2 Ağustos 2013 Cuma

SA333/AŞ4: Cemaat’in İçindeki Virüs

“Vesayet mi? Hangi vesayet?”


Eskiden de böyleler miydi, emin değilim. Müslüman avının yoğun ve acımasızca yaşandığı dönemlerde, tedirgin ve resesiftiler. Said Nursi’nin peşindeki casuslardan korunmak için ürettiği stratejileri taklit etmeleri normaldi.  Doğal olarak tedbirli ve hoşgörülü davranıyorlardı karşıtlarına. Buna takiyye denmesi rahatsızlık verici de değildi, Kur’an baskı altında inançlarını saklamalarına cevaz veriyordu nasılsa. 

Tek kusurları, diğer cemaatlere karşı tavizsiz derecede sert ve iletişimsiz olmalarıydı.  Şimdi tuhaf bir şekilde Recep Tayyip Erdoğan’a karşı saldırgan ve yırtıcı bir dil kullanıyorlar. Bundan da tedirgin olmuyorlar, güvendikleri daha başka ve büyük bir güç varmış gibi.

Fethullah Gülen’i lider kabul etmiş öğretmenlerden, doktorlardan, mühendislerden, polislerden, hukukçulardan, iş adamlarından, esnaftan bahsediyorum, belki de bahsetmiyorum. Ama eminim gazeteci ve yazarlardan bahsettiğime. Bir virüs gibi dolaşıyorlar Gülen’in çevresinde. Gazeteci ve yazarlar bahsi derin bir bahis. Oradan sıkılıyor bütün su-i kast mermileri. Oradan temsil ediliyor Gülen Cemaati.

Kahire’de tarih yazan Müslüman Kardeşlere, “Canınızı kurtarın, darbeye direnmeyin!” diyen  Kudüs deneyimli yazarından, eski solcu siper tahkim görevlilerinden, uluslar arası medyada yazıları çıkan akademisyenlerinden, Haber Ajansı’nı yöneten gazetecilerinden, Amerika’daki think-tank kuruluşlarıyla sıkı işbirliği içinde çalışan eski polis akademisi öğretim üyelerinden ve birkaç selim duruşlu yazarı hariç oluşan yazar takımıyla Başbakan Erdoğan’a karşı saldırgan bir dille yazan isimlerinden bahsetmek  istiyorum. Bunlar hangi ara cemaatin, ‘otorite’ye olan saygısını hiçe saydılar?

Ulaştıkları medyatik şiddetin boyutları içlerinden ikisini rahatsız etmiş galiba. Utangaç bir dille müslümanlar arası diyalog çağrısı yapmaya, teskin edici birkaç yazı yazmaya çalıştılar. Yazıları pek etkili olmadı kendileri etkili bir konumda olmalarına rağmen. Cemaatin kalemi silah gibi kullanan yazarları teknik bir çalışma içinde imişler gibi soluksuz ve soğukkanlı bir hırsla yazmaya devam ettiler. Bir virüs tepeleri işgal etmişti, anlaşıldığı kadarıyla.

Cemaatin hizmetle meşgul tabanı, başlangıçta hemen saldırgan dile intibak etmiş, eleştirileri basmakalıp bir dille yanıtlamaya kalkmışlardı, ama entrikacı karaktere sahip olmadıklarındandır sanırım, sonra yalpalamaya başladılar. Yapılanları açıklayamaz oldular, üzüldüler ve sustular. İçlerindeki hizmet aşkı sarsılmıştı.

Anlamıyorlardı. Düne kadar birlikte aynı yöne baktıkları müslümanlarla neden çatışmaya başladıklarını düşünüp, olanları bir yere oturtamıyorlardı. Amerika’dan, Pennsylvania’dan haber alabilen arkadaşlarından durum değerlendirmesi yapanları dinliyorlardı ve bir umutla her şeyin düzelmesini bekliyorlardı. Ne yazık ki işler düzelmiyordu. Gazetelerdeki saldırılar durmuyordu.

Liberal, solcu, ortayolcu ünlü isimlerin, Pennsylvania’daki çiftliğe kadar gidip görüş alışverişinde bulunmaları; Fethullah Gülen’in fotoğrafçılara entelektüel pozlar vermesi, Başbakan Erdoğan’a yönelik eleştirileri, Türkiye’nin iç ve dış politikalarına yönelik eleştirileri ‘laf dinlemezlik’ suçlamaları, ‘kibir’ tartışmaları gibi tuhaf alışkanlıklar, “Erdoğan gitsin, Ak Parti kalsın, Gül gelsin” gibi metamorfozlar cemaatin otorite saygısına uymayan gelişmelerdi. Bir yerlerde bir virüs vardı ve bu virüs cemaati içten içe yiyip bitiriyordu.

Sonuçta virüs üretenler, bütün dünyaya yayılmış olan okullara karşı hükümette bir anti-sempati ürettiler mi bilmiyorum, ama Türkiye’deki dershanelere karşı bir tedbir alma girşimi başlatmaya muvaffak oldular. Ergenekoncular harıl harıl dershane ve özel üniversite kurup öğrencilere oynattıkları tiyatrolarda İslam’la alay ederken üstelik.

Fethullah Gülen, entelektüel kişilik pozları veriyordu, iyiydi; ama ülkede Zaman ve Today’s Zaman gazeteleri saldırgan dilleri yüzünden hızla tiraj kaybediyordu.Diğer müslümanların antipatileri artıyordu. Durumu adilane değerlendirmeye çalışan gazeteciler ve düşünürler kem küm etmeye başlıyorlardı. Haksızlık açıkça meydandaydı çünkü. Açıkça eleştirmeye kalkanlarsa pek de küfürbaz sosyal medya elemanları tarafından saldırılara uğruyorlardı. Ne olmuştu bu sakin, temiz yüzlü insanlara?

Yüz kızartıcı suçla yargılananlara bile uzlaşı ve iltifat dolu tebrikler, darbecilerle yanaşık düzen ‘Diktatör Erdoğan!" sloganları…

İsrail, Amerika, hatta PKK bile tu-kaka değilken Ak Parti, İran tu-kaka… Vesayet mi? Hangi vesayet? Geçmişin vesayetçileri ile yanyana durmak Said Nursi’nin kemiklerini sızlatmıyor mu?

Cemaat içindeki virüsü temizlemezse, kanser bütün vücuduna yayılacak; haberleri yok mu?


Arif Şahin, 02.08.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 4




Seçkin Deniz Twitter Akışı