“Sen
onlara söyle Gezi İmamı; bizim de bir sabrımız var!”
Ey Gezi İmamı,birinci mektubumdan haberin var mı? Okudun mu? Bilmiyorum. İlk mektubu yazma gerekçem olarak “emr-i bilmağruf nehy-i anilmünker” buyruğunu belirtmiştim. Bu ikinci mektupta gerekçem 13 yaşında tesettürlü bir annenin arabası içinde saldırıya uğradıklarındaki, “Anne başını aç bizi öldürecekler!” çığlığıdır.
Ben bu çığlığı tüm
iliklerimde duyuyorum şu an! Ve göz yaşlarıma hakim olamıyorum. Çünkü o zulüm
karşısında çaresizim. Keşke orada olsaydım, keşke o azgın güruhun saldırısını
kendime çekseydim o çığlık bu kubbede yankılanmasaydı.
Ey Gezi İmamı; artık anlaşılıyor ki siz bizleri –kendilerini Müslüman diye tanımlayan sıradanları- Müslüman olarak görmüyorsunuz. Öyle olsun. Hemşerim –Antalya’da ikamet ediyorum ama Erzurumluyum- Nefi’nin meşhur dörtlüğünü biliyorsunuzdur. Hani demiş ya:
“Bana kâfir demiş
müftü efendi
Tutalım ben diyem ona
müselmân
Vardıkta yarın rûz-ı
cezâya
İkimiz de çıkarız
onda yalan”
Ben de şöyle
değiştireyim:
“Bizi kâfir
görüyormuş gezi imamı
Tutup biz görelim anı
müselman
Vardıkta yarın ruzi
cezaya
İkimiz de çıkarız
yalan”
Kim samimi müslüman,
kim değil bunun ölçütünü yaşam biçimleri belirler. Ve ben yaşam biçimimin İslâm
olduğuna kaniyim. O saldırıya uğrayanın da öyle olduğuna kaniyim.
Ama derdim bu değil.
Kimin Müslüman kimin kâfir olduğu değil. Ne cennetliklerin listesini tutma
hevesim oldu ne cehennem listesi hazırlama hevesim. Derdim başka.
Derdim insan. Derdim
mazlum. Derdim yetimler. Derdim yerinden yurdundan sürgün edilenler. Sürgün
edilmeye çalışılanlar.
Yüreğimi burkan sadece
Müslümana yapılan zulümler olmadı hiç. Çünkü ben inandım ki insan yeryüzünün
halifesidir ve halife içinde var olduğu dünyanın bütününden; taşından
toprağına, otundan ağacına, ağacından hayvanına kadar her şeyden sorumludur.
İnancım bundan yükümlü olduğumu ikaz eder her an, her dakika, ben böyle inandım
böyle algıladım Vahyedilen buyruğu.
Kızılderililerden tutun kara derililere kadar,
Mısır ehramlarına taş taşırken taşların altında kalanlara, sırtlarında kırbaç
yaraları eksilmeyen mabet yapımında ölen kölelere, Avrupa’da 18 saat
çalıştırılan emekçilere kadar zulme maruz kalmış her kes ama herkes yüreğimi
burktu. Yüreğimi burkar.
İmdi Ey Gezi İmamı;
bugün, bu saat yaşamaya çalıştığım bu topraklarda rabblik taslayan faşist
laikuslar zalimliklerini saklamadan aklayıp paklayarak fiiliyata döktüler.
Döküyorlar. Gün geçmiyor ki bir saldırıları olmasın, kendisi gibi olmayana,
kendisi gibi inanmayana, kendisi gibi yaşamayana, kendisi gibi soluk almayana.
Ve öylesine pişkinler ki saldırıların görüntüsünü soracak kadar.
Oysa senin de
bildiğini sandığım bir evrensel hukuk var; aslolan saldırıya uğradığını
söyleyenin söyledikleridir. Mahkeme edilir öyle olup-olmadığı kanıtlanır. Ya
saldırıya uğrayan yalan söylemiştir ceza alır ya da doğrulanır ve
azıp-sapmışlar cezalandırılır.
Bu evrensel hukuk
kuralını ayaklar altına alıp pişkin pişkin görüntü soracak kadar alçalmıştır
ülkemdeki laikus faşistler ve candaş kalemşorları. Şeref yoksunu laikus faşist
çevrenin tetikçi köşe yazarları asparagas haber üretmenin sarhoşluğuyla
saldırıların görüntülerini sorarken unuttukları şey saldırıya uğrayan kişinin
var oluşu. Soluk alışı.
Onlar asparagas
haberlerinde olmayan kişilere olmayan şeyleri yaptırdıkları için olana
yapılanları da yalan olarak görmektedir. Göstermeye çalışmaktadır. Heyhat, bu
ne sefillik! Bu ne aymazlık! Bu ne utanmazlık! Bu ne onursuzluk!
Ey Gezi İmamı bunca
girizgâhtan sonra derim ki; bugün safında durduğun laikus faşistlere söyle, dün
safında durduğun bugün şiddetle eleştirdiklerin var ya onlar da insan. Bunu
onlara söyle!
Onlara söyle ki
düştüğümüzde bizim de ellerimiz parçalanıyor, dizlerimiz soyuluyor. Başımızı,
ayağımızı bir yere çarptığımızda bizim de canımız yanıyor.
Söyle onlara biz de
acıkır, biz de hastalanır, biz de yas tutarız.
Söyle onlara bizim de
sevinçlerimiz vardır hüzünlerimiz olduğu gibi.
Söyle onlara biz de
nefret yoktur. Kin yoktur. Biz kişilere kin tutmayız.
O laikus faşistlere
bizi onların varlığının değil, davranışlarının yaraladığını söyle! Bizi
davranışlarının rahatsız ettiğini söyle!
Bizim varlığımız
onları yaralar, biliriz. Hem kendileri de inkâr etmez. Ama bizi yaralamaz var
olan. Kişilerin varlığı yaralamaz, rahatsız etmez bizi. Kürdü-Türkü İngiliz’i
Rus’u beyazı karası kızılı varlıklarıyla yakmaz canımızı. Canımızı yakanın
davranışlar olduğunu, tavırların olduğunu söyle onlara!
Söyle onlara; biz
“dicle kenarında bir kurt kapsa koyunu Allah’ın adaleti sorar Ömer’den onu”
ölçütüyle soluk alırız.
Ey Gezi İmamı, söyle
onlara; sabrımızın da bir sonu vardır. Her insanın dayanabildiği bir yük
vardır. O yük onu ezecek raddeye geldiğinde hiç düşünmeden sırtından atacaktır.
Bu en doğal hakkıdır. Söyle sabrımızı çok zorluyorlar!
Ey Gezi İmamı, evet
Taif’te taşlanan peygamber gibi biz de elimizi açar “Allah’ım onlar bilmiyor..
affet!” deriz. Ama sen de bilirsin ki biz peygamber değiliz. Ve hiçbir insan da
peygamber gibi olamaz. Kaldı ki hiçbir insan bir başkası gibi olamaz. Söyle
onlara zorlamasınlar.
Biz sabrı biliriz,
dayanmasını biliriz. Ancak kuşkusuz bir sınırımız da vardır. O sınır
aşıldığında olacak olanlardan siz dahi sorumlu tutulursunuz. Siz dahi ceza
gününde sorumlu olursunuz. Niçin mi?
Şimdi safında
durduklarınızın yapıp ettiklerine karşı terk ettiğiniz saftakilere peygamberi
örnek gösterip “… peygamber dışladı mı?” diye sorduğunuz için.
Sanki biz onlar alkol
kullandıkları için dışlıyor muşuz gibi. Hatta sanki biz onları dışlamışız gibi,
sen de bilirsin hiçbir dönem kimseyi dışlamadığımızı, hidayete ermeleri için
çalıştığımızı, varlıklarından değil davranışlarından rahatsız olduğumuzu, bu
rahatsızlığın onlar için dahi olduğunu bilirsin. Onlar da cennet nimetlerinden
faydalansın için iyiliği anlatıp kötülükten sakındırmaya çalıştığımız bilirsin.
Yoksa siz öyle değil
miydiniz terk ettiğiniz safta olduğunuz zamanlar?
Ey Gezi İmamı, şimdi
safında durdukların içinden Ebu Leheb olmayanlar vardır elbet, ama benim
gördüklerimin hepsi Ebu Leheb’in saf takipçileri. Su katılmamış takipçileri.
Biliyorum Ebu Leheb’lere kimse söz geçiremez. Ama orada olup ta Ebu Leheb’in
rüzgârına kapılanları uyarmak sana düşüyor.
Ey Gezi İmamı, işte
bu yüzden dedim sorumlu olursunuz diye. Çünkü bizi dinlemiyorlar. Çünkü Ebu
Leheb’in rüzgârı ile sarhoşlar. Bu saatten sonra dinleyecekleri de yok. Çünkü
Ebu Leheb’in rüzgârı boğuyor sesimizi. Sen Ebu Leheb olmayanlara duyur bu
çağrıyı.
Sen onlara söyle Gezi
İmamı; bizim de bir sabrımız var. Ve eğer ateş büyürse sadece Ebu Leheb’i değil
hepimizi yakar. Vesselam!
Cemal Çalık, 24.07.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark