaz kılan eşler bulacaklar, ama bulamıyorlar.

Vaizlerin, imamların güne uzak, geçmiş zamanın ruhuna uyan söylevlerinde, resmî yüzünden okumaların, geleneksel bayatlıkların, dayatmaların ve faydası câmiden uzağa gidemeyecek olan tehditlerle yoğrulu bir iticiliğin ve cenneti hatırlatmayan asık suratların eserleri yankılanır. Kulaklar ilk cümlelerden sonra uzaklaşan birer hayalet bırakırlar geride. Sevap çarpanları, cehennem çukurlarıyla çarpışır gecekondu camilerinin duvarlarında ve uzun, çok minareli zengin câmilerin yüksek kubbelerinde.

Yahudilerin İbranice, Hristiyanların Latince dua ederken, öğrendikleri, bildikleri ve anladıkları dua dili, dua edenlerine, Arap olmayan müslümanların anlamadıkları, anlamak için zahmet etmedikleri câmideki, namazdaki Arapça  kadar uzak değildir.

Müslümanlar, anlamadıkları dilde dualar ederken, namaza ve birbirlerine hep yabancılar. Öğrenmek için çaba sarf ettikleri hiçbir şey kadar önemli değildir dualarının dili. Müslümanlar, kısaca namazdaki yabancılardır aslında. Dünyadaki bütün müslümanlara yabancılıkları da bundandır sadece. Onlar yabancı kalmayı seviyorlar.

Mü’min erkek ve mü’min kadınlar oysa birbirlerinin dostu olmak zorundadırlar. Küçük mescitlerin, küçük câmilerin ve büyük sanatkâr eseri câmilerin cemaatleri ortak bir tek bu duyguda buluşuyorlar.




Kâşif M., 19 Temmuz 2013, Sonsuz Ark, Derin Ayrıntılar 2


Kâşif M. Yazıları


Seçkin Deniz Twitter Akışı