“Vesayet
mi? Hangi vesayet?”
Eskiden
de böyleler miydi, emin değilim. Müslüman avının yoğun ve acımasızca yaşandığı
dönemlerde, tedirgin ve resesiftiler. Said Nursi’nin peşindeki casuslardan
korunmak için ürettiği stratejileri taklit etmeleri normaldi. Doğal olarak tedbirli ve hoşgörülü
davranıyorlardı karşıtlarına. Buna takiyye denmesi rahatsızlık verici de
değildi, Kur’an baskı altında inançlarını saklamalarına cevaz veriyordu
nasılsa.
Tek kusurları,
diğer cemaatlere karşı tavizsiz derecede sert ve iletişimsiz olmalarıydı. Şimdi tuhaf bir şekilde Recep Tayyip Erdoğan’a
karşı saldırgan ve yırtıcı bir dil kullanıyorlar. Bundan da tedirgin
olmuyorlar, güvendikleri daha başka ve büyük bir güç varmış gibi.
Fethullah
Gülen’i lider kabul etmiş öğretmenlerden, doktorlardan, mühendislerden, polislerden,
hukukçulardan, iş adamlarından, esnaftan bahsediyorum, belki de bahsetmiyorum.
Ama eminim gazeteci ve yazarlardan bahsettiğime. Bir virüs gibi dolaşıyorlar
Gülen’in çevresinde. Gazeteci ve yazarlar bahsi derin bir bahis. Oradan sıkılıyor
bütün su-i kast mermileri. Oradan temsil ediliyor Gülen Cemaati.
Kahire’de
tarih yazan Müslüman Kardeşlere, “Canınızı kurtarın, darbeye direnmeyin!” diyen Kudüs deneyimli yazarından, eski solcu siper
tahkim görevlilerinden, uluslar arası medyada yazıları çıkan
akademisyenlerinden, Haber Ajansı’nı yöneten gazetecilerinden, Amerika’daki
think-tank kuruluşlarıyla sıkı işbirliği içinde çalışan eski polis akademisi
öğretim üyelerinden ve birkaç selim duruşlu yazarı hariç oluşan yazar takımıyla
Başbakan Erdoğan’a karşı saldırgan bir dille yazan isimlerinden bahsetmek istiyorum. Bunlar hangi ara cemaatin, ‘otorite’ye
olan saygısını hiçe saydılar?
Ulaştıkları
medyatik şiddetin boyutları içlerinden ikisini rahatsız etmiş galiba. Utangaç
bir dille müslümanlar arası diyalog çağrısı yapmaya, teskin edici birkaç yazı
yazmaya çalıştılar. Yazıları pek etkili olmadı kendileri etkili bir konumda
olmalarına rağmen. Cemaatin kalemi silah gibi kullanan yazarları teknik bir
çalışma içinde imişler gibi soluksuz ve soğukkanlı bir hırsla yazmaya devam
ettiler. Bir virüs tepeleri işgal etmişti, anlaşıldığı kadarıyla.
Cemaatin
hizmetle meşgul tabanı, başlangıçta hemen saldırgan dile intibak etmiş,
eleştirileri basmakalıp bir dille yanıtlamaya kalkmışlardı, ama entrikacı
karaktere sahip olmadıklarındandır sanırım, sonra yalpalamaya başladılar.
Yapılanları açıklayamaz oldular, üzüldüler ve sustular. İçlerindeki hizmet aşkı sarsılmıştı.
Anlamıyorlardı.
Düne kadar birlikte aynı yöne baktıkları müslümanlarla neden çatışmaya
başladıklarını düşünüp, olanları bir yere oturtamıyorlardı. Amerika’dan,
Pennsylvania’dan haber alabilen arkadaşlarından durum değerlendirmesi yapanları
dinliyorlardı ve bir umutla her şeyin düzelmesini bekliyorlardı. Ne yazık ki
işler düzelmiyordu. Gazetelerdeki saldırılar durmuyordu.
Liberal,
solcu, ortayolcu ünlü isimlerin, Pennsylvania’daki çiftliğe kadar gidip görüş
alışverişinde bulunmaları; Fethullah Gülen’in fotoğrafçılara entelektüel pozlar
vermesi, Başbakan Erdoğan’a yönelik eleştirileri, Türkiye’nin iç ve dış
politikalarına yönelik eleştirileri ‘laf dinlemezlik’ suçlamaları, ‘kibir’
tartışmaları gibi tuhaf alışkanlıklar, “Erdoğan gitsin, Ak Parti kalsın, Gül
gelsin” gibi metamorfozlar cemaatin otorite saygısına uymayan gelişmelerdi. Bir
yerlerde bir virüs vardı ve bu virüs cemaati içten içe yiyip bitiriyordu.
Sonuçta
virüs üretenler, bütün dünyaya yayılmış olan okullara karşı hükümette bir anti-sempati
ürettiler mi bilmiyorum, ama Türkiye’deki dershanelere karşı bir tedbir alma
girşimi başlatmaya muvaffak oldular. Ergenekoncular harıl harıl dershane ve
özel üniversite kurup öğrencilere oynattıkları tiyatrolarda İslam’la alay
ederken üstelik.
Fethullah
Gülen, entelektüel kişilik pozları veriyordu, iyiydi; ama ülkede Zaman ve Today’s
Zaman gazeteleri saldırgan dilleri yüzünden hızla tiraj kaybediyordu.Diğer
müslümanların antipatileri artıyordu. Durumu adilane değerlendirmeye çalışan
gazeteciler ve düşünürler kem küm etmeye başlıyorlardı. Haksızlık açıkça
meydandaydı çünkü. Açıkça eleştirmeye kalkanlarsa pek de küfürbaz sosyal medya
elemanları tarafından saldırılara uğruyorlardı. Ne olmuştu bu sakin, temiz
yüzlü insanlara?
Yüz
kızartıcı suçla yargılananlara bile uzlaşı ve iltifat dolu tebrikler,
darbecilerle yanaşık düzen ‘Diktatör Erdoğan!" sloganları…
İsrail,
Amerika, hatta PKK bile tu-kaka değilken Ak Parti, İran tu-kaka… Vesayet mi?
Hangi vesayet? Geçmişin vesayetçileri ile yanyana durmak Said Nursi’nin kemiklerini
sızlatmıyor mu?
Cemaat
içindeki virüsü temizlemezse, kanser bütün vücuduna yayılacak; haberleri yok mu?
Arif Şahin, 02.08.2013, Sonsuz
Ark, Şaşkınların Tarihi 4