22 Temmuz 2013 Pazartesi

SA306/KY1-CÇ17: Tanımlayarak Kendini Var Etmek

“İnsan doğulmaz, olunur!”

Başkalarının tanımladığı (var ettiği) adam

Yapılan tanımlamalar, tanımlananın tanımlayanda ne olduğunun bir açıklaması olduğu gibi, tanımlayanın tanımlananda kendini var etmesidir de. Yapılan tanımın “efradını câmi, ağyarını mâni” olmasının ya da olmamasının bu bağlamda pek de bir işlevselliği yoktur. Biz yapılan tanımın eksikliği ya da tamlığını değil tanımlama eylemini yapan kişinin durduğu yerin neliğini sorgulamayı gütmekteyiz.

Tanım bir bilinmezin gün yüzüne çıkarılması olduğu gibi, bilinenin öyle olup-olmadığı konusunda bir yargıda bulunmaktır da. Kimi çözümlemelerle bilinenin öyle olduğu ya da olmadığı yargısı bizim durduğumuz yeri belirler. Tanımımızın berraklığı ya da muğlâklığı durduğumuz yerin de berraklığı ya da muğlâklığını belgiler. Bu anlamda tanımlamalar bizim evrende kendimizi konumlandırdığımız yeri imler. Evreni algılayışımızın, kendimizin, kendimiz olmayanın nasıl algılandığını, bilincimizde nasıl yer ettiğinin göstergesidir. Durum böyle olunca tanımlama eylemlerimizin niçini de ortaya çıkmış oluyor.


Biz aslında “şey”leri tanımlarken kendimizi temellendirme gayreti gütmekteyiz. Yani; kendimizi var etme gayreti. Burada, bu dünyada olmak “var olmak” için yeterli olmadığından –çoğunlukla- dışından başlayarak “şey”leri tanımlama çabası içinde olmuştur insan. Dışındaki nesneleri tanımladıkça kendini gerçekleştirdiğini ayrımsamıştır ve bu ayrımsayış onun sürekli tanımlama eyleminde olmasına neden olmuştur. Özellikle de niteliğe ait tanımlamalarda bu böyle olmuştur.

Nitelikten amacımız “şey”in “nasıl”lığı değil “niçin”liğine ilişkin tanımlamalarımızdır. Örneğin; “Bu evren niçin var?” “Ben bu evrende ne arıyorum?” gibi. İnsan kendini büsbütün niteliğe ait alanda var eder. Yaşamını kolaylaştıran araç-gerece yönelik sorgular, tanımlamalar dahi bu bağlamda kendine yer bulmaktadır. Öyle ki mevcut araç gereçlerin amaç olmadığı vurgusu hep göz önünde bulundurulmaktadır. Bir “anlam” katma dürtüsüyle tanımlamalar yapılmaktadır. Tanımlamalar sunulmaktadır.

Nesnelere ilişkin yüklediğimiz anlamların nesneleriyle örtüşmesi ya da örtüşmemesi “görmek istediğimiz”, “bulmak istediğimiz”, “var olmasını arzuladığımız”, “mutlak anlam”la bağıntılıdır. Ve bu mutlak anlam da kendimizi içinde var bulduğumuz, evrende konumlandırdığımız alanla ilişkilidir.

Ya evreni ve kendimizi bir rastlantının sonucu, dolayısıyla “saçma” olarak alır, sırtımızdan atmaya çalışırız ya da evreni ve kendimizi bir yaratıcının yapıtı olarak görür, kendimizi ve evreni mutlak anlam içinde var ederek varoluşumuzu gerçekleştirme yoluna gideriz. Bu iki durum bireyin kendisini berrak bir biçimde ortaya koymasını sağlar. Kendini, konumunu berrak bir biçimde ortaya koyan, tanımlamalarında berrak olmayı becermiş, tavır alışlarında da tanımlamalarıyla örtüşen bir seyir izlemeyi başarmıştır.

Bunun yanında iki algılayışın arasında ayrımında olmadan kalan, muğlâklığa düşmüştür. Hem tanımları, tanımlamaları muğlâktır hem evren içinde kendi konumu muğlâktır. Bir var edenin varlığını kabul eden ya da etmeyen tanımlarını, tanımlamalarını da bu kabul ediş üzerine inşa etmiştir. Bu var edişte yaratıcıyı sorgulama söz konusu değildir. Sorgulamanın saçmalığı kendiliğinden açıktır. Yaratıcıyı sorgulama yaratanın varlığında mutlak inan değil kuşku vardır.

İlk bakışta burada sorgulamadan uzak bir inancın gereğine vurgu yapıldığı gibi bir yanılsama göze çarpmaktadır. Yani; “Yaratanın varlığını sorgulamadan mı onaylayacağız?” gibi bir soru.

Kuşkusuz bir yaratan inancına sorgusuz varan kişi, veraseten vardığı için inandığının ne olduğu konusunda bir bilgiye sahip olmadığı için sorgusu da anlamsızdır. Hem inandığını savlayıp hem de yaratanı sorgulamak sözünü ettiğimiz muğlâklık içre olunduğuna kanıttır. Bu bir yaratanı inkâr eden için de geçerlidir.

Sorgulamadan veraseten inkârı seçenin de sorgusunun bir anlamı yoktur. Görünüşte bir sorgudur. Bulanık bir dünyada soluk almanın ötesinde var değildir ne sorgusu ne kendisi.

Var edenin bilgisine sorgulayarak ulaşan, sorgusuyla vahyin dünyasına adım atan varoluşunu da bu dünyanın kavramlarıyla gerçekleştirmiş demektir. Kendisini ve içinde yaşadığı dünyayı vahyin kavramlarıyla tanımış ve tanıtmayı seçmiş demektir. Karşıt dünyanın kavram ve tanıtmalarıyla kendine ve dünyasına bakmayı zul kabul etmiştir. Karşıt dünyanın onu ve dünyasını adlandırma savaşımı karşısında o dünyanın kavramlarıyla kendini savunma gibi bir muğlâklığa düşmekten kurtulmuştur sorgulayarak var edenin varlığına inanmış kişi. Karşıt dünyanın adlandırmalarıyla yüksünecek de değildir.

Sorgulayarak var edenin, varlığına ulaşmış, vahiyle beslenmiş bir bilinç için karşıt dünyanın kendisini tanımlama çabalarının bir anlamı yoktur. O tanımlar dünyaya ne denli egemen olursa olsun karşısında ‘özür diler bir tavır’ sergilemeyecektir.

Egemen düzen, kendi dünyasının kavramlarını eğip bükmesi alay etmesi de veraseten değil de sorgulayarak inanan için bir utanma nedeni değildir. Olmayacaktır.

Sözün özü, karşıt dünyanın tanımlamalarını referans alarak savunuya geçen ya da kendini anlatmaya çalışan henüz veraseten inanmışlıktan çıkmamış demektir.



Cemal Çalık, 22.07.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark





Seçkin Deniz Twitter Akışı