3 Ağustos 2013 Cumartesi

SA334/AH12: Franz&Polina; Savaş Sunaklarında İki Kurban

“Savaşların çıkarlara hizmet ederken yok ettikleri hayatlarla beraber, bir sürü duygu var.”


Karla kaplı ormanlarda dolanıp duran ve mola veren kadınlı, erkekli, çocuklu bir topluluk ve doğum yapmak üzere olan genç bir kadın. Ergenliğin sarsak ruhunda bir erkek çocuk, elinde doğum için taşıdığı iki su kovasıyla gözleri kapalı olan kadına doğru ilerliyor, kovaları yere bırakıyor ve sessizce kadının arkasına geçiyor, sağ elini kaldırıp kadının saçlarına dokunuyor… Kadın birden gözlerini açıyor ve “Franz!” diye bir çığlık atıyor… Ekran kararıyor, bir kadın sesi Belarusça anlatıyor hikayenin kalan kısmını ve ben, jenerik akarken anlatılanları, alt yazı olmadığından  anlamıyorum.


Olguların, olayların sırtına bindirilerek anlatıldığı bir yapıt Franz&Polina. Doğrusal bir film akışı, anlaşılmayanları tam zamanında, ne önce ne sonra yerleştirilen diyaloglarla sessiz sinema olacak kadar kendisini kameralara terk etmiş bir filmin hikayesinde neredeyse kusursuz duruyor. Rus Sinemasının genç yönetmenlerinden 1974 doğumlu Mikhail Y. Segal’in senaryosundan, kurgusuna kadar özel olarak ilgilendiği filmin senaryosunu Ales Adamovich, Vladimir Stepanenko, Maksim Trapo yazarken, özgün müziklerini Andjei Petras hazırlamış ve kurguda yönetmene eşlik eden Rinat Khalilullin.  
        
2006 yapımı olan filmde rol alanlar ise, Adrian Topol (Franz), Svetlana Ivanova (Polina), Tamara Mironova (Kucherikha), Uwe Jellinek (Otto)

Filmin giriş kısmında nehirde çırılçıplak yıkanan erkek çocuklar var ve onlarla aynı zamanda yüzmek için çıplak alman nazi askerleri. Beyaz Rusya, yani Belarus 1941’de Nazi askerlerinin işgal ettiği Rus tampon bölgesi. İşgalden sonra iki yıl geçmiş. Film, 1943 baharı ve sonraki dokuz ayı anlatıyor. Dokuz ay, Franz ile Polina’nın bebeğinin doğacağı zamanda bitmesi ile planlanan natural bir zaman işaretleyicisinden çıkıyor.

Tamamen pastel görüntülerle izlediğim filmin kurgusu, küçük olaylarla, ilişkilerle, diyaloglarla, semboller  ve imgelerle şekillendirilmiş. Alışıldık olmayan bir savaş eleştirisi, yaşadıkları topraklarda göçmen-gezgin durumuna düşürülmüş toplumlar, intikam duygusu, azim ve  kararlılıkla birlikte doğaya karşı hayatta kalma mücadelesiyle donanmış bir aşk hikayesi anlatılıyor filmde.

Yüz bin ölüm, milyonlarca göçmen kurbanla Suriye’deki iç savaş sürerken izlediğim bu filmin  bendeki yankısından çok daha önemli olan dünyadaki yankısı. Ancak filmi çeken Rusların ülkesi, Suriye’deki vahşetin ABD ile birlikte ana sorumlularından biri… Acıları sinemada somutlaştırmak, savaşın yıktığı sıradan insanların dünyasını anlamaya ve savaşlara engel olmaya yetmiyor. Ülkelerin politik çıkarları insanların aşklarından, ölümlerinden evsiz kalmalarından daha da önemlisi aç kalmalarından daha önemli…

Franz&Polina’da iki kahramanın yaşadıkları kaçak zamanlarda aç kalmamak için verdikleri mücadeleyi gördüğümde, Esed’in füzeleri ve toplarıyla harabe kente dönüşmüş Humus’ta açlık dolayısıyla insanların kedi eti yenebileceğine dair fetva dilenmeleri gelmişti aklıma. Müslüman insanlardı onlar; öldürenler ve ölenler, aç kalanlar, evsiz kalanlar sözde aynı dindendi. Savaşın vahşeti  2. Dünya savaşında aynı dine, Hristiyanlığa sahip olmaları da Almanların ve Rusların çıkarlarına kurban verilen binlerce kişinin hayatını, duygularını görmeye yetmemişti.



Bir aşk masalı gibi başlamayan, ama bir aşk efsanesi olarak biten  Franz&Polina; Belaruslu SS karşıtı partizanların köylerinden birine yerleşen İki nazi subayından genç olanın Belaruslu bir genç kıza aşık olmasıyla başlayan bir dram. Annesi ile yaşayan Polina’nın evlerine yerleşen Franz ve komutanı istihbarat toplamakla görevliler. Polina ve annesi yaptıkları yemeklerle ve hizmetlerle onlara bir konuk gibi davranıyorlar. Polina’nın ağabeyi bir partizan ve ormanlarda SS’lere karşı savaşıyorlar. Polina ve annesi komutanı tarafından şüpheli olarak görülüyorlar. Franz kızdan istihbarat alması için yakınlaşma talimatı alıyor; ancak kıza aşık oluyor. Franz Almanca konuşuyor Polina Belarusça…anlaşamıyorlar başlangıçta, zaten film diyaloglar üzerine kurulu değil.


Polonya asıllı bir Alman Adrian Topol (Franz) ve Rus oyuncu Svetlana Ivanova (Polina) neredeyse mükemmel bir görsel şölen sunuyorlar oyunculuklarıyla.

Bir SS baskınında komutan Polina’nın annesini vurmak isterken Franz kendi komutanını silahıyla vurarak öldürüyor ve üçü evin mahzenine saklanarak yakılan, yıkılan köyde sağ kalmayı başarıyorlar. SS’ler ormana kaçmamış olan bütün köylüleri çocuk, kadın demeden öldürüyorlar. Kadınlar Suriyeli kadınlar gibi; başları laiklere inat sımsıkı örtülü...

Anne, acılarla dönüyor yakılan evlerin arasında, yakınlarını buluyor, gömülmelerini istiyor bilincini kaybetmiş bir halde. Savaşı ürettiği vahşeti an an kare kare yaşatıyor annenin gözlerinde ve sözsüz davranışlarında. Kadın, cesetler gömülürken oturduğu yerde ölüyor.



Franz ve Polina artık kaçaklar. Ormana kaçıyorlar. Bir kulübe buluyorlar, orada balık avlayarak kalıyorlar bir süre. Franz genç bir adam, kentli bir adam, Polina ise vahşi doğayla mücadeleye alışmış güçlü bir genç kız. Biirlikte oluyorlar sığındıkları kulübede. Köpeklerin saldırısına uğradıktan sonra, partizanların baskınıyla bir şok daha yaşıyorlar. Franz’ı sağır ve dilsiz kardeşi olarak tanıtıyor Polina.

Başka bir yerde başka bir topluluğa karışıyorlar ormanda. Onlarla beraber yürüyorlar. Bu kez Almanların baskınına uğruyorlar ve Almanlara yardım eden diğer Batı Belaruslu milislerle karşılaşıyorlar. Batı Belarus Polonyanın ve doğal olarak işgalci Almanya’nın kontrolünde. SS komutan, ikisini sessizce göndermelerini istiyor.Batı Belaruslu milisler ikisini öldürmek üzereyken kaçıyorlar, ancak Polina vuruluyor.

Başka bir evsiz kalmış topluluğa katılıyorlar, bu topluluk film bitene kadar ayrılmayacakları bir topluluk. Karlar, soğuk Kuzey Avrupa ormanları ve yoksul köylüler. Yaralı Polina’ya tıbbi malzeme olmadığı için müdahale edemeyen doktor ve  Alman işgali altındaki kente bir alman askeri öldürüp üniformasını alarak giren ve gerekli malzemeleri alan Franz. Annesine ve diğer bütün annelere sayıklıyor boynundaki madalyona masumiyet yükleyerek. Bütün annelerin iyi olduğunu  haykırıyor öldüreceği  Alman askerine doğru yürürken.

Dönüşte ateşli tifoya yakalanıp sayıklayan ve Alman olduğu anlaşılan Franza karşı topluluk önce yadırgayıcı sonra hikayeyi öğrenince bağışlayıcı ve sahiplenici bir tepki veriyor. Ancak bir çocuk, annesi babası kardeşleri nazilerce öldürülen bir ergen erkek çocuk. Franz’ı alman olduğu için, intikam için öldürmeyi aklına koyuyor. Büyük annesi, uygun bir zamanda bir tek mermisi bulunan tabancasıyla uygun bir zaman kollayan çocuğun dramını anlatıyor Polina’ya…

Kaçıyorlar; ancak ormanda seri halde ilerleyen alman askerleriyle karşılaşıp dönüyorlar. Polina hamiledir ve doğum zamanı yaklaşmıştır. İki kova su almasını isterler kadınlar Franz’dan. İki boş kovayla nehir kenarına giden Franz’ı takip eden, Polina’ya aşık olmuş Belaruslu genç çocuk vardır.

Film girişte anlattığım görüntülerle sona erer.

Belarus, yani Beyaz Rusya, Suriye gibi yüzlerce yıldır bir tampon bölge olarak acılar çekiyor. Savaşların çıkarlara hizmet ederken yok ettikleri hayatlarla beraber, bir sürü duygu var. İnsanlık duyguları ve hayatı ölümden daha fazla sevmeyenlerce yönetiliyor. Acıların en büyüğü bu.

Farklı dillerde konuşan insanların sessiz aşkları gibi her şey; en tatlı anında bitiyor.

Ve hiç kimse yaşananlardan ders almıyor.



 Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 03. 08. 2013, Sinema Notları 11




Franz&Polina İzlekleri:

Mikhail Segal İzlekleri:
2-http://www.msegal.ru/index.php?lang=eng

Seçkin Deniz Twitter Akışı