“Ana da baba da çocuğun yanında gerek…”
Rahmetlik anama biz ‘Âte’ derdik, çocukluğunda ‘Âtık’ ya da 'Âtıkiy' derlermiş, adı Altun’du. Ne dertler çektik beraber, Allah taksiratını sonsuz merhametiyle affetsin. Hem babalık yapmıştı iki çocuğuna hem de analık. Babam 44’te öldü, anam 2004’te; altmış sene kol kanat gerdi bize. Köyün o zahmetli yazında, kışında sırtında çalılar, çuvallar eksik olmazdı.
Öküzümüz yoktu; tarla sürüleceği zaman, anam öküzü olan akrabalarından rica eder, gelir tarlalarımızı sürerlerdi. Dayı, amca yok; anamın akrabalarından Ramazan vardı, o koşar gelirdi çift sürüleceği vakit. Anam da kışın keçiler için kesilen meşe yapraklarıyla dolu meşe dallarını sarıp deste yapmak için yardıma giderdi, onlara. Hiç kimsenin yardımını karşılıksız bırakmazdı.
Ramazan Dayı, derdim, o da kendi tarlaları bitmeden bizim tarlalara gelmezdi, sürme vakti geçerdi kimi seneler. Yedi-sekiz yaşıma geldiğinde, anamın bulduğu bir öküzle çift sürmeye kalkmıştım da köten (saban) kaldırıp toprağa saplayamamıştım, öküz sürüp giderken ancak bir çizgi bırakmıştı toprakta. Gücüm yetmemişti. Halbuki demir sapından sıkı tutmak, hattı dosdoğru götürmek lazım, taşa denk gelir, öküz sapar, bir sürü sıkıntı.. Çift sürmeyi öğrendiğimde anam rahat etmişti.
Eşeği yüklerdik. Anam bir tarafa topladığımız odunları dizer, bana tut der, öbür tarafa geçerdi. Ben gücüm yetmediğinden benden taraftaki yükle beraber dağılırdım. Tarla sulama vakti geldiğinde de akrabalarımız merhamet etmez, kafalarına göre sıramızı değiştirirlerdi. Duldur, yetimdir demezdi kimse.
Sahipsizdik; sahibimiz Allah’tı. Ama zahiremiz bol olurdu. Artanı satar, harçlık yapardık, lazım olanla da takas ederdik: Zaten bir şekere para verirdik, bir de şehirden sipariş ettiğimiz kumaş, ayakkabı olursa ona lazım olurdu para…çay yok daha köyde.
Dedemden, onun kardeşlerinden seferberliğe gidip dönen olmadığı için bizim tarlalar bölünmemişti. Zaten tarlaların en büyüğü Hıdır Çeşmesi dediğimiz Eyniy Hıdıriy, 6-7 dönümlük bir tarlaydı. Beş-on metre ötesinde çocuk sidiği kadar akan bir suyun önünü çevirmiş, topraktan bir göl yapmışlardı. O dolana kadar sıra beklerdik, komşu tarlalar da onunla sulanırdı. Diğer üç-beş dönümlük tarlalar susuzdu. Buğday, arpa ekmeye yarardı. Biraz da bağ bahçe vardı; bir asırdır ellenmemiş…
Amcalarım da gençken ölmüştü.. Bir halam vardı. Kezban, kocası Hıdır; ikisi de anamdan önce öldüler. Allah rahmet etsin. Hıdır amca derdik, Adana’ya çalışmaya gelir, döndüğünde hep beklerdim, bir mendil hediye alsa gelse diye. Parasını da verirdik; paramız vardı çok şükür. Yetim, ilgi bekler, başının okşanmasını ister. Babasızlık o kadar zordur ki.
Allah’ın verdiği ömür başka; ama ana-baba sağsa, boşanmışlarsa çocuk o babasızlığı yine çeker. Ana-baba çocuğu ne anasız bırakacak ne de babasız. Ana da baba da çocuğun yanında gerek. Bizde saygısızlığı, bir ayıbı yoksa kadın boşamak ayıptı. Şimdilerde iki-üç çocuk varken tutup boşanıyorlar, hiç Allah’tan korkmadan. O çocukların ne günahı var? Ne hakkınız var onlara bir ömrü zehir etmek için?
Babasızlığı, anasızlığı çeken hiç kimse çocuklarını anasız babasız bırakmaz. Yokluğu bilmemek, insanları, yeni nesli şımartıyor. Hangi boşanmış adam ya da kadın mutlu olmuş ki? Bunları anlatmak lazım. Tamam, sıkıntısı çok olanlar olur, olmaz değil. Fakat el birliği ile ne var ne yok akraba, konu komşu yuvayı diri tutmaya kalkardı. Şimdi öyle değil, boşanan ne danışıyor kimseye ne de laf dinliyor; kör kütük başının dikine gidiyor. Yetmiyor kardeş akraba kim varsa dedikoduyla kopacak ipi iyice koparıyor. Bu işin vebali çok büyük. Ömür bir tane heder etmek ahmakların işidir. Ne kadın dertsiz olur ne erkek. Sabırlı olmak lazım. Tatlı dilli olmak lazım.
Rahmetlik Âte, altmış sene her türlü sıkıntıya rağmen bizi terk edip gitmedi, sokakta bırakmadı. Ben de ömür boyu ona hürmet ettim, onu kırmadım. 89’da tansiyondan felç olana kadar anam söylerdi, konuşurduk. Felçten sonra konuşamaz oldu. Neyim var yok verirdim iyileşsin diye, ama çaresi yoktu.
Anamın kendisini, ömrünü iki çocuğuna feda etmesi tüm analara ders olsun. Gençti; kocaya varabilirdi. Şimdi hemen boşanıp koca bulacağını sanan ahmaklar iyi düşünsünler, hele çocukları varsa Allah’tan korksunlar.
Dünya dert yeridir, keder yeridir; güllük gülistanlık değildir. Allah her vakit sınar insanı. Evlatla sınar, eşle sınar, ana-babayla sınar, servetle sınar, komşuyla sınar, akrabayla sınar. Ana-babaya hürmet bir insanı, bir cemiyeti sağlam tutar.
Bizim neslimiz biraz sıkıntılı bir nesildi. Yokluk nesliydi. Serttik, itiraz kabul etmezdik, fakat bu hepten bizim kusurumuz değildi. Bu memleket bizim gibi baba-dede görmeyenlerin memleketiydi o zamanlar. Harpler adam bırakmadı ki; evlat, torun düşünmeyi, davranmayı öğrensin. Yetimi de Allah terbiye ediyor; amma eksiğimiz çoktu.
Yine bizim çağımız çocuklarımızın, torunlarımızın çağından daha hürmetkârdı. Selamla, hatırla iş görürdük. Senet, sepet isteyene kimse itibar etmezdi. Senet mahkemeydi, icraydı; kim üç kuruş için insanın kalbini kırardı ki. Faiz bilmezdik. Borç alırdık, gün verirdik. Günü geldiğinde elimizde varsa verirdik, yoksa yine borç eder o gün sözümüzü yerine getirirdik. Alacaklı, lazımsa kalsın derse, biraz daha uzatırdık vadeyi. Hepsi o kadar.
Şükür esnafın eli para görürdü de alacaklı olurduk daim; ama borçlu sözünü tutmazsa, o zaman bozuşurduk. Gelsin, yok desin, gitsin diye beklerdik. Nitekim çoğu insan öyle yapardı. Geçinir, giderdik
.
.
İnsanlığımız eskiyor, dinimizin bize öğrettiklerini okullar öğretmiyor, cami hocaları öğretmiyor, herkes boş bir gayret içinde. Kimsenin aklına sonraki nesiller gelmiyor. 80’leri anlatacaktım yine laf eskilere gitti. Allah affetsin…