“Egemen sanat anlayışı ve bu anlayışla
doktrine edilen sanatçı, iyi insan ve iyi toplum profili için çok tehlikeli...”
Sanatın ve sanatçının illüzyonist
nitelikleri, gerçeği nesnel bir parlaklıkla gösterdiği gibi olduğundan daha farklı, daha zıt gösterme gücüne
sahipken, sanatı ve sanatçıyı ciddiye almamak, bir gün gerçeğin tersyüz edilmesine
ve tersyüz edilmiş gerçekle ardışık felaketlere maruz kalınmasına kesinlikle
neden olur.
Görsel ve işitsel implantların, son yüz
yıllık süre zarfında binlerce örnekle tersyüz edilmiş gerçek durumların
oluşturduğu piskososyal sorunları tasarlayanlara ve üretenlere hizmet ettiğini,
hükümetlerin bu sorunlara göre tavır aldığını, güçlü hükümetlerin bu sorunları
yönlendirdiğini, güçsüz hükümetlerin de bu sorunlarla yönlendirildiğini artık
herkes biliyor.
Medya, sinema, televizyon, tiyatro,
edebiyat potansiyel oluşturma ve potansiyel enerjileri yönlendirmede çok etkin.
Kitap okuma, sanat aktivitelerine izleyici olarak katılma gibi aydınlanma
amaçlı yönlendirmelerin, sunulan ürünlerin içeriğine ve kalitesine dair
uyarılar içermemesi tipik implant işlevlerinin insanların algılarının istenilen
yönde aktif hale getirmek için kullanıldığını gösteriyor.
Bireyleri ve toplumları bir arada,
birlikte ve özgüveni gelişmiş bir şekilde tutan, ahlak, din ve diğer sosyolojik
değerler görsel ve işitsel implantlara gönderilen amaçlı uyarıların en önemli hedefleridirler. Toplumları bu
değerlerden uzaklaştırmak her türlü sanat faaliyetiyle kolayca mümkün.
Sanat, değerlerin kısıtladığı
özgürlüklerin alanını genişletmek için kullanılan en temel paradigmaları
içerir. İnsanların isteklerini hatırlatır, beklentilerini tatmin eder ve
engellenmiş dürtülerini kışkırtır; sanatın ve sanatçının amacı da budur.
Değerlere saygı duyan ve değerleri
sistematik bir şekilde sonraki nesillere aktarmayı amaçlayan toplum için sanat
kaygısı, tarihin sessiz gölgelerinde can çekişirken, kışkırtmak ve değerleri
yok etmek üzere konumlanan sanat için sanat güçlü bir şekilde yaşamaya devam
ediyor. Bu yüzden egemen sanat anlayışı ve bu anlayışla doktrine edilen sanatçı, iyi
insan ve iyi toplum profili için çok tehlikeli.
Zamanlarının büyük çoğunluğunu
sinemayla, televizyonla, internet medyasıyla geçiren toplulukların değer
erozyonuna karşı dirençlerinin hızla azaldığı bir dünyada, aydınlanmış olmak,
aydınlanmamış olanlara hor bakılmasına neden oluyor.
İlk büyük ayrışma haberdar olmak
ayrıcalığı ile başlıyor ve toplum ayrışıyor. Diğerlerine göre daha farkında
gibi duran bireylerin toplumu etkileme gücü artıyor ve bu durum tasarlanmış her
türlü materyalin geometrik çarpanla medya ve sanat faaliyetlerinden uzak kalan
insanların etkilenmesini sağlıyor.
Etki akışının medya ve sanat
ürünleriyle kesintisiz olarak sürdüğü bu süreç sonunda, toplum, sanatla
ilgilenen grupları kanaat önderi olarak kabul etmeye başlıyor. Sanatçının gücü,
sanatçının aydın olduğu teziyle artıyor ve kalabalıkların aldatılmış algıları her
türden saldırıya açık hale getiriliyor. Günümüz edilgen bireylerinin
oluşturduğu üst tabaka, değerlerine bağlı kalmak için direnenlerin üstünde
sanatçı baskısı uygulayarak, haksız bir algı yönetimine aracılık ediyorlar.
Sanatçının kimliği, kişiliği,
inançları, siyasî düşünceleri sınanmamış bir katılıkla toplumun değerleri
üzerinde baskı oluşturunca, toplumdaki ayrışma refleksleri de artıyor.
Türkiye’de ve Dünya’da sanat ve sanatçı, belirli kliklerin, özel olarak tamamen
ahlak dışı, din dışı teorilerle insanları etkilemeye çalışan güç merkezleri
neredeyse bir tek gücün, masonik gücün etkisi altında.
Masonluktan ayrıldığını ifade eden ünlü müzisyen, söz yazarı ve besteci 73
yaşındaki Özdemir Erdoğan masonik gücün etkisini ve kuşattığı alanı şöyle
anlatıyor:
“Gençlik yıllarımda ‘Sanatçının
arkasında iyi bir lobi olmazsa albümleri ilgi görmez, el üstünde tutulmaz’ diye
düşünürdüm. Ve bu yüzden mason localarıyla ilişkim oldu, dernek toplantılarına
katıldım ve o insanlarla aynı ortamı paylaştım. Sanat felsefem geliştikçe de
gerçek sanatçının hiçbir yere bir mensubiyetinin olamayacağına kanaat getirdim
ve locayla yollarımı ayırdım. Çünkü ben gerçek sanatçıysam sadece masonik
düşüncelere sahip olamam. Yollarım ayrılınca da lobi desteğim bir anda kesildi.
Yani kendi kolumu kestim bir anlamda... İnsanlar bana ‘Özdemir, bizle yollarını
ayırmışsın biz de ona göre hareket edeceğiz.’ dediler. Beni bir köşeye ittiler
ve izole ettiler. Üst düzey bir TRT yöneticisi “Özdemir Erdoğan sen ne yaptın?
Locadan ayrılmasaydın seni TRT Müzik Dairesi’nin başına getirecektik. Ama artık
çok geç, dedi.”
Sanatın ve sanatçının bağımsız ve özgür
karakteri kliklerin etkisi altında iken üretilen eserlerin sanat olma özelliği
ortadan kalkar; sanat ideolojik savaşların en temel aracı hâline gelir. 18, 19
ve 20. Yüzyıllarda sanat ve sanatçı çevreleri köklü bir yapılanmayla tarihi değiştirecek
güce ulaştıklarında ana hedefleri için, her türlü dinî ve ahlakî değerin tedrici olarak
zayıflatılması ve insanların zihinlerinden uzaklaştırılması için çalıştılar ve başarılı oldular. Günümüz
insanının iyilik konseptinde bir hayat algısının oluşmamasının en temel nedeni
de bu. Masonların, din aleyhinde halka verilmesi gereken telkini ise şöyle
ifade edilir: "Halk olumlu bilim ve akıl ile eğitilirse, aydınlatılırsa,
dinlerin boş inançları kendi kendine yıkılır." (Mimar Sinan, 1982 S.44
sf.14)
Sanat ve sanatı üreten sanatçının
bireyler ve toplumlar üzerinde kurdukları baskı, bireylerin ve toplumların
duyarlılıklarını yok etmek ya da yeniden dizayn etmek üzere kurgulanmaktadır. Suriye
ve Mısır’da, dünyanın geri kalanında yüzbinlerce insan ölürken ya da hayat
alanlarını yitirirken, dünya büyük bir kaosta iken insanların , Island Def Jam
Music Group tarafından keşfedilen 19 yaşındaki Kanadalı pop şarkıcısı Justin
Drew Bieber’e odaklanmaları, adını Twitter gibi en aktif sosyal medya
portalında trend topic yapmaları bu tarz implant operasyonlarından biridir.
Universal Music Group’a bağlı Island Def Jam Music Group şirketinin en
önemli sanatçılarından bazıları, Justin Bieber, Beyoncé, Mariah Carey, Sum 41,
Bon Jovi, Jay-Z, Jon McLaughlin, Ludacris, Kanye West, Def Leppard, The
Killers, Melissa Etheridge, Anastacia, Rihanna, Amerie, Utada, En Derin, Fall
Out Boy, Jermaine Dupri, Nas, Willy Northpole, Jagged Edge, Robert Cray,
Sponge, The-Dream, Hoobastank, Saliva, Portishead, Ne-Yo, Young Jeezy, 9th
Ward, Ace Hood, Trinidad James ve The Rocket Summer gibi Amerikalı ve Avrupalı toplumları
etkileyen ünlü isimlerdir.
Hollywood kökenli film ve müzik
endüstrisinin, kısaca sanat aktivitelerini koordine eden şirketlerin sahipliklerinin
siyonist/masonik/neocon özellikleri kuşkusuzdur. Mel Gibson’ın İsa’nın
Çilesi’ni çektikten sonra yaşadığı yalnızlık bunun en açık örneklerinden
biridir.
Bireyler ve toplumlar üzerindeki
sanatçı baskısı masonik ideoloji konseptinde irdelendiğinde de aslında
sanatçı üzerinde de toplumu etkilemek için bir baskı oluşturulduğu fark
edilecektir. Kliklerin talimatına uymayan sanatçıların yalnızlaştırılması ve
gündem dışına itilmesi sıradan birkaç tehdit ayrıntısıdır.
31 Mayıs 2013’te gerilimin zirvesine
ulaşan ve sonrasında devam eden Gezi Parkı eylemlerinde de sanatçılar üzerinde
oluşturulan hükümet karşıtı baskının köklerinde masonik güç vardı. 11 yıllık
iktidar döneminde kendi sanat algısını oluşturma becerisi geliştiremeyen
iktidar partisi, bunun bedelini, cumhuriyet mitinglerinde, ergenekon ve balyoz
yargılamalarında, zaman zaman ödese de gerekli ve zorunlu dersleri çıkaramadı.
Sanatı ve sanatçıyı mason localarının tehditlerinden kurtaramadı.
Gezi Parkı’nda ve öncesinde Emek Sineması’nın taşınmasında, üç yüzden fazla sanatçının
masonik kliğin etkisiyle açıklama yapmaları,
tiyatro, sinema ve dizi
oyuncularının Twitter üzerinden toplumu kışkırtması, hükümeti görev yapamaz
hâle getirerek Başbakan’ı istifaya zorlamaya çalışması, hem yerel hem de
küresel organizasyonların sanatı ve sanatçıları kullanarak nasıl bir baskı
oluşturduklarına dair kontrollü bir süreç örneği olarak gösterilebilir.
Gezi
Parkı Eylemlerinin 17. gününde aralarında Zafer Algöz, Meltem Cumbul, Rıza
Kocaoğlu, Sermiyan Midyat, Barış Falay, Nail Kırmızıgül, Sarp Apak, Levent
Sarpoğlu'nun da bulunduğu çok sayıda sinema ve tiyatro oyuncusu Gezi Parkı
merdivenlerinde bir basın açıklaması yapmışlar, sonrada 'Her yer Taksim, her
yer direniş ' şeklinde slogan atarak parka geri dönmüşlerdi.
Açıklamayı
grup adına ünlü oyuncu Meltem Cumbul okumuştu:
"Gezi Parkı eylemlerinin
17. günündeyiz. Görüşmeler Gezi Parkı eylemcilerinin meşru temsilcilerini de
kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bu gelişmeyi umut verici bir adım olarak
değerlendiriyoruz. Diyaloğun sağlıklı bir şekilde giderilmesi için endişelerimizin
giderilmesini bekliyoruz. Ülke genelinde polis şiddeti hala daha devam ediyor.
Başından beri barışçıl eylemlerini büyük bir inanç, dirayet ve demokratik
olgunlukla sergileyen Gezi eylemcileri halen müdahale tehditi altında kalıyor.
Görüşmelerin devam edilebilmesi ve eylemciler tarafından sağlıklı bir şekilde
tartışılabilmesi için Gezi Parkı'na herhangi bir müdahale yapılmamalıdır.
Türkiye'nin dört bir yanında Gezi Parkı için sokağa çıkan binlerce insana
karşı uygulanan polis şiddeti sona erdirilmelidir. Eylemlerin başından itibaren
gözaltına alınan bütün eylemciler serbest bırakılmalıdır. Diyaloğun sürmesini,
polis şiddetinin sona ermesini ve müdahale tehdidine son verilmesini talep
ediyoruz. Bugünkü gelişmeler çok olumlu, umarım bu her zaman devam eder."
Gezi
Parkı Eylemlerinin terör eylemlerine dönüşmesi, polisin toplumun güvenlik ihtiyacına cevap vermesini
gerektiren yasal zorunlulukları doğurmuş ve bunun sonucunda iktidar, polisin
görevini yapması emrini vermişti. Oluşan terör, hiçbir AB ülkesinde ve
ABD’de normal karşılanmadığı , şiddetle
engellendiği halde kışkırtılan ve yönlendirilen eylemcilere uygulanan standart
prosedür ‘Polis Şiddeti’ olarak lanse edilmek isteniyor ve bunun üzerinden
hükümet ve Başbakan diktatör konumuna oturtulmak isteniyordu. Sanatçılar
tetikçi birer unsur olarak dindar bir nesil yetiştirmek isteyen Başbakan’ı
istifaya zorluyorlardı. Eylemlerin amacı hükümeti devirmekti.
Ünlü pop
sanatçısı Ajda Pekkan, sanatçılar üzerinde oluşturulan baskıyı anlatacaktı: "Gezi Parkı'nda yaşananlarla ilgili tavır
almayan sanatçılar neredeyse linç edilecek. Ben tavır almak kadar tavır almadım
da. 'Gezi Parkı korunsun' demek kadar, 'Topçu Kışlası yapılsın' demenin de
demokratik bir hak olduğunu düşünüyorum. Bu saatten sonra gidip orada görünmek
ve poz vermenin de çok samimi olacağını düşünmüyorum."
Ünlü
rock sanatçısı Haluk Levent, Taksim'de başlayan, yurt geneline yayılan olayları
üzüntüyle izlediğini belirtmiş, meselenin çözümünün sokaklarda değil demokratik
bir şekilde olması gerektiğini vurgulayarak, "Seçimle gelen seçimle
gitmeli. Kavganın cadde ve sokaklarda değil, seçim günü sandıkta verilmesi
gerekir. Bu yüzden de polis ile halkımızı sağduyuya davet ediyorum" demişti.
Geçmişte
Ak Parti iktidarına verdiği destek yüzünden eleştirilen Sezen Aksu, Taksim Gezi Parkı’nda yaşanan eylemler, terör
ve polis şiddeti ile ilgili resmi sitesinden bir açıklama yayınlamıştı:
"Uygar
dünyada, kent üzerinde yapılacak köklü değişiklikler söz konusu olduğunda,
yönetimin, karar sürecine kentin tüm paydaşlarını dahil etmesi ve uzlaşı
araması toplumsal barışın kalıcılığı açısından vazgeçilmez bir yöntem halini
almıştır. Yönetimin uzlaşı aramak ve
dinleme olgunluğunu gösterip birlikte çözüm bulmak yerine, sahip olduğu güç ile
vatandaşına şiddet uygulamasını, demokrasiyi ve yıllardır ihtiyacını duyduğumuz
toplumsal barışı temelinden zedeleyen ve bizi uygar olmaktan gittikçe
uzaklaştıran bir yol olduğuna dikkat çekerek, tüm erk sahiplerini aklıselime ve
vicdanlı olmaya davet ediyorum."
Tiyatrocu
Yılmaz Erdoğan, “Polis zoruyla elde edilen geçici ’sükunet’ kalıcı, toplumsal
barış ve huzur getirmedi, getirmiyor, getirmeyecek.” derken, ressam Bedri
Baykam, “Çarşı, Genç FB, 12.adam, ultraslan el ele sahaya, Gezi Parkına şimdi!
25 yıldır anlattım, herhalde artık inanmışsınızdır: "Türbana
özgürlük" diye hergün gündemi sarsanlar, özlerinde hep özgürlük düşmanı
oldular!” diyerek toplumu kışkırtmaya ve tasnif etmeye devam etmiş, oyuncu Nurgül
Yeşilçay “Hadi aksam gezi parkına. Onlar durmuyorsa biz de durmayalım!”
tweetleriyle sanatçı baskısını sürdürmüştü.
Gazetelere 'Kaygılıyız' ilanı veren edebiyatçı, oyuncu ve şarkıcı sanatçılar, kendi sanatlarının ürettiği bir sonuç olarak ortaya çıkan toplumsal atmosferden şikayetçi olurken çelişki içindelerdi. Kendi sanatlarıyla değil, ait oldukları masonik yapının doğal katkıları ile sanatçı olan; darbelere, soygunlara, teröre ilişkin kaygı giderici eser üretmeyerek, toplumu inandıkları yüzünden ürettikleri sanat ve sanatçı baskısıyla, eleştiren, aşağılayan ve dinsizleştirmeye çalışan sanatçılar şimdi yaşadıkları toplumu ve temsilcilerini eleştiriyorlardı. Her şey onların eseriydi ve şimdi kendilerine yönelen eleştirileri hazmedemiyorlardı:
“Sanat, hayatımızı diri tutan, bizi acılarımızdan arındıran, soluk almamızı sağlayan nefes borumuzdur. Bu ülkenin toplumsal değerlerine, acılarına her zaman yakın durmuş, sorunlarını gözlemlemiş, bu uğurda acılar çekmiş sanatçılar olarak diyoruz ki; Ortada yine bir öfke ve nefret kokusu var. Sanatçı ve sanatçıyı değersizleştirme, hedef gösterme, itibarsızlaştırma, suçlama, baskı altına alma girişimleri olanca hızıyla sürüp gidiyor. “Ayaklar baş oldu” sözünü sakınmadan söylenen dil, topluma nefret tohumları ekiyor. “Siz ve biz” söylemi toplumsal kutuplaşmayı keskinleştiriyor. Aşağıda imzası bulunan sanatçılar olarak, toplumda yeni mağduriyetler yaşanmaması için nefret dilinin sona ermesini, sanatçıların ve sanat eserlerinin hedef gösterilmemesini ve toplum üzerindeki baskıların kaldırılmasını istiyoruz.”
Siz ve biz ayrımını bütün eserlerinde özellikle tasarlayarak toplumun zihnine entegre edenler, kaybetmeye başladıkları itibarı ve rantı koruma kaygısıyla siz ve biz ayrımcılığından şikayet etmeye başlayan elit kesimdi.. İlanda imzası bulunan sanatçılar Türkiye'nin son kırk yılını an an dolduran isimlerdi:
Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Ara Güler, Orhan Pamuk, Nuri Bilge Ceylan, Fazıl Say, Ferzan Özpetek, Murathan Mungan, Ayşe Kulin, Sırrı Süreyya Önder, Halit Kıvanç, Tarık Akan, Elif Şafak, Emrah Serbes, Haldun Dormen, Filiz-Fikret Otyam, Ahmet Ümit, Halit Ergenç, Rutkay Aziz, Çetin Tekindor, Okan Bayülgen, Serra Yılmaz, Volkan Konak, Ayfer Tunç, Nebil Özgentürk, Yavuz Bingöl, Sunay Akın, Haluk Bilginer, Can Dündar, Erdal Beşikçioğlu, Ataol Behramoğlu, Cahit Berkay, Levent Üzümcü, Devrim Erbil, Selçuk Yöntem, Vedat Sakman, Erol Demiröz, Mustafa Alabora, Zeynep Oral, Gürer Aykal, Latife Tekin, Halil Ergün, Ece Temelkuran, Derya Köroğlu, Müge İplikçi, Edip Akbayram, Cihan Ünal, Müjde Ar, Ferhan Şensoy, Leyla Erbil, Onur Akın, Ahmet Telli, Bejan Matur, Metin Üstündağ, Yılmaz Odabaşı, Zeki Alasya, Mehmet Aksoy, Ahmet Say, Müjdat Gezen, Demet Akbağ, Yüksel Aksu, Ferhan-Ferzan Önder, Gülsin Onay, Leman Sam, Musa Kart, Kürşat Başar, Ahmet Güneştekin, Menderes Samancılar, Sermiyan Midyat, Ercan Kesal, Bulutsuzluk Özlemi, Ömer Faruk Sorak, Musa Eroğlu, Osman Şahin, Harun Tekin, Kardeş Türküler (BGST), Kudsi Ergüner, Duman, Bedri Koraman, Nejat İşler, İdil Biret.
Bu isimlerin içinde mason olmadığı için mason olan Zeki Alasya'dan ayrılan Metin Akpınar yoktu. Gezi
parkı eylemleri sürecinde aktif rol alan Şafak Sezer, Haziran ayında meydana
gelen olaylarda Barbaros Bulvarı'nda yönlendirdiği grupla yolu trafiğe kapatmış
ve sosyal medyada kahraman ilan edilmişti. Ünlü oyuncu Şafak Sezer, daha sonra
Başbakan’dan özür dilemişti. Kendisine
gelen eleştirilere Twitter'dan cevap vermişti: “Bir insanı sevmek döneklikse
Ben Başbakanımı seviyorum. Ne AK Partiden anlarım ne de siyasetten... Kişileri
sevmek emek ister”
Herhangi otuz kişinin oluşturamayacağı
etki, sanatçı kisvesi altında altına imza atılan metnin Türkiye Başbakanı’nı
tepki vermeye zorlamasıyla mümkün olabildi.
Herhangi otuz kişiden farklı olan bu otuz kişinin ortak özellikleri
sanatla meşgul olmalarıydı; yani zorunlu ihtiyaçlar hiyerarşisinde yer almayan mesleklerle
meşgul kişilerdi; mesela fırıncı değillerdi. Buna karşılık sırf yaptıkları işin
gücü, onları ciddiye alınır yapıyordu.
Sanat minapülatif illüzyonlarla imaj
bozunumları sağladığı gibi, imaj kreasyonları da üretebiliyordu. Erdoğan portresi,
diktatör imajına dönüştürülecek bir sanat nesnesi olarak önlerinde bir engeldi
sadece. Hitler benzeştirmeleri, polis şiddeti ve denenmiş kara gömlekliler
klasöründe üretilen eli satırlı-palalı imajlar, eli sopalı saldırganlar ciddî
bir organizasyonun sonucuydu.
Gerçeğin nasıl göründüğü değil, nasıl gösterildiği önemli olduğundan özgüvenlerine
sürekli hizmet eden sanatçı kibri, bu anlamda yaşadığı ülkeye ve dünyaya ezilen
insanların temsilcisi olarak görünen bir liderden diktatör çıkaramayacaklarını
fark etmelerine engel olmuştu.
Basit sinematografik hilelerle ya da kostümlerle
Erdoğan’dan diktatör çıkaramamış olmaları binlerce ünlü ismi barındıran Avrupa
ve Amerikan ana akım sinemasından ve sanat dünyasından ikna edebildikleri
insanlar artık unutulmaya yüz tutmuş, son bir umutla değerli bir iş yapma
hırsıyla küstahça bir mektubun altına imzalarını atmışlardı. Amaç açıktı; sanatçı baskısı ile imaj bozunması sağlamak ve Başbakanı polis şiddeti dolayısıyla
uluslararası kurumların hedefi hâline getirmekti
Sanat ve Sanatçı Baskısı, kaynakları ve
nedenleri dikkate alındığında en düşük seviyede olan bu marjinal grubun mektubu
ve içerdiği seviyesiz tehditler şöyleydi:
Bay
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Başbakanı
Ankara,
Türkiye. Temmuz 2013
Sayın
Bay Erdoğan,
Aşağıda
imzası olanlar, bu mektubu sizin polis güçlerinizin İstanbul’da Taksim Meydanı
ve Gezi Parkı ile Türkiye’nin diğer büyük şehirlerindeki barışçı gösterileri,
Türk Tabipler Birliği’nin verilerine göre beş kişinin ölmesi 11 kişinin ayrım
göstermeksizin biber gazı kullanımı nedeniyle gözünü kaybetmesi ve 8 binden
fazla kişinin yaralanmasına neden olacak biçimde, zalimce bastırmasını en güçlü
şekilde kınamak amacıyla yazıyoruz. Ancak, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın
benzersiz bir şiddet kullanımıyla boşaltılmasından sadece günler sonra, tek
suçları sizin diktatoryal yönetimine karşı çıkmak olan bu beş ölüye aldırmadan,
İstanbul’da Nuremberg Toplanması'nı hatırlatan bir miting düzenlediniz. Sizin
hapishanelerinizde Çin ve İran hapishanelerindeki sayının toplamından daha
fazla gazeteci var. Buna ek olarak, göstericileri çapulcu, yağmacı, holigan
olarak nitelendirdiniz, hatta bu göstericilerin yabancıların yönlendirdiği
teröristler olduğunu söylediniz. Oysa gerçekte, bu göstericiler sadece
Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün öngördüğü şekilde laik bir cumhuriyet
olarak kalmasını isteyen gençlerdi. Sonuç olarak, bir yandan ülkenizi AB üyesi
yapmaya çalışırken, bir yandan Türkiye’nin bir Egemen Devlet olduğunu
söyleyerek, AB liderleri tarafından size yönelik tüm eleştirileri
reddediyorsunuz. Size 9 Ağustos 1949’da imzalanmış Konvansiyon uyarınca
Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olduğunu, 18 Mayıs 1954’te Avrupa
İnsan Hakları Konvansiyonunu imzaladığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
yetkisini tanıdığını saygıyla hatırlatıyoruz. Bunların sonucunda, beş masum
gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg'da bir davaya dayanak teşkil
edebilir.
Saygılarımızla...
Mektupta
imzası bulunanlar arasında gazeteciler, yazarlar, ingiliz siyasetçilerle birlikte müzisyenler ve
sinemacılar da vardı. Altın Palmiye ödüllü Yönetmen David Lynch, Oscar ödüllü
oyuncular Susan Sarandon, Sean Penn ve Sir Ben Kingsley ile yine Oscar ödüllü
senaristler Sir Tom Stoppard, Christopher Hampton, Lord Julian Fellowes ve
"Schindler'in Listesi" filminin yapımcısı Branko Lustig...
Mektubu
imzalayanların sayısının azlığı ve daha ünlü isimlerin yokluğu, Erdoğan’ın
edindiği sarsılması güç imajın diğer sanatçıların gözünde yerini koruduğunu
gösteriyordu. İçeriğin güçsüzlüğüne rağmen kullandıkları dil saklanamayacak
kadar net bir timeline doğrultusunda, manevi
değerlere saygısızlıktan yargılanan ve mahkum olan Fazıl Say faktörüne Boğaziçi Üniversitesi sosyoloji profesörü
Faruk Birtek’in açıklamarına endeksliydi. Birtek, polisi Nazi Almanyası'ndaki
SS'lere benzetmiş ve orantısız güç kullanımını eleştirmişti.
Türkiye’deki
sinema, televizyon, sinema, müzik, edebiyat, heykel, resim gibi sanat
alanlarında sunulan eserlerin büyük kısmı, herhangi bir özgün kimliği olmayan,
klasik cumhuriyet kültürü gibi, batılı ilkleri ilkel düzeyde taklit eden
kalitesiz eserlerden oluşuyor. Eserlerin düşük kalitesine rağmen, bu sanatlarla
ilgilenenlerin sanatlarından çok daha büyük söz hakkına ve gücüne sahip olduklarını
sanmaları ciddi bir yanılgıdan başka bir şey değil.
Türkiye’deki
sanat ve sanatçı baskısı kısa vadede büyük çoğunluğu etkilemiyor, -zaten
Başbakan Erdoğan’a mektup yazmak için yeryüzünde sanatçı arayışına çıkmaları sanat
dünyasından beklenen gücün etkisiz ve yetersiz kalmasıydı-; ancak bu yapılardan
beslenen ve toplumsal aidiyetlik hissı yaşayan insanları etkilemeye yetiyor.
Gezi
Parkı’nda üretilen illüzyonist terör, güçlü
bir Başbakan’ın imajı sarsılamadığı için
başarısız bir isyan girişimi olarak kaldı. Sanat dünyası hakkında yeni fikirler
geliştirilmediği, mason localarının veya başka kliklerin etkilerinin
kırılmadığı durumlar, stabilizasyon politikalarına kurban edilerek korunursa,
başka bir siyasetçinin toplumun genel ve özel yararlarını koruması artık daha
da zorlaşacak.
Sosyal
medya, sanat baskısından daha büyük bir baskı türü olarak hızla alan genişletmeye
devam ediyor. Sosyal medyanın alan genişletmesi, sanat üzerindeki masonik kabusların etkisini de kırabilir, fakat insanlar kitap okumaktan, müzik
dinlemekten, sinema ve televizyon izlemekten vazgeçmeyecekler.
Faruk Tamer, 28.07.2013, Görsel Eleştiri - Visual
Critique XXXIX
5- http://www.haber7.com/unlulerin-dunyasi/haber/1053008-gezi-eylemcisi-sanatci-erdogandan-ozur-diledi