“Ben Kur’an-ı Kerim’i
tanımadan Müslümanları tanısaydım, korkarım Müslüman olmazdım..”
Yusuf İslam
Ben! Yalnızca ben! Ağlasam da,
gülsem de, burada olsam da, olmasam da ben işte.. etiyle, kemiğiyle her şeyi
ile sahte olan ben. Silik. Köpeksi. Yaban. Yalan. Her şeyi yalan olan ben.
Yalancının mumu yatsıya kadar
yanarmış. Benim yatsıyı bile bulmadı hiçbir zaman. Zorun ayak sesini duyduğumda
hemen söndürdüm mumu. Daha güneş belki yeni batmıştır. Henüz ışıklarının son
kırıntıları yeryüzünü terk etmemiştir bile ve ben mumu yakmadan söndürmüşümdür.
Söndürdüm.
Gündüz bir başka riyada, gece başka bir riyada oldum. Riyanın sütünü sağdım günde beş vakit. Düşlere bile yalan kattım. Düşleri bile riya ile giydirdim.
Benim her şeyim yalan. Nefes
alışım. Kulluğum. İnsanlığım. Merhametim, acımam, ağlamam, gülüşüm,
güldürüşüm.. övüşüm, yerişim.. Her şeyim yalan.
İçimden bir yiğit çıkıp bağıramadı:
“Kral çıplak!”diye. Hatta şöyle demesi daha doğru olurdu gösterip de beni:
“Bakın kralın soytarısı da çıplak!”
Ben! Kibir abidesi! Ama ne kibir..
alçaklığı bile kibirden. Yalvarışı bile! Kan ağlayışı, el etek öpüşü bile
kibrinin aksülameli!
Ve fakat kibri bile sahte. Hani
onda olsun samimi olsaydım. Olabilseydim!
Artık treni kaçırdığımın
farkındayım her türlü oluşun. Hangi sahtelik oluşa bir yol verir ki? Hangi
sahtekâr oluşun kapısına ulaşabilir ki? Hangi sahtekâr aşabilir ki oluşa açılan
geçidi?
Dostluklarım, birlikteliklerim
hepten sahte... kalbimin çarpması, susuzluğum, açlığım riyanın zafer
çığlıkları.. kendimi sigaya çekişim, yerinişim gülüşü riyanın. Riyakârlığım
bile sahte.
Şikâyetlerim sahte. Memnuniyetim
hepten kalpazan işi. Eli öpülesidir yanımda her tür ziynet kalpazanının.. ben
ki mucidiyim kalp sevdaların.. ben ki mücellidiyim kalp duyguların, duyuşların,
duyumsamaların, inanmanın.
Varlığım sahte.. gölgem sahte..
dünyama doğan güneş sahte.. göğümde yıldızlar sahte bile değil, sahteden bir
adım ilerde.. gözlerim riyaya açılan pencere.. içim sahte, dışım sahte..
Hırsızlıkla el eledir
sahtekârlığım. Hıncı geçmişe yükledim.. öfkeyi çaldım mazlumdan. Yetimin
umudunu kaçırdım. Öksüzün geleceğini. Yoksulun beklentisini, maktulün
tanıklığını sakladım.. karnına tekmeler savurdum gebe kedilerin. Yuvalarını
bozdum güvercinlerin.
Şekerle besledim akrepleri.
Köpeklere yaltaklanma kursları verdim.
Söylenceleri vahiy diye sattım
kentin akşam pazarlarında.. kralların sofrasında şaklaban, yığınların
karşısında palyaçoluk yaptım sezdirmeden.
Farelerden bile önce ben terk ettim
gemileri. Daha batmamışken, daha umut varken, su üstünde tutunabilme imkânı
varken, bir el olsa kurtulacakken, kendimi feda ediş masalıyla bıraktım.. güya
çılgın sulardı kendimi attığım.. görmüştüm oysa bir başka gemi.. bir başka
sal.. fareler benden daha onurludur terk etme hususunda her hangi bir gemiyi..
Yalandı mazlumun yanında yer
alışım.. mazlumun arkasında durup zalime göz kırpardım belli etmeden mazluma.
Yalandı emeğinden başka neni olmayanın yanında duruşum. Bir dilim ekmeğindeydi
gözüm! Gerçekte el ovuşturup dururdum kan dökücülerin sofra artıklarına. Ne
zevkle kemirdim arta kalan kemiklerini. Yarım kalan kadehlerini gizlice
bitirdim utanmazca. Ne sahtekârdır utancım. Ne hokkabazdır mahcubiyetim.
Nasıl da inandırdım mustazafları!
Nasıl da kundakladım kulluklarını abidlerin, zahitlerin! İfsat ettim
şölenlerini, törenlerini.. nasıl da buladım çamura çocukların bayramlık
giysilerini güzelleştirerek yapıp ettiklerimi..
Ben! Yalnızca ben! İşte ben; etiyle
kemiğiyle olanca varlığıyla ben sahte gözyaşları mücellidi.
Kararan kanları çaresizlik
gerekçesiyle yıkayan, yıkanmasını haykıran pervasızca..
Ahde vefanın ırzına geçtim
hayasızca.
Bir Hüseyni yiğit çıkmalı artık,
çıkıp çekmeli bu ucuz gaz lambasının fitilini.. söndürmeli bu sefih, bu riya
mumunu. İndirmeli şalterini. Susturmalı. Gözleri açılmamış kediler için olsun
yapmalı bunu.
Bombalanan Bağdat için, yakılan
Kudüs için, Keşmir için, Hama için, Halep için, güney için, batı için, doğu
için. Harap edilen geçmiş, yağmalanan gelecek için, tarumar edilen sofralar
için bir Hüseyni yiğit çıkıp gelmeli.
Her mazlum kendini bir Hüseyin
kılmalı akan kanların durması için, sömürü sultasının susması için. Dilimden
çarmıha germeli beni. Kırk kilitli sandığa gömmeli bu riya sevici beni. Artık
zamanıdır kırk katıra bağlasın mustazaflar riyasında bile samimi olmayan beni.
Ah ben! Safdaşımın alın teriyle
Firavuni sofralar kuran ben! O sofralarla kentlerin albenili sokaklarında
Nemrut’a parmak ısırtan ben!
Hani bendim yedi renk? Hani
mazlumun elinden tutmak içindi savaşım? Hani bir parça ekmeğe muhtaç bırakılan
insanlar içindi nefes alışım? Hani bendim dicle kenarında bir kurdun kaptığı
koyunun hesabını soracak olan? Hani alın teri kurumadan hakkını veren olmaktı
gayem? Hani La şarkiyye La garbiyye diye bağırandım? Hani karşısındaydım
eşref-i mahlukâtı köle yapanların? Emeğine kan doğrayanların boğazına
sarılacaktım hani? Hani kursağından çekip çıkaracaktım çaldıklarını uğruların?
Ah ben! Ne kalleşmişim! Ne
riyakârmışım! Ne zalim ne müfsitmişim! Ne doymak bilmez bir iştahın
sahibiymişim! Nasıl da pazarlamışım insafsızca bu açlığı? Nasıl da inandırmışım
mustazafları!
Ey Mustazaflar gelin boğun beni!
Akan kanların, gözyaşların dinmesi için gelin ve boğun beni. Yokluğun kuyularına
gömün beni. Işığınızı çalan, aşınızı kirleten, dünyanızı dar eden beni kırk
satıra vurun. Ben var oldukça huzur yok size! Ben var oldukça terinizle
kurulacaktır firavuni sofralar. Ben var oldukça teriniz yükseltecek kisranın
saraylarını! Gelin ve boğun beni!
Cemal
Çalık, 20.07.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark