"Hayatın amacı mesleklere bağlı olan bir amaç değildir; iyi ya da kötü olmaya endekslenen bir amaçtır."
Şimdi uykunun derin akıntısında kendinden geçen, dilediği bölüme yerleşmiş huzurlu
gençler var aklımda. Bir de huzursuz geceler boyunca bir sağa bir sola dönen,
herhangi bir tanıdıkla karşılaşmamak için akrabaya, çarşıya gitmeyen, herhangi
bir üniversiteye yerleşememiş gençler. Üniversitelere öğrenci yerleştirme büyük
oranda tamamlanmıştı. On iki yıllık
öz geçmiş, bütün gençlere gelecekleri adına kuracakları hayat için en önemli
durakta tek etken oluyordu.
Bu öz geçmişin gücü haksızlık mı üretiyor, bilmiyorum; ama ürettiği şey gençleri iki gruba ayırmak, bunu çok iyi biliyorum. Üniversiteye yerleşmiş ya da yerleşmemiş olarak mutlu olanlar ve mutsuz olanlar. Bu ayrım haksız bir ayrım. Üniversiteye gitmek mutluluğun ön şartı da gerekli şartı da değil.
Mutluluk çok daha başka bir şey. Belki de hiç doğum günü kutlanmayan bir yaşlı adamın, ölmeden önce, sıcaktan bunaldığı bir günde serin bir rüzgarın esmesidir mutluluk; belki de selin alıp götürdüğü çeyiz hâtırası sandığını bir dere kenarında sapasağlam bulan yaşlı bir kadının yaşadığı duygudur.
En başarılı öğrencilerin tıp ve bilgisayar mühendisliklerine yerleşmeleri,
yanlış mutluluk arayışlarından kaynaklanıyor. Oysa doktorlar ve mühendisler örnekleminde yapılacak anketlerle basit bir mutluluk analizi yapılıp sonuçlar
öğrencilerle ve ailelerle paylaşılabilir; bu yüzden rehberlik faaliyetlerinin doğruca
ailelere verilmesi gerek, diyorum.
Gençlerin liseden mezun olurken düşüncelerinin en uç çeperlerine
yerleştirilmiş mutluluk şartnameleri, en çok ebeveynin ve toplumun bizzat
kendisinin eseri, dolayısıyla mutsuzluk da onların eseri. Yataklarında tutamadıkları
uykuya hasret kalan gençler de onların eseri.
Gerçeklerden uzak olmayan
anketlerin, enformasyon çalışmalarının toplumun bütün hücrelerine yayılması gerek. Öğrencilerimin
bazen, bunları ailelerimize de anlatın demesinden, dolayı düşünüyorum. Çocuğu doktor olamayan
aile neden mutsuz olur ki? Doktorların mutlu olduğunu kim söyledi?
İyilik ve kötülüğün belirlediği hayatın mutluluk tanımları başka başkadır.
Mesela, mesele meslekî mutluluksa, hayatı boyunca hiçbir şeye zorlanmamış ve
ekonomik kaygı gütmeden dilediği bir mesleği seçmiş ve ömrünü o meslekle
geçirmiş birinden daha mutlu kim olabilir?
Mesele, meslekî mesele ile sınırlı
değildir; eş seçiminin getirdiği sorunlar, çocuk sayısı, hastalıklar, ölümler
her meslek grubunun yaşadığı ortak sorunlar vardır. Bu sorunlar var olduğu
zaman mutluluk denen şeyin izafî bir şey olduğunu anlarsınız. Ölümün ve
hastalıkların olmadığı bir hayat var mıdır?
Sevdiği mesleği yapan, herhangi bir sağlık ve eş, çocuk sorunu bulunmayan
insanların mutlu olduklarını söylememiz mümkün mü? Diğerlerine oranla daha az
sorunları vardır; ancak onlar da ölümsüz aile bireylerine sahip değiller;
afetler, kazalar onlar için de var.
O halde, bizim gençlere yüklediğimiz asıl sıkıntı, hayatın amacının ne
olduğuna dair sıkıntı değil midir? Dertsiz, kedersiz bir hayat olamayacağına
göre, çocuklarımız hangi amaca binaen o sıkıntılara karşı bilinçli ve kontrollü
bir tavır alacaklar, duygularını ona göre yönetecekler? Hayatın amacı nedir?
Çok para kazanmak ve dilediğini elde edebilecek güçte olmak mıdır?
Yanlış amaçlarla yanlış sonuçlar üretiyoruz; bu artık inkâr edilemeyecek
kadar somut bir şey. Çalıştığım bir okulda, lise son sınıflardan birinde,
sonraki dersimizde herkesin birer tane balon ve birer tane de toplu iğne
getirmesini istemiştim. Merak edip sormuşlardı da, deney yapacağız demiş
ve asıl sebebi söylememiştim. Hatta gönüllü birinin, herkesten parasını
almak kaydıyla, yeteri kadar balon ve toplu iğne satın alarak yardımcı olabileceğini
de eklemiştim.
Sonraki derste, herkesten gözlerini
kapatmalarını ve gelecekle ilgili bütün hayallerini düşünerek balonu
üflemelerini ve şişirmelerini istemiştim. Bütün balonlar şiştiğinde gözlerini
açtılar; bütün hayalleri balonlarının içindeydi. Merakla bana bakıyorlardı.
Toplu iğneyi diğer ellerine almalarını ve ben üç deyince balonlara batırmalarını istedim. “Ama Hocam!” diye sitem edenler oldu, “Hayallerimiz var orada.” Ben sakince saydım ve ‘üç’ deyince bütün balonlar patladı. Hepsinin hayalleriyle dolu olan balonlar patladığında büyük bir gürültü kopmuştu.
Toplu iğneyi diğer ellerine almalarını ve ben üç deyince balonlara batırmalarını istedim. “Ama Hocam!” diye sitem edenler oldu, “Hayallerimiz var orada.” Ben sakince saydım ve ‘üç’ deyince bütün balonlar patladı. Hepsinin hayalleriyle dolu olan balonlar patladığında büyük bir gürültü kopmuştu.
Herkes şaşkınca ellerinde kalan son balon parçasına bakıyordu; balonu
şişirdikleri büzüşmüş ağız kısmı kalmıştı balondan geriye. Onlara bu kısmı
hatıra olarak saklamalarını söylemiş, sonra tek tek hayallerinin her an balon
gibi patlayabileceğini, ancak onların yeni hayaller kurup yeni balonlar
şişirebileceklerini ve hayatlarına böylece her an yön verebileceklerini anlatmıştım.
Şaşkın şaşkın bana bakıyorlardı.
“Bu hayat sizin!” demiştim, “Dilediğinizi yapma hakkı sadece sizde.”
“Bu hayat sizin!” demiştim, “Dilediğinizi yapma hakkı sadece sizde.”
Balonların patlarken çıkardığı ses bütün okulda yankılanmış, idareciler,
diğer sınıftaki öğretmenler koşarak gelmişlerdi. Ben de olacakları tahmin
ederek kapıya çıkmıştım. Korku dolu gözlerle bana bakan meslektaşlarıma,
gülümsemiş ve “Deney yapıyoruz, bir şey yok!” diyerek onları geri göndermiştim.
Her yıl üniversite yerleştirme sonuçları açıklanırken, ben bütün Türkiye’de
başkaları tarafından patlatılan hayallerle dolu balonların büyük gürültüsünü
duyarım ve içim acır. O gençlerin çoğu artık yeni hayaller kuramayacak kadar
yıkılmıştır ve sonraki hayal kırıklıklarının en büyük kurbanları olarak hayatın
içine, biraz daha dibe doğru, üstelik aşağılanarak, azarlanarak yol
almaktadırlar.
Oysa kaybedilen sadece bir yıldır ve
eğer gerekli planlamalar yapılırsa, gelecek yıl ve belki de sonraki gelecek yıl
çok daha iyi şeyler olabilir. Ya da üniversiteli olmadan daha sade ve dingin
bir hayat için yol alınabilir. Daha zordur bu yol belki, ama hiçbir şekilde
mutsuzluk yolu değildir. Kaybedilmemiş bir evlat vardır bu yolda;
aşağılanmamış, azarlanmamış yeni hayaller kurabilecek bir evlat.
Hayatın amacı mesleklere bağlı olan bir amaç değildir; iyi ya da kötü
olmaya endekslenen bir amaçtır. İnsanlar iyiliği ve kötülüğü her meslekte aynı
şekilde yaşarlar; ne bir eksik ne bir fazla…