29 Temmuz 2013 Pazartesi

SA323/KY1-CÇ24: Vesvese

Kalbim buz kesmişti korkudan. Ellerim buz. Gözlerim sönmüştü. Karanlıktı.”



Geceydi. Karanlığın hükümranlığı tartışılmazdı yani. Ne hilâl vardı, ne yarım ay. Ne bedir. Yıldızlar da yoktu. Evlerden yansıyan ışıklar sanki karanlığın şiddetini arttırıyordu.

Geceydi. Başımı nereye çevirsem karanlık karşılıyordu bakışlarımı. Karanlık emiyordu gözlerimin ışığını. Işığın aldığı gözlere ne olmuştu? Aydınlığın aldığı gözlere nasıl anlatabilirdim karanlığı? Hem ne diyecektim? Söyleyecek sözüm yoktu ki. Karanlık işte.


Geceydi. Sanırım cehennemden bir kesitti. Cehennem böylesi bir karanlığın ev sahibi olmalıydı. Cehennem karanlığın ateşe dönüşmüş hali olmalıydı. Cehennemin alevleri bile karanlık olmalıydı. Işıksız bir ateş olmalıydı cehennemde tutuşturulan. Her bir yanı karanlık olmalıydı. Karanlık çepeçevre sarmış olmalıydı her bir yanını cehennemin.

Geceydi. Mini minnacık bir işaret yoktu olana ilişkin; dünyamın mı benim mi gözlerime mil çekilmişti. Aydınlıktan nasibim tükenmiş miydi? Işıktan sürgün mü edilmiştim? Işık olduğu yerdeydi de ben mi sürgün edilmiştim oradan?

Geceydi. Bir tek yıldız olsun olaydı!

Yoktu yıldızlar. Bulutlar yoktu. Ama kapalı değildi ki gökyüzü. Yine de bir tek bulut bile yoktu. Hadi ay kaybolmuştu, ya gökyüzünün süsü yıldızlar? Ki, gece bulutsuz olunca seyrine doyum olmazdı.

Gökyüzünün süsüydü her biri. Yolunu yitirenlere kılavuzdu yıldızlar. Ah! Hele çoban yıldızı. Çobanı hiç olmamış bir kentin göğünde çoban yıldızı ne yapsındı? Denebilir. Böylesi bir ihtimal var elbet. O soruyu gerektirecek bir şeyler bulunur elbet. Ama daha dün ordaydı. Şimdi karanlık onu da yutmuş!

Karanlık yıldızları da yutuyor muydu? Yutar mıydı? Böyle bir ihtimalden kimse söz etmemişti. Herkes biliyor da susuyor muydu? Yoksa bilenler söylemeyi mi unutmuştu?

Geceydi. Vahşi bir karanlıktı çöreklenen güne. Akreplere, çıyanlara, sırtlanlara gün doğdu sanmıştım onlar da avı olmuştu karanlığın. Onlar da kaçacak bir delik arıyorlardı. İnlerinden fırlayıp sağa sola koşmaya başlamışlardı. Onlar da şaşkındı var olan her bir varlık gibi. Canlı cansız her bir varlık şaşkındı. Bu karanlık o bildikleri karanlık değildi. Bir pusuya yatıp avlarını beklerken kendilerine yoldaş olan değildi bu karanlık. Artık kendileri de bir avdı. Böyle algılıyorlardı. Kaçmayı umuyorlardı bu vahşi karanlıktan her bir pusuya yatan, her bir pusu kuran. Pusular anlamsızdı artık. Her bir şeye pusu kuran bir tek bu karanlıktı artık. Her birimiz avıydık bu pusu kuranın. Hep mi vardı bu pusu?

Geceydi. Nesneleri göremiyor olsam, derdim; gözlerime kara sular indi. Ve çekerdim sineye. Ah! Evet, sızlanırdım doğru! Ben Yakup denli dizginlerini almış değilim nefsimin. Yed’inde tutan beni mevcut varlarımdır. Yakup gibi varların mutlak sahibini hakkıyla bilen olmadığımı biliyorum. Şükrü varlara hasr ettiğimi inkâr edecek kadar ikiyüzlü olamam. Ve varlarımın elimden alındığında Yakup gibi karşılayacağımı iddia edemem. Yine de denerim. İşte bunu yaparım.

Ve derim: “ Kaldıramayacağım yükle sınama beni! Ben Yakup değilim. Sana gizli olan ne var ki?”

Gözlerim elimden alınmış değil. İşte görebiliyorum evlerden sızan kirli ışıkları. İşte odamı aydınlatan yapay ışıkla kendilerini ele veren eşyalarım. Ya sokak? Ya gökyüzü? Hiç bu kadar karanlık olmamıştı.

Hiç bu kadar korkmamıştım. Ürkütmemişti hiç bu kadar karanlık beni. Hiç bir şey ürkütmemişti hiç bu kadar hiçbir canlıyı. İtiraf ediyorum ki hiçbir şey umurumda değildi artık. Hiç bir şeyin de umurunda değildi bir başkası. Her bir varlık, her bir canlı kendi savaşını veriyordu karanlıkla. Bir başkasını umursayacak fırsatı yoktu bir diğerimizin. Öylesine kıskıvrak kuşatmış her birimizi.

Geceydi. Kalbim yerinden fırlayacakmışçasına çarpıyordu. Ve dermanı kalmamıştı dizlerimin. Ve ellerim titriyordu. Ve gözlerim boğulmuştu karanlığa. Ve bulanmıştı karanlığa. Adım atacak mecalim yoktu. Başımı çevirmek istemiyordum gökyüzünden. Belki gelirdi yıldızlar. Belki çıkıp gelirdi bir yerlerden sessiz adımlarla ay. Gökyüzü yarılırdı belki ve çıkardı bir yerlerden kılavuz yıldızlar.

Mecalsizdim. Bitkindim. Susuzluktan parçalanmıştı yüreğim. Sızım sızım sızlıyordu ellerim. Çınlıyordu kulaklarım. Kulaklarımda en vahşi sesler uğulduyordu. Beynimde kramplar dolaşıyordu. Dilimi kemiriyordu her bir yanından.

Geceydi. Hükmedebilsem gözlerime ağlayacaktım. Hükmedebilsem bedenime dönecektim kıbleye. Belki de budur sözü edilen tekil kıyamet. Yaşanılan tekil kıyamet böyle bir şeydir. Ancak öylesine bilgisizim ki. Neyi nereye koyacağımı bilmiyorum. Neyin ne olduğu bilinmeden nereye konulacağı bilinmiyormuş demek ki. Ve karanlık içime doğru akmaya başlamıştı.

Geceydi. Yalnızlığın ete-kemiğe büründüğü bir dem olmuştu bu dem. Terim karanlığa gömülmüştü. Ayaklarım karanlığa basmıştı. Gözlerimi yumsam karanlıktan kurtulabilir miydim ki yumdum gözlerimi. Göz kapaklarımı acıyıncaya kadar bastırdım. Karanlık işlemişti içime.

Geceydi. Müstehzi sesler salyasıydı adeta karanlığın. Her bir yanım o salyalarla ıslandı. Burnum sızladı kötü kokudan. Çürümüş kokudan. Salyaya sinmiş kokudan.
Geceydi. Demir taraklarla taranıyordu derim. Nadasa bırakılmış bir topraktı sanki bedenim. Sürülme vakti gelmişti sanki. Yüreğimin katılığı gitsin için miydi? Böyle bir teselliye mi sarılmalıydım şimdi?

Geceydi. Arandım. Bir umutla arandım. Karanlığın ilişmediği, ilişmeyeceğine inandığım aşinalar aradım. Kalbim buz kesmişti korkudan. Ellerim buz. Gözlerim sönmüştü. Karanlıktı.

Geceydi. Zorlukla kımıldattım bedenimi. Ayrıldım önünden pencerenin. Karanlığı otağında vurmaktı hedefim. Ya da emelim. Karanlığın böğrüne saplanacak bir kargıydı arandığım. Bir mızrak. Ya karanlık kaplayacaktı evreni ya ben kaplayacaktım karanlığı, aydınlığı yetirmek için aşinalara.

Geceydi. Uykunun koynuna aldığı insanlardan uzak gözlerim karanlığa bulanmış ve yalnız. Akreplerin, yılanların, çıyanların, sırtlanların, karamukların birbirlerini ezerek koşuştuğu bu mezbelede yalnız olmak ne korkunçtu. Ne korkunçtu ıssızlığın, kimsesizliğin koynunda kıvranan bir yitik çocuk olmak. Çocuk çünkü mecali yoktu benliğimin. Benliğim kayıplar skalasında dermekteydi günleri. Elinde unutkanlık çetelesi bakınmaktaydım dört bir yana.

Geceydi. Irak zamanlardan arta kalan. Geçmişin künhüne erememiş. Gelecekten ürken. Anı tüketmenin sarhoşluğuyla arz-ı endam eden bir vakitti. İki eliyle sarılmıştı gırtlağıma. Soluğum kesilmişti.

Geceydi. Direndim karanlığa. Açtım sımsıkı yumduğum gözlerimi. Korkuyu vurdum alnından. Dudaklarımı ıslatıp güç bela, sesimin yettiğince dedim; “Karanlığın şerrinden sığınırım Allah’a!”



Cemal Çalık, 29.07.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark



Cemal Çalık Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı