“Savaşların
çıkarlara hizmet ederken yok ettikleri hayatlarla beraber, bir sürü duygu var.”
Karla
kaplı ormanlarda dolanıp duran ve mola veren kadınlı, erkekli, çocuklu bir
topluluk ve doğum yapmak üzere olan genç bir kadın. Ergenliğin sarsak ruhunda
bir erkek çocuk, elinde doğum için taşıdığı iki su kovasıyla gözleri kapalı
olan kadına doğru ilerliyor, kovaları yere bırakıyor ve sessizce kadının
arkasına geçiyor, sağ elini kaldırıp kadının saçlarına dokunuyor… Kadın birden
gözlerini açıyor ve “Franz!” diye bir çığlık atıyor… Ekran kararıyor, bir
kadın sesi Belarusça anlatıyor hikayenin kalan kısmını ve ben, jenerik akarken
anlatılanları, alt yazı olmadığından anlamıyorum.
Olguların,
olayların sırtına bindirilerek anlatıldığı bir yapıt Franz&Polina. Doğrusal
bir film akışı, anlaşılmayanları tam zamanında, ne önce ne sonra yerleştirilen diyaloglarla
sessiz sinema olacak kadar kendisini kameralara terk etmiş bir filmin
hikayesinde neredeyse kusursuz duruyor. Rus Sinemasının genç yönetmenlerinden 1974
doğumlu Mikhail Y. Segal’in senaryosundan, kurgusuna kadar özel olarak
ilgilendiği filmin senaryosunu Ales Adamovich, Vladimir Stepanenko, Maksim
Trapo yazarken, özgün müziklerini Andjei Petras hazırlamış ve kurguda yönetmene
eşlik eden Rinat Khalilullin.
2006
yapımı olan filmde rol alanlar ise, Adrian Topol (Franz), Svetlana Ivanova (Polina),
Tamara Mironova (Kucherikha), Uwe Jellinek (Otto)
Filmin
giriş kısmında nehirde çırılçıplak yıkanan erkek çocuklar var ve onlarla aynı
zamanda yüzmek için çıplak alman nazi askerleri. Beyaz Rusya, yani Belarus 1941’de
Nazi askerlerinin işgal ettiği Rus tampon bölgesi. İşgalden sonra iki yıl
geçmiş. Film, 1943 baharı ve sonraki dokuz ayı anlatıyor. Dokuz ay, Franz ile
Polina’nın bebeğinin doğacağı zamanda bitmesi ile planlanan natural bir zaman
işaretleyicisinden çıkıyor.
Tamamen
pastel görüntülerle izlediğim filmin kurgusu, küçük olaylarla, ilişkilerle,
diyaloglarla, semboller ve imgelerle
şekillendirilmiş. Alışıldık olmayan bir savaş eleştirisi, yaşadıkları
topraklarda göçmen-gezgin durumuna düşürülmüş toplumlar, intikam duygusu, azim
ve kararlılıkla birlikte doğaya karşı
hayatta kalma mücadelesiyle donanmış bir aşk hikayesi anlatılıyor filmde.
Yüz bin ölüm, milyonlarca göçmen kurbanla
Suriye’deki iç savaş sürerken izlediğim bu filmin bendeki yankısından çok daha önemli olan
dünyadaki yankısı. Ancak filmi çeken Rusların ülkesi, Suriye’deki vahşetin ABD
ile birlikte ana sorumlularından biri… Acıları sinemada somutlaştırmak, savaşın
yıktığı sıradan insanların dünyasını anlamaya ve savaşlara engel olmaya
yetmiyor. Ülkelerin politik çıkarları insanların aşklarından, ölümlerinden
evsiz kalmalarından daha da önemlisi aç kalmalarından daha önemli…
Franz&Polina’da
iki kahramanın yaşadıkları kaçak zamanlarda aç kalmamak için verdikleri
mücadeleyi gördüğümde, Esed’in füzeleri ve toplarıyla harabe kente dönüşmüş
Humus’ta açlık dolayısıyla insanların kedi eti yenebileceğine dair fetva
dilenmeleri gelmişti aklıma. Müslüman insanlardı onlar; öldürenler ve ölenler,
aç kalanlar, evsiz kalanlar sözde aynı dindendi. Savaşın vahşeti 2. Dünya savaşında aynı dine, Hristiyanlığa
sahip olmaları da Almanların ve Rusların çıkarlarına kurban verilen binlerce
kişinin hayatını, duygularını görmeye yetmemişti.
Bir aşk
masalı gibi başlamayan, ama bir aşk efsanesi olarak biten Franz&Polina; Belaruslu SS karşıtı partizanların
köylerinden birine yerleşen İki nazi subayından genç olanın Belaruslu bir genç
kıza aşık olmasıyla başlayan bir dram. Annesi ile yaşayan Polina’nın evlerine
yerleşen Franz ve komutanı istihbarat toplamakla görevliler. Polina ve annesi
yaptıkları yemeklerle ve hizmetlerle onlara bir konuk gibi davranıyorlar.
Polina’nın ağabeyi bir partizan ve ormanlarda SS’lere karşı savaşıyorlar.
Polina ve annesi komutanı tarafından şüpheli olarak görülüyorlar. Franz kızdan
istihbarat alması için yakınlaşma talimatı alıyor; ancak kıza aşık oluyor.
Franz Almanca konuşuyor Polina Belarusça…anlaşamıyorlar başlangıçta, zaten film
diyaloglar üzerine kurulu değil.
Polonya asıllı bir Alman Adrian Topol (Franz) ve Rus oyuncu Svetlana Ivanova (Polina) neredeyse mükemmel bir görsel şölen sunuyorlar oyunculuklarıyla.
Bir SS
baskınında komutan Polina’nın annesini vurmak isterken Franz kendi komutanını
silahıyla vurarak öldürüyor ve üçü evin mahzenine saklanarak yakılan, yıkılan
köyde sağ kalmayı başarıyorlar. SS’ler ormana kaçmamış olan bütün köylüleri
çocuk, kadın demeden öldürüyorlar. Kadınlar Suriyeli kadınlar gibi; başları laiklere inat sımsıkı örtülü...
Anne,
acılarla dönüyor yakılan evlerin arasında, yakınlarını buluyor, gömülmelerini
istiyor bilincini kaybetmiş bir halde. Savaşı ürettiği vahşeti an an kare kare
yaşatıyor annenin gözlerinde ve sözsüz davranışlarında. Kadın, cesetler
gömülürken oturduğu yerde ölüyor.
Franz ve
Polina artık kaçaklar. Ormana kaçıyorlar. Bir kulübe buluyorlar, orada balık
avlayarak kalıyorlar bir süre. Franz genç bir adam, kentli bir adam, Polina ise
vahşi doğayla mücadeleye alışmış güçlü bir genç kız. Biirlikte oluyorlar
sığındıkları kulübede. Köpeklerin saldırısına uğradıktan sonra, partizanların
baskınıyla bir şok daha yaşıyorlar. Franz’ı sağır ve dilsiz kardeşi olarak
tanıtıyor Polina.
Başka bir
yerde başka bir topluluğa karışıyorlar ormanda. Onlarla beraber yürüyorlar. Bu
kez Almanların baskınına uğruyorlar ve Almanlara yardım eden diğer Batı Belaruslu
milislerle karşılaşıyorlar. Batı Belarus Polonyanın ve doğal olarak işgalci Almanya’nın
kontrolünde. SS komutan, ikisini sessizce göndermelerini istiyor.Batı Belaruslu
milisler ikisini öldürmek üzereyken kaçıyorlar, ancak Polina vuruluyor.
Başka
bir evsiz kalmış topluluğa katılıyorlar, bu topluluk film bitene kadar
ayrılmayacakları bir topluluk. Karlar, soğuk Kuzey Avrupa ormanları ve yoksul
köylüler. Yaralı Polina’ya tıbbi malzeme olmadığı için müdahale edemeyen doktor
ve Alman işgali altındaki kente bir
alman askeri öldürüp üniformasını alarak giren ve gerekli malzemeleri alan
Franz. Annesine ve diğer bütün annelere sayıklıyor boynundaki madalyona masumiyet yükleyerek. Bütün annelerin iyi olduğunu haykırıyor öldüreceği Alman askerine doğru yürürken.
Dönüşte
ateşli tifoya yakalanıp sayıklayan ve Alman olduğu anlaşılan Franza karşı
topluluk önce yadırgayıcı sonra hikayeyi öğrenince bağışlayıcı ve sahiplenici
bir tepki veriyor. Ancak bir çocuk, annesi babası kardeşleri nazilerce öldürülen
bir ergen erkek çocuk. Franz’ı alman olduğu için, intikam için öldürmeyi aklına
koyuyor. Büyük annesi, uygun bir zamanda bir tek mermisi bulunan tabancasıyla uygun
bir zaman kollayan çocuğun dramını anlatıyor Polina’ya…
Kaçıyorlar;
ancak ormanda seri halde ilerleyen alman askerleriyle karşılaşıp dönüyorlar.
Polina hamiledir ve doğum zamanı yaklaşmıştır. İki kova su almasını isterler
kadınlar Franz’dan. İki boş kovayla nehir kenarına giden Franz’ı takip eden,
Polina’ya aşık olmuş Belaruslu genç çocuk vardır.
Film
girişte anlattığım görüntülerle sona erer.
Belarus,
yani Beyaz Rusya, Suriye gibi yüzlerce yıldır bir tampon bölge olarak acılar
çekiyor. Savaşların çıkarlara hizmet ederken yok ettikleri hayatlarla beraber,
bir sürü duygu var. İnsanlık duyguları ve hayatı ölümden daha fazla
sevmeyenlerce yönetiliyor. Acıların en büyüğü bu.
Farklı dillerde
konuşan insanların sessiz aşkları gibi her şey; en tatlı anında bitiyor.
Ve hiç kimse
yaşananlardan ders almıyor.
Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 03. 08. 2013, Sinema Notları 11
Franz&Polina
İzlekleri:
Mikhail
Segal İzlekleri:
2-http://www.msegal.ru/index.php?lang=eng