Duymazdan gelmeyi bilgelik bilirler.
Sefil dünyalarında mutludurlar.
Çünkü küçücüktür dünyaları. Çünkü ilkel, çünkü put sevicidirler. Putsuz
kalmaktan ödleri kopar. Her neye tutunurlarsa putlaştırırlar. Her neye
uzatsalar ellerini puta döndürürler. Ve putların kendilerini ezmesinden tuhaf
bir haz duyarlar.
Sefil dünyalarında sefihçe
yaşarlar. Vahşice yaşarlar. Tutsaklıklarını özgürlük sanırlar. Küçücük
dünyalarında kendine benzemeyen hiçbir şeye, hiçbir kimseye geçit vermemeye
gayret ederler. O gayretleri de olmasa hiç devinemeyecekler, devinmeyecekler
kokacaklar. Kokuşmuşlukları had safhaya ulaşacak.
Bir başkasının kendisi olmasına
tahammülleri yoktur. Kendi kendilerine düşünmeye mecalleri yoktur. Mecalleri
olsa da cüretleri yoktur. Akıllarının kirada olmasından bir rahatsızlık duymazlar.
Kendilerinden öncekilerin kendileri yerine düşündükleri vehmine yapışıp
kalmışlardır. Kendilerinden öncekilerin yapılacak ne varsa yapıp-ettiklerine
inanlıdırlar. Kendilerinden öncekilerin kendilerine bir cennet kurduklarına o
cennette olmak gerektiğine can-ı gönülden iman ederler. Durup bir düşünmezler.
Düşünme gereği hissetmezler. Kendi duyuş ve duyumsamalarına güvensizdirler.
Düşmanlık duygularıyla sürdürürler
dünyalarını. Düşsel düşmanlarının varlığıyla var etmişlerdir dünyalarını. Korku
perdeleridir. Sınırları daralttıkça, gönülleri kararttıkça artar mutlulukları.
Sınırlar daraldıkça, gönüller karardıkça ışıldar gözleri.
Bütün dövizleri
“ihanet-düşman-kahrolsun-ölüm” dörtlüsünden ibarettir. Başkaca söz bilmezler.
Sözcük dağarcıklarında sevgiye bir yer yoktur. Dostluktan yana, arkadaşlıktan
yana kıttır duyguları. Dostluğu, arkadaşlığı kendisinin benzeri olan içindir.
Kendisi gibi olmayanı sevmeye, kendisi
gibi olmayana el uzatmaya, kucak açmaya yanaşmazlar asla. Renginden ötürü
kınarlar, dilinden ötürü kınarlar, inanından ötürü diş bilerler başkasına.
Başkası kendisi olmadıkça, başkası kendisi gibi algılamadıkça, kendisi ve
“şey”leri kendisi gibi anlamlandırmadıkça, adlandırmadıkça yaşama hakkı
tanımazlar.
Kargadan başka kuş, tavladan başka
oyun, kavaktan başka ağaç bilmezler. Bütün kuşlar karga gibi ötsün isterler,
bütün oyunlar bir zar’a mahkûm olsun dilerler, bütün ağaçların kavağa dönmesini
beklerler. Direnen ağaçları ortasından ikiye biçerler. Karga gibi ötmeyene
kafesler icat ederler. Dönüp bir bakmazlar yaşattıklarına, dönüp bir bakmazlar
yaşadıklarına.
Gözleri kamaşır aydınlıktan. Bu
yüzden düşmandırlar ışığa. Bu yüzden hazzetmezler aydınlıktan. Ne vahyin ne
aklın aydınlığına tahammülleri yoktur. Zanlarının karanlığıdır dünyalarını
kuşatan. Hep bir karanlığı kutsarlar.
Dinlemezler. Dinlemeyi bilmezler.
Hem bilmediklerini de bilmezler. Söyletmezler. Kendilerinden öncekilerin yapıp
ettiklerini birere söylenceye dönüştürürler. Bu söylenceler virdidir
dillerinin. Kalplerinin.
Hakikati söyleyene diş bilerler.
Sorana kan kustururlar. Sorgulayana dar ederler daracık dünyalarını. Başka
dünyalar olmasın isterler. Evren de küçülsün isterler.
Kendilerinden öncekiler neye nasıl
inanmışlarsa ona öyle inanırlar; “ya sizden öncekiler bir şey bilmiyor idiyseler!”
hitabını duymazlıktan gelirler. Duymazdan gelmeyi bilgelik bilirler.
Geçmişe aittir dertleri.
Geçmiştekilerin özlemidir ektikleri. Geçmişi güne taşımaktır hevesleri. “Bir
gününü bir gününe eş tutan aldanmıştır!” düsturuna düşman kesilmişlerdir
ayrımında olmaksızın. Böylece dün içre kılmışlardır ahlanıp-vahlanışlarını.
“Onlar sizden önce bir ümmetti
geldi geçti!” anımsatmasını kabule yanaşmazlar, yadsıdıklarının ayrımında
değillerdir. Çün putlarına payandadır geçmişleri. Gelecekleri de putlarına
payanda olsun isterler. Vahyin muhatabı değil vahiy muhatap olsun umarlar.
Tanrı’yı dahi putlaştırırlar
geçmişte yaşayanları için. Kendileri bu günü yaşamadıklarından kimse de bu günü
idrak etsin istemezler. Heva ve heveslerini rab katına çıkarmışlardır. Heva ve heveslerinde
geçmişleri vardır.
Cemal Çalık, 27.07.2013,
Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark