“Bu ciddî bir
uyarıdır. İktidarı desteklemeniz gerekmez, ama düşmanlık yapmanız bütün
müslümanlara kaybettiriyor.”
(Fotoğraf, Reuters tarafından çekilmiştir)
Müslüman, Allah’ın her şeyi gördüğünü ve duyduğunu bilir; yapıp ettiklerinin ve söylediklerinin hem illiyyun da hem de siccinde kaydedildiğini, hesap gününde her şeyin tek tek karşısına çıkarılacağını bilir. Bu sebeple müslüman tedirgin bir hayat sürer ve huzuru ancak Allah’ı anarak, Allah’ın emirlerine uyarak elde edeceğini de bilir… Gücünün yetmeyeceği her hâl için her namazında Allah’tan dünyada ve ahirette güzellikler ihsan etmesini ve ateşin azabından korunmayı diler.
Kur’an’dan ayrıldıkları için, çeşit çeşit tarikatlerle, tarikatlerden oğul veren küçük küçük alt tarikatlerle, sayısız cemaatlerle birbirinden kopan, uzaklaşan ve zamanla birbirlerinin sadece müslüman olduklarında kardeş olduklarını unutan müslümanların, hiçbir şekilde samimi oldukları iddia edilemez.
Müslüman ancak Kur’an’la
yargılanacaktır. “Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan
hesaba çekileceksiniz.” (Zuhruf
44) Ne bir şeyhin ne de bir hocaefendinin bu babda
zerre kadar dahli yoktur ve olmayacaktır. Şeyhine ya da Hocaefendisine tâbi
olup, müslüman kardeşlerine karşı rekabet geliştiren kişiler için Allah’ın
uyarısı açıktır, şüphesizdir:
“Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak
dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve
müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın.Her
bir grup kendi katındaki ile sevinip
böbürlenmektedir.”( Rûm 31,32)
Ki; elbette bu ayet
birçok şeyhi ve Hocaefendiyi rahatsız etmektedir, tam tersi olmuş olsaydı, ne
bir Şeyhlik ne de Hocaefendilik iddiasında bulunmazlardı ve bütün müslümanları
Kur’an’ın etrafında olmaya davet ederlerdi. Kendilerine göre Kur’an’a davet
ediyorlar; ancak ortaya koydukları şey Kur’an değildir, Kur’an’dan
çıkardıklarını iddia ettikleri vehimlerdir, tefsirlerdir...
Onları uyarmak, onlar
arasındaki kardeşliği hatırlatmak her müslümana düşen en büyük görevdir.
“Mü’minler ancak
kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten
sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât 10)
Günümüz akl-ı selim müslümanının
kendisini her türlü tarikat ve cemaatten uzakta tutmaya çalıştığı ve bilhassa
Kur’an’a yakınlaşarak iç huzurunu sağlamaya gayret ettiğini biliyor ve görüyoruz;
mamafih asıl sıkıntılı mevzu, kendisini akl-ı selim gören bazı müslümanların
cemaat ve tarikatlerin müslümanları parçaladığını görememiş olmaları; ve bu
hâlle yazıp çizdikleri ve söyledikleriyle parçalanmayı hızlandırdıklarını da
biliyor ve görüyoruz.
Kur’an’ı kendimize ve
müslümanlara hatırlattığımızda maalesef karşılaştığımız şey, Kur’an’ı herkesin
anlayamayacağı ve bir mürşid olmadan da dinin yanlış anlaşılacağı gibi içi boş
bir iddiadır. Fakat bunun da nedenini Allah şöyle izah eder:
“Münafıklara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a)
ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını
görürsün.”( Nisâ 61)
Acı ve hâzin bir
gerçektir ki; Müslümanları birbirlerinden uzaklaştıran ve her tarikati ve
cemaati kendi din kalıplarıyla övünür
hâle getiren zihniyetin, yaptığı ve yapacağı şey hiç kuşkusuz Allah’ın târif
ettiği gibidir:
“Onlar başkalarını ondan (Kur’an’dan)
alıkoyarlar, hem de kendileri ondan uzak kalırlar. Onlar farkına varmaksızın,
ancak kendilerini helâk ediyorlar.” (En’âm
26)
Üzerinde müslüman
olarak uzlaşacağımız bir tek kaynağımız var, o da Kur’an’dır. Ama cemaatlerin ve
tarikatlerin en son başvurdukları ya da hiç başvurmadıkları kaynak da Kur’andır.
Şeyhlerin ve Hocaefendilerin kendi elleriyle yazdıkları kitaplar onlar için
hakikatin Kur’an’dan alınmış, açıklanmış ışıklarıdır. Maalesef bu iddia da içi
boş bir iddiadır, zira Kur’an’a bizatihi mugayyirdir ve müslümanları tevhide
değil tefrikaya sürüklemektedir.
“Elçi dedi ki: Ey
Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk ettiler.” (Furkan 30)
Kur’an terk edilince
insanların ve şeytanın, insandan ve cinden şeytanların ne kadar büyük bir
hürriyete kavuştuklarını göremeyen müslümanların birbirlerine düşmeleri
kaçınılmazdır. Büyüklenmeler, böbürlenmeler, tasnifler, cennetlikler,
cehennemlikler bu düşmanlığı körükler ve Allah onları şöyle cezalandırır:
“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları
âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler.
Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu
(hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep
gafil olmaları sebebiyledir.” (A’râf 146
)
Buraya kadar Kur’an’ın
bütün müslümanlara neler emrettiğini düşündük. Kur’an’dan uzaklaşanı Allah Kur’an’dan
büsbütün uzaklaştıracağını söylediğine göre, bugün tarikatlerin ve cemaatlerin
Kur’an ayetlerine mesafeli durma sebeplerini- öyle olmadığını iddia etmelerine
rağmen- fasih bir şekilde idrak etmiş olacağız. Çünkü; bahsetttiğimiz ayetler
onların bin bir itirazı ile karşılanmakta ve herkes kendi indindeki ile memnun
ve mesrur bir şekilde hayatına devam etmeye meyillidir.
Müslüman’ın diğer müslümanı
Kur’an’a davet etmekten başka bir seçeneği yoktur. Yine bir müslüman diğer
müslümana ancak şöyle söyleyerek mevzûyu kapatabilir:
“Eğer onlar seni yalanlarlarsa, de ki: “Benim
işim bana aittir; sizin işiniz de size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de
sizin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım (sorumlu değilim).”” (Yûnus 41)
Muhakkaki Allah’ın
doğru söylediğine iman etmişiz. O zaman biraz güncele dönecek ve fitne ateşinin bütün müslümanları sardığı bu
günde kısa bir değerlendirme yapacağız.
Bugün, müslümanların
asırlardır yaşadığı zilleti def etmeye başladığımız bir asrın başlarındayız. İslâm
düşmanlığından başka hiçbir sebepleri olmayanların karşısında birkaç adım öne
çıkmış durumdayız. Henüz içimizdeki tefrika sona ermediğinden daha güçlü adımlar
atamıyoruz.
Türkiye’de İslâm
düşmanlarının müslümanlara yaşattıkları zulüm 2002’den beri gün geçtikçe daha
da azalmaktadır. Her ne kadar Türkiye’deki müslümanların bir kısmı bunun
farkında değillerse de, dünyadaki durum, İslâm’a tâbi olanlarla İslam
karşıtları arasında geçmekte olan büyük bir mücadeleden ibarettir.
Dergahların,
tekkelerin o karanlık hurafe dolu ruhundan kendilerini biz nebze çekip almış
olan ve hem Türkiye’de hem de Dünya’da müslümana bir yol açma gayretinde olan Fethullah
Gülen’in ve talebelerinin, Türkiye’yi büyük zulüm çukurundan çıkaran Ak Parti
Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları ile neredeyse
siyasî rekabet içine girecek kadar şiddetle karşı çıkmalarında her hangi bir
hayır görmüyorum.
Türkiye’de ergenekon
denen küresel neocon çetenin yerel
ayağını birlikte çalışarak deşifre eden, bu çetenin planladığı darbeleri
engelleyen ve suçluların yargılanmasını sağlayan enerjileri, düşmanlarını
sevindirecek kadar boşa harcanmaktadır. Klasik tarikat ve cemaat
yapılanmalarından farklı olarak bilime ve düşünceye, iyi yetişmiş nesillere emek harcayan Fethullah Gülen’in akl-ı selimle sorgulanmasına
vesile olsun diye “Çoğul Düşünce; Diktatör Gülen” başlıklı bir yazı yazdım.
Kabahat Gülen’deyse sorgulansın, değilse talebelerine ve yazarlarına uyarıda bulunsun
istedim.
Zira bu enerjinin
yanlış harcanması müslümanların kaybetmesine vesile oluyor; hiçbir iktidar
günahtan, hatadan âri değildir ve bu yüzden usûlünce eleştiri de elzemdir. Başbakan
Erdoğan’a yalanlarla, hilaf-ı hakikatle Diktatör demek, hele hele ergenekoncu,
neoconcu zevatla aynı yerden
saldırılarda bulunmak müslümana yakışmazdı. Maalesef; akl-ı selimin uyarıları
dikkate alınmadı; üç yıldır süren Zaman ve Today’s Zaman gazetelerinde tezvirat
artarak sürdü.
Ben de izah edemediğim
bu hususta Fethullah Gülen’in artık kontrolünün zayıfladığını, cemaatinin başıbozuk bir hâle geldiğini düşünerek, bir
alan açmak istedim. Bu durumdan en çok Gülen’in talebeleri muzdarip; izah
edemiyorlar; ama eleştiremiyorlar da. Eminim ki Fethullah Gülen bizzat kendisi
de bu çirkin pozisyondan rahatsızdır.
Gülen’in talebelerinin
söyledikleri en iyi şey, ama Erdoğan’da şunu yaptı, bunu yaptı; bizi devletin
etkili kademelerinden uzaklaştırdı, demek. Nerede kaldı müslümanı Kur’an’la
uyarmak?
Peki, Erdoğan ne yapsaydı? Bir milyondan fazla gazete satıyoruz diye güç
vehmine kapılan cemaat yazarlarının küstahlığı, Mit olayı ve süren tezvirât az
şey mi? Devlete hükmetmek hangi temel İslamî akideye sığıyor? Size düşen iş
akl-ı selimle iktidarın yanlışlarını eleştirmek doğrularını da desteklemek
değil midir? Niye bunla yetinmiyorsunuz?
İktidar kavgasının
temsilcisi olmak, tarafı olmak siyasetçilerin işidir. O zaman hizmeti bırakacak
siyaset yapacaksınız ya da hizmete devam edecek, siyasete böyle yakışıksız bir tavırla
müdahil olmayacaksınız. Bu iktidar sadece sizin oylarınızla iktidar olmadı.
Bugün desteğinizi çekseniz de bu millet Erdoğan’a destek vermeye devam edecek;
kaybeden siz olacaksınız parçalanmaya devam eden müslümanlar olacak. Dünya’daki bütün okullarınız,
sırf siz müslüman olduğunuz için bir gecede kapatılacak kadar zayıftır,
unutmayın.
Zaman Gazetesi, Gezi
Parkı terörüne destek veren yazarları yüzünden 27 Mayıs 2013’ten Temmuz
ortasına kadar, yani bir buçuk ayda yüz bin tiraj kaybına uğradı. Bu kayıp iki
üç gazetenin toplam tirajına denk. Bu ciddî bir uyarıdır. İktidarı desteklemeniz
gerekmez, ama düşmanlık yapmanız bütün müslümanlara kaybettiriyor. Fethullah Gülen’e
de haksızlık yapmayın, yaptırmayın; emeklerini, itibarını zâyi etmeyin.
Müslüman, kardeşini
Kur’an’la uyarır, sizi uyarıyorum, siz de iktidarı uyarın, ama hakkıyla… Şu an
yaptığınız şey İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyor ve bu yağ, ta Amerika’ya
Gülen’in meskenine kadar akan bir düşmanlık yağı. Aklınız ermiyorsa, aklı
erenlerden destek alın da bir pîr-i fâni’nin arkasına sığınmayın; hepiniz mükellefsiniz, hepimiz gibi Allah’a, hesap
vereceksiniz, Allah’ın şefaatine muhtaç bir pîr-i fâniye değil…
Vesselam.
Alper SELÇUK, 25.07.2013, Antiseptik Anafor 66