“…anlam boşluklarına doldurulmuş itaat ve
ibadet ritüellerine sırılsıklam sarılan bir sessizlik.”
Câmi… dört duvar,
dikdörtgen beton bir çatı ve kesme taştan
tek şerefeli kısa bir minare… ya da yüksek kubbeli, birer, ikişer, üçer şerefeli birer, ikişer, dörder çok uzun
minareler… insanlar, müslümanlar namaz kılmak için câmilere gidiyorlar. Birer
oda büyüklüğünde küçük mescidler tık nefes dolu, büyük câmiler serin ve çoğunlukla
boş.
Namaz kılmak için yürüyen
silüetlerin mescidlere yakınsanan hızı yüksek, büyük câmilere uzanan hızı
düşük. Büyük câmiler, gözlerin kubbelerde, sütunlarda, mihraplarda,
minberlerde ve kürsülerde işlenen sanata bakışı fazlalık biraz. Çeken duygu
namazdan bir adım önde; ihtişamlı ibadethânelerin çekim gücü, namazdaki huşûya
elitist bir katkı sağlıyor. Küçük câmilerin havasız, yalın ayak halılarında
biriken bakımsızlık, büyük câmilerin tek parça gibi görünen kaliteli ve pahalı
halılarında kayboluyor.
Küçük câmilerin ve mescidlerin kilitli ayakkabılıkları yok; çalınacak
ayakkabıya ödenen paranın azlığı ya da hırsızlıkların seyrekliği en etkili
sebeplerden en önemli ikisi. Fotoğraf makinelerinin göz alıcı flaşları
patlamıyor iç mimarinin hayranlaştıran ayrıntılarında. Zenginler için ayrılan
giriş kapısı da yok; bir tek kapısı var mescidlerin ve küçük câmilerin.
Büyük, gösterişli kubbelerin
birden çok kapısı olan câmiye yüklediği izdihamın, kılınan namazların, edilen
duaların yüzündeki sıvayı daha da kalınlaştırdığını görüyorsunuz. İhtişama
kapılmış zihnin dudaklarına birikecek samimiyet eksikliği, arınmışlık
ihtiyacını, yukarıdan, üstelik zengin bir kibirle çekip alıyor. Birbirini
tanımayan yüzlerce yüzün yabancı soluklanışları ve sıyrılıp gidişlerinde, bir
parça daha fazla yalnızlık, itilesi diğerine hızla bulaşıyor. İmam ve müezzini
sadece arkadaşları ve akrabaları tanıyor.
Küçük ve yoksul
gecekonduların mescidlere ve küçük gecekondu câmilere koşan cemaati birbirine
dokunan selâmlarla zenginleşiyor; namaz çıkışı içilen çaylardan yürüyen sohbet,
câminin toplayan niteliğini somutlaştırıyor. Ölülerin selâsı kulakların içini
buluyor. Kulaklar dikiliyor, acaba kim?
Büyük, kubbeli câmilerin
uzun minarelerinde ölülerin selâsı okunmuyor.
Mahyaların yıldızlarına sürüklenmiş steril duygular yeryüzüne inene
kadar zaman geçiyor, ölüm dirilerin anlayamadığı bir yoklukla dirileri
eksiltiyor. Küçük mahalle câmilerinin betondan, badanadan beslenen duyguları
ölümlerin tanıdık acısını tattırıyor cemaate. Herkes tanıdığı birinin cenaze
namazını kılıyor.
Tarih uzadıkça, tarihe
yığılan lüksün uzaklaştırdığı bir lokma ekmekten, bir zeytin tanesinden alınan
lezzetin ölümle benzeşen tek yönü bu. Gecekondularda her şeyin bir tadı var. Farzlardan sonra hızla kapıya yönelenlerin
kimler olduğunu bilenlerin, sonra çok sonra usulca, bir köşede sünnetlerin
önemine işaret eden fısıltıları duyulur. Büyük câmilerin birbirini tanımayan
cemaati, birbirini görerek utanabilecek bir şansa sahip değil.
Zenginin ve fakirin
ayakkabılıktaki ayakkabısına, şemsiyesine, el çantasına takılan aklı,
namazların ruhunu eşit derecede zedeliyor. Bir namaz ne kadar çok hızlı
kılınırsa, câmiden ne kadar çabuk çıkılırsa yük o kadar büyük bir hızla eksiliyor gibi geliyor insanlara. İlk önce gelip
en son çıkan yaşlıların samimiyetine sorulacak soru: “Sen gençken de böyle
miydin?” Büyük câmilerin yaşlı soncuları da çok fazla değil. Yetim gençliğin
yapayalnız bıraktığı büyük câmilerin ederi bu…
İş gününe zorlanan bir
değerli gün; Cuma Günü. Koşar adım şadırvanlar doluşur insanların zihnine. Mesailerin öğle
arasına sıkışmış zorundalığını abdest için asılacak ceketlerin ceplerine,
bırakılacak gözlüklerin camına sıçrayan suya, kurulanmadan giyilen çorapların
kokusuna, tıkış tıkış ilerleyen abdest kuyruğuna ve klimaların yüzlerce
kişinin nefesini soğutup-ısıtıp birbirlerinin ciğerlerine üflemesine borçlu olan mecburlar.
İktidarlara itiraz
edemeyen sessiz mütedeyyinler, açılıp kapanan dudaklarındaki sessiz ezberlerin
ne dediğinden de habersizler. Arapça duaların, sûrelerin yakınına bile
uğramayan bir hız ve anlam boşluklarına doldurulmuş itaat ve ibadet
ritüellerine sırılsıklam sarılan bir sessizlik.
Bacakları ve dizleri
bükülemeyen yaşlıların ölüm korkusuna sürüklendikleri câmilerde bilinebilir
duaları edebildiklerini görürsünüz. Gelecekte yaşlanacak herkesin benzer
dualarıdır bunlar. Ve olmayan kadınlar. Câmilere sığamayan kadınlar.
Küçük mescitlerin ve
küçük câmilerin perdeyle ayrılmış teravihlikleri olmaksızın, büyük câmilerin perdeye
yer bırakmayan açıklığında meraklı bakışlara ezilen kadınlar, saklı namazlarının
ruhuna uymayan bir tedirginlikle hızla dualarını saklayarak, gözlerini yumarak
koşup gidecek gibi dururlar.
Çeşme başlarında, dere
kenarlarında, kafelerde, okullarda parlayan aşklar, câmilerde namaz kılmak için
bir araya gelecek olan gençlerin gözlerine mü’min beğenilerden beslenecek
ihtimallere kapalıdırlar. Câmiye
giderken eşleşecek ruhlar, câmide ayrılmış yerlerde namaz kılacaklarsa da,
namaz kılan eşler bulacaklar, ama bulamıyorlar.
Vaizlerin, imamların
güne uzak, geçmiş zamanın ruhuna uyan söylevlerinde, resmî yüzünden okumaların,
geleneksel bayatlıkların, dayatmaların ve faydası câmiden uzağa gidemeyecek
olan tehditlerle yoğrulu bir iticiliğin ve cenneti hatırlatmayan asık
suratların eserleri yankılanır. Kulaklar ilk cümlelerden sonra uzaklaşan birer
hayalet bırakırlar geride. Sevap çarpanları, cehennem çukurlarıyla çarpışır
gecekondu camilerinin duvarlarında ve uzun,
çok minareli zengin câmilerin yüksek kubbelerinde.
Yahudilerin İbranice,
Hristiyanların Latince dua ederken, öğrendikleri, bildikleri ve anladıkları dua
dili, dua edenlerine, Arap olmayan müslümanların anlamadıkları, anlamak için
zahmet etmedikleri câmideki, namazdaki Arapça kadar uzak değildir.
Müslümanlar,
anlamadıkları dilde dualar ederken, namaza ve birbirlerine hep yabancılar.
Öğrenmek için çaba sarf ettikleri hiçbir şey kadar önemli değildir dualarının
dili. Müslümanlar, kısaca namazdaki yabancılardır aslında. Dünyadaki bütün müslümanlara
yabancılıkları da bundandır sadece. Onlar yabancı kalmayı seviyorlar.
Mü’min erkek ve mü’min
kadınlar oysa birbirlerinin dostu olmak zorundadırlar. Küçük mescitlerin, küçük
câmilerin ve büyük sanatkâr eseri câmilerin cemaatleri ortak bir tek bu duyguda
buluşuyorlar.