“Ve
dinleyeceklerin başına gelecek olan başından bellidir, bunu göze alacak kaç
kişi çıkar?”
Sor kendine sen de; “Don Kişot’u kıskananlardan mısın?” Oysa Don Kişot
kıskanılacak biri olmadı. Olmayı aklından bile geçirmedi. Suskunluğu yeğledi.
Yel değirmenlerine saldırdığı yönündeki haberler -ki fısıltı gazetesinin bir
başarısıdır bu- karşısında susmayı seçti. Gülüp geçti. Ama ben bunu
yapmayacağım. ‘Kral çıplak!’ diye haykıran çocuğun saflığını kuşanarak
konuşacağım.
Biliyorum önce gülünecek, alaya alınacak sözlerim. Tıpkı Don Kişot’un başına gelen gibi.. Don Kişot’un başına ne mi geldi? Sor kendine adı anılınca gülmüyor musun? Aklında yel değirmenlerine saldıran bir meczup görüntüsü biçimlenmiyor mu? Anlatıp gülmüyor musun dost meclislerinde? Törenlerinde şölenlerinde adını anıp kahkahalara boğmuyor musun katılımcıları?
Niçin böyledir? Hiç sordun mu kendine? Ya da hiç ‘Niçin?’leri sordun mu
kendine? Kendini kendine sorgulatma gereksinimi duydun mu hiç? Hiç sordun mu kendine niçin yel değirmenlerine
saldırdı Don Kişot?
İşte söylüyorum Don Kişot’un saldırdıkları yel değirmenleri değil tanrılardı. Don Kişot saftı; saldırdıkları kurnaz. Hep kurnazdırlar. Hep kurnaz olacaklardır. Kurnazlıklarında korkunç mahirdirler. Kurnazlıkları hudutsuzdur. Tuzakları pek vahşicedir. Pek albenilidir her bir tuzakları. Var olanı yok yok olanı var göstermede dudak ısırtırlar. Şirretliklerini saklamada pek bir beceriklidirler. Tılsımları benzersizdir. Don Kişot bu benzersiz tılsımlardan biri ile karşı karşıya kalmıştır.
Nasıl da dönüşüverdiler aniden yel değirmenlerine saldırdıkları tanrılar.
Ve nasıl da gülünç kıldılar zavallı şövalyeyi.. gülünüp geçilecek bir şeye
dönüştürmeselerdi nasıl sürdürebilirlerdi ki varlıklarını?
Öyle ise hazır olmalıyım boynuma asılacak yafta için. Boynumu alıştırmalıyım, bu yükü çekecek kıvama getirmeliyim yılmamak için.
Ya Don Kişot’ta olduğu gibi gülünç duruma sokacaklar ya da suçlayacaklar,
çarmıha gerecekler marangoz gibi.
Marangozu çarmıha geren tanrıların kurnazlığı dudak ısırtmıyor mu? Ben
aklıma düştükçe dudaklarımı kanatıyorum. Bak ne hale soktular Marangoz’u, o put
kıran İbrahim’in şanlı varisini bak ne hale getirdiler!
Önce çarmıha gerdiler sonra çarmıha gerilen Marangoz’u tanrı kılıp baş tacı
ettiler. Varsın Marangoz kaçıp gitmiş olsun onların törenlerinden
şölenlerinden, ayinlerinden, yortularından; varsın uzak kalsın ve beri olduğun
ilan etmiş olsun.
Nasılsa Marangozun kendisi çıkıp da yalanlarını yüzüne vurmaya kalktığında
yığınların dinlemeyeceğini biliyor tanrılar. Ve dinleyeceklerin başına gelecek
olan başından bellidir, bunu göze alacak kaç kişi çıkar? Bilirler bir elin
parmaklarını geçmediğini tanrılar ve bilirler çarmıha gerilirken aykırıların
çığlıklar savurmayacaklarını, pişman olup tövbe etmeyeceklerini.
Söylüyorum size; tanrılar kıskançtır ve fakat belli etmezler. Örterler
kirli kıskançlıklarını. Bir bir yerlerinde gözleri vardır ve fakat belli etmezler.
Aralarından palazlanmamış biri palazlanmaya çıktığında diş bilerler. Ve
bilirlerse diş geçirebileceklerini, sezerlerse saldırırlar hiç düşünmeden.
Alaşağı etmek en keyif aldıkları oyundur.
Put kıran İbrahimî bir gelenekten gelip tahtlarını var gücüyle sallayan
birine diş geçiremediklerinde, hemen tavır değiştirirler. Çün omurgasızdırlar
ve omurgasızlıklarından kızarmaz yüzleri. Hemen huzurunda el pençe divan
dururlar ve himmetini beklerler bu yeni gelenin. Var güçleriyle savunurlar.
Diş geçiremediklerini parlatırlar, bedensel ölümünden sonra bile parlaklığı
gitsin istemezler. O’nun o karanlık ışığı kendi tahtlarını aydınlatacaktır bunu
sezerler, pek bir güçlüdür sezgileri.
Diş geçirebileceğini umduklarının karşısında pek bir kahraman gözükürler.
Böylece tahtlarını sarsanı var güçleriyle bertaraf etmeye çalışırlar. Çığlık
savurmakla başlarlar ilk önce. Tanrılıklarına inandırdığı yığınlar kanını içsin
isterler tahtlarını sallayanın. Ayaklarına batan bir kıymık mesabesindeki bu
tahtlarını sallayanı çığlıklarıyla boğmaya kalkarlar öncelikle.
Bozguncu diye ilan ederler. Olmadı kendi nemrutluklarının, kendi
firavunluklarının örtüldüğünden emin olarak firavunlukla, nemrutlukla suçlarlar
tahtlarını sallayanı. Kuşkuya düşmezler inandırıcılıklarından. Kendilerine inanacak
safdillerin varlığından kuşku duymazlar. Kurdukları eğitim sisteminin aklı
kirada nice kişiyi var ettiğini bilirler. Aklı kirada olanlardan güç alırlar.
Vurucu güçleri aklı kirada olanlardır. Buna güvenirler. Böylece yığınlardan
büyük ustalıkla gizledikleri kendi yapıtları olan zulümleri, aklı kirada
yığınlar tahtlarını sallayanlardan bilsin ve bu kıymığı yığınlar çıkarsın diye
gece gündüz uğraşırlar.
Aklı kirada olmayan ve tanrıların karşısında kendi gücünce savaşım veren
mustazafların safından kişiler avlarlar. Pek hazin bir avdır bu. Bu av,
ayrımında olmaz renktaşını kırbaçladığının. Efendisinin sesi olmakta bir beis
görmez. Kendi sesi sanır çünkü. Yapıp ettiklerinin tanrılara hizmet olduğunu
anlayamaz. Çarpılmıştır. Tıpkı kadim zamanlara ait öykülerdeki tılsımlı su
içmiş gibidir. Kanına girenlerin, inancının düşmanları safında olduğunu
ayrımsayamaz. Ayrımsamaya yeltenemez.
Yanılsamayı gerçek bellemiştir. Tanrıların çığlıklarını mazlumların çığlığı
gibi algılar. Ne hazin bir avdır! Avlandığının ayrımında olmamak ne hazindir!
Ne korkunç bir haldir! Dün elinde avucunda ne varsa alan tanrıların kanlı
hazinesini kendisi beslemeye çıkar ve ne yazık ayrımında değildir.
Tanrılar bu yeni avla nasıl da mutludurlar. Çün seslerine kulakları tıkalı
aklı kirada olmayan mustazafların sözcükleriyle konuşan bir payanda
bulmuşlardır. Tahtlarını sallayanı bertaraf etme kolaylaşmıştır gözlerinde.
Gönenir kara gönülleri. Coşkuyla çıkarlar aklı kirada yığınlarının karşısına ve
gösterirler yeni payandalarını. Kutsanmasını buyururlar sürülerinden. Pek
hazindir bu manzara!
Mustazaflar gözyaşlarını içlerine akıtır. Çün kurda bir koyun
kaptırılmıştır. Yürekleri parçalanır mustazafların! Çün tanrılara karşı verilen
savaşımda bir şehit değildir verdikleri. Bir tutsaktır aralarından avlanan. Ve
o av ayrımında bile değildir. Tanrılar işlerini bu avladıklarıyla görmenin
hesabı içindedir. Çünkü tahtlarını sallayanlarla yaptıkları savaşımda
edindikleri deneyim bunu gerektirmektedir. Kendi ellerini saklarlar.
Elleri kirlenmesin isterler. Başkaca planları vardır çünkü. Tarihsel
deneyimleri planlarının belkemiğini oluşturur. Diş geçiremediklerinin sahte put
kıran olmadığını ayrımsadıklarında yeni ve ezeli planlarını devreye sokarlar.
Çünkü tahtlarını sallayan sahih put kıran ise bilirler tahtlarını başına
yıkacağını bu yeni gelenin. Bilirler avlayıp kendi sesi kıldıkları avın
çabaları da fayda etmeyecektir.
Bu yeni put kıranı engelleyemeyeceklerin anlar anlamaz safına geçerler. Bu
yeni geleni kendileri gibi kılmanın yolları için sıvarlar kollarını bu kere.
Sezdirmeden. Ve gün gelir o kirli o kanlı tahta oturturlar, tahtta oturan
tahtlarını başlarına geçiren değilmişçesine.
Put kıranın yolunda yürüyormuş gibi gözükürler. Boyun eğerler. Ya ölümünden
önce dönüştürürler ya ölümünden sonra katarlar saflarına. Sahih put kıran
ölmeden dönüşmez dolayısıyla diri iken dönüştürme eyleminden vazgeçip ölümünü
beklerler. Ölünce sanki tanrıların tahtlarını o kırmamış gibi kendilerinden
olduğunu ilan ederler.
Öyledir de! Artık o tahtta oturan tahtlarını yıkan değildir. Ancak
yığınlara bu oturanın O Put Kıran olduğunu söylerler arsızca ve inandırırlar,
öylesine mahirdirler inandırmakta. İnanmayanı, bu O değil diyeni ateşlere
atarlar, çarmıhlara gererler ortasından ikiye biçerler put kıran adına.
Tanrılar bilir, her put kıranın kendileri için taze bir kan olacağını. Bu
yüzdendir her yeni put kıranı gördüklerinde belli-belirsiz bir sevinç içre
oluşları.
Şimdi söyle bir put kıran mısın put yontan mı?
Avlanmış olan mısın? Savaşım veren mi? Put kıranların
yanında mısın put yontarların mı? İbrahim’in mi yanındasın Nemrut’un mu?
Cemal Çalık, 19.07.2013, Konuk Yazarlar,
Sonsuz Ark