“Harflerin dizlerine
yüklediğim enerji, çocukluk hayâllerimden besleniyor biraz da…”
Hayattaki her şey, bir tohumun toprağa ekilmesi ile başlayan ve devam eden bir öykü gibidir. Bir şey çarpılır dikkatine ve sonrası genişler, halka halka büyür. 12-13 yaşlarındayken hedeflerim vardı. Mesela terzi olmak isterdim, tasarım yapmayı, kesmeyi ve dikmeyi. Babam soğuk bakınca vazgeçtim.
Babam terzide diktirirdi, pantolonlarını, takım elbisesini, montkemer dediği kaban-ceket arası yumuşak kumaştan yazlık ceketini ve yazları giymeyi sevdiği şalvarını. Ben de pantolonlarımı orada diktirirdim. Gide gele bakar, izlerdim Terzi Sait’i. Parmağında hep şapka gibi metal bir kapak olurdu, iğneden, iğnenin sırtından parmakları yıpranmasın diye.
İki pantolonum olurdu hep. Sürekli boyları kısalırdı. Kendimce bir çözüm bulmuştum, paçasını uzun bükecek şekilde diktirirdim; boyları kısalınca da kendim söker uzatır ve elle teğelleyerek paçayı yeniden büker ve ütüleyerek giyerdim. Terzi Sait iki ölçü alırdı, biri bel diğeri boy. Sonra “Git, üç gün sonra gel, al!” derdi. Duvarlar, tavan hep askılıklarla doluydu, askılıklar da takım elbiseler, şalvarlar ve pantolonlarla.
Şimdi hâtıralarımı
teğelliyorum aslında. Birbirine yeniden bağlıyorum, ütülüyor ve bir kenara
yeniden istifliyorum.
Terzi olmaktan
vazgeçtim. Doktorluk geldi aklıma. Doktor olmak istedim. İyi bir gelirim olacaktı; yakınlarımı rahat yaşatacaktım ve ben Cuma günleri özel muayenehânemde yoksullar
için bedava muayene yapacaktım. Terzilikten çekilen dikkatim doktorluğa
yönelmişti. Babama da söylemiştim. Babam
müftü, vâiz olmamı istemişti, hakkı, hakikâti ve İslam’ı anlatmak için.
Çok iyi hatırlıyorum,
babama anlatmıştım düşündüklerimi. “Baba, demiştim, her Cuma kürsüden, minberden
anlatıyor müftüler, vâizler, imamlar; insanlar dinliyorlar ve câmiden çıkınca
unutuyorlar. Oysa aynı şeyleri bir doktor söylese daha etkili olmaz mı?”
Babam bir şey
dememişti. Ben ortaokul ve liseyi okurken hedefim meslek olarak doktorluktu.
Takirnâmelerle geçen bir yedi yılım oldu. Son sınıfta üniversite sınavlarına
hazırlanırken hayâllerimi yıkan, beni kahreden bir şeyle karşılaştım.
Matematik’ten okulda görmediğim bir sürü konu vardı ve ben onlarla ilgili
hiçbir şey bilmiyordum.
Sonradan öğrendim, İmam-Hatip’te matematik müfredatı tam olarak okutulmuyordu. Şu anda 11. ve 12. Sınıflarda okutulan konuların hiçbiri yoktu. Benim de o konulardan sorumlu olacağımı hiçbir öğretmenim söylememişti.
Sonradan öğrendim, İmam-Hatip’te matematik müfredatı tam olarak okutulmuyordu. Şu anda 11. ve 12. Sınıflarda okutulan konuların hiçbiri yoktu. Benim de o konulardan sorumlu olacağımı hiçbir öğretmenim söylememişti.
İntegral ve türev ne
demekti? Bir hafta boyunca bunların sözlük anlamlarını araştırdım. Yeteri kadar
kaynak yok ve ben 12 Eylül darbesi sonrası alınan 50 bin liralık peşin
verginin kurbanı olarak, gün geçtikte yoksullaşan bir babanın çocuğu olarak
dershaneye de gidemiyordum.
ÖSS’den çok yüksek
puan almama rağmen ÖYS istediğim gibi geçmemişti. Üniversite sınavının sonucu,
o yıl soruları TÜBİTAK’ın hazırlamasına ve soruların zorluğundan dolayı yüksek
katsayı avantajıyla yüksek matematik puanı almama rağmen tıp fakültelerinden
birine yerleşemedim.
Ertesi yıl dershaneye gitme umudum olmadığından o yıl kazandığım bir bölüme yerleştim. İstanbul'daki Hava Harp Okulu'ndan gelen davetiyeye de ilgiyle bakmış ve öğrenci işlerine mektup yazmıştım. Bizi alıyor musunuz diye... Gelen cevapta başka alanlarda başarılar diliyorlardı bana. Sakıncalıydık nedense...
Ertesi yıl dershaneye gitme umudum olmadığından o yıl kazandığım bir bölüme yerleştim. İstanbul'daki Hava Harp Okulu'ndan gelen davetiyeye de ilgiyle bakmış ve öğrenci işlerine mektup yazmıştım. Bizi alıyor musunuz diye... Gelen cevapta başka alanlarda başarılar diliyorlardı bana. Sakıncalıydık nedense...
Sınava girmeden önce
tercih yapıyorduk. Ve nereye yerleşeceğimiz artık bizim kontrolümüzde değildi.
Bu yüzden o kadar çok insan istemediği bölümlere yerleşmek zorunda kalarak
hayâllerine veda etti ki…
Sonradan anladık ki; bu sistem ÖSYM’nin dilediği
adamları dilediği yerlere yerleştirmeleri için yıllardır uyguladığı bir sistem.
Mesela Boğaziçi üniversitesini hep zengin çocukları kazanıyordu; arada birkaç
tane de yüksek puan alan öğrenciler. Beyazların çocukları içinmiş dediler daha
sonra.
Şimdi tam tersine puan
belli oluyor, sonra tercih yapıyor gençler; çok şanslılar aslında. Ama bu kadar
çok kaynağa ve fırsata rağmen elde ettikleri başarı maalesef üzüntü verici.
Sonraki yıllarda
öylesine girdiğim sınavlardan birinde İ.Ü.Veterinerlik, diğerinde de
İ.Ü.İktisat Fakültelerini kazanmama rağmen gitmedim, mecburen ilk yıl
kazandığım bölüme devam ettim.
Bir de yazarlık
dikkatimi çekmişti. İlk metinlerim sosyolojik analizlerdi. Atari salonlarına
gidiyordum, oyun oynuyordum. Orada da gözlem yapıp yazıyordum. Kıraathâne
dedikleri, bir kısmında okey, kağıt oyunları oynanan, diğer kısmında bilardo
masası bulunan, bir kenarında da iki veya üç atari makinesi bulunan bir yerdi.
Orada gördüğüm davranışları, küfürlü konuşmaları ve ahlakı irdeliyordum. O
metinler hâlen durur; yaş 13-14.
Kitaplar en iyi
dostlarımdı. Dikkatimi dağıtır ve toplarlardı. Ama her seferinde büyüyen bir
ilk damla, ilk tohum ekimi gibi. Her şey o dikkate bağlı olarak gelişir ve
sonradan sönerdi. Kitap okuma ve yazma bende hiç sönmedi. Hayatın zikzaklarında
hep kitap okudum ve yazılar yazdım.
Filipinler’in Mindanao adasındaki Moro
müslümanlarının direnişlerine bakardım, Filistin’e, Eritre ve Afgan
mücahitlerine. Hasan Nail Canat bizi alır götürürdü sarp, geçilmez Afgan
dağlarına.
Bazen Conan Doyle’den
Sherlock Holmes, bazen Ian Fleming’ten James Bond, bazen de Agatha Christie,
bazen de Aleksandre Dumas çekip alır, götürürdü beni uzaklara.
Şimdi dikkatim yine
dünyaya odaklı. Yakından uzağa doğru, halka halka yürüyorum. Babamın benden
istediğini yapmaya çalışıyorum, bir vâiz ya da müftü olarak değil, bir yazar
olarak.
Harflerin dizlerine
yüklediğim enerji, çocukluk hayâllerimden besleniyor biraz da. O yüzden
teğelliyorum hatırâlarımı. Kim bilir; belki de terzilik yapıyorumdur yine…
tasarlıyor, kesiyor biçiyor ve giyiyor, giydiriyorumdur… Hem babam hem ben, benden
ne istemişsek onu yapıyorumdur.
Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 04.08.2013