“Damlaya damlaya büyür
harçlıklar.”
Elini öper, sonra gözlerinin içine bakar çocuk. Harçlık ister; özgürce harcayacaktır çünkü. Kimse ona “Harçlığını ne yaptın?” diye sormayacaktır diğer günlerdeki gibi. Eğer ellerin pantolon ceplerine doğru hareketlenirse gözlerine dikkatle bak. Muhtemelen kafasını eğecektir sen görme diye. Ama için için sevindiğini bil.
Kafasında tek soru
vardır onun: “Acaba kaç para verecek?” Ne kadar çok verirsen o kadar çok
büyüyecektir masum gözleri, dudak kıvrımlarını o kadar çok sıkıştıracaktır sevincini gizlemek için. Onu
sevindirmek istemez misiniz kocaman paralarla? Sevinsin; bayramdır.
Hangi birimiz
bayramlarda biriktirdiğimiz harçlıkları bir köşeye çekilip gizlice saymadık ki?
Bayram harçlığı veren akrabalarımızı iyi tanırdık. Büyük büyük kağıt para
verenlerle metal bozuklukları ceplerinden çıkarıp avuçlarımıza sıkıştıranları.
Para verenlerin
hepsini severdik. Hepsine aynı derecede sevmezdik elbette; sadece çok vereni
daha çok severdik. Vermeyenlerin elini isteksizce öperdik; hele zengin olup da
vermeyenlerin yanına bile gitmezdik. Çocuktuk işte. Unutmayın; çocuklar hiç
büyümezler, hep çocuktur onlar ve her çocuk bayram harçlıklarını biriktirmeyi,
sorumsuzca harcamayı sever.
Yeni nesil ailelerin
eş-dost, akraba ziyaretleri seyrektir. Çocuklar çok sık bir araya gelmezler.
Geleneksel alışkanlıklar da biz büyüklerin sıkı tembihleriyle ağır yara alır.
Birinden bir şey almak iyi değildir, hoş değildir; aç gözlülük, görgüsüzlük
gibi bir şeydir. Harçlık anne-babalar tarafından verilir. En fazla
dedelerden-nenelerden alınmaya izin vardır.
Bizim büyük oğlumuz
beş yaşındaydı. Hanımın memleketine gitmiştik bir bayram için. Bayram
namazından sonra kardeşiyle beraber harçlıklarını pay eder, kimseden harçlık
beklememelerini hesap ederdik. O bayram da öyle yaptık. Geleneksel değerlerini
unutmamış bir bacanağım, çocuklar elini öpünce harçlık tutuşturdu ellerine.
Küçük pek anlamamıştı bir şey, ama büyük ilk defa bizler ve dedeler-neneler
grubu dışından harçlık aldığı için şaşırmış ve anlayınca da sevinmişti.
Bayramın ilk günü
ilerlerken diğer bacanak geldi. Çocuklar elini öptüler, o da onları öptü;
şakalaştı. Harçlık vermedi. Bizim beyefendi, birazdan yanıma damladı: “Baba
elini öptüm, para vermedi?” dedi bana. Ben şaşkın şaşkın ona bakıyorum, nasıl
izah edeceğimi bilmiyorum.
El öpünce para
alacağını ona ben öğretmemiştim. Aksine tam tersini, kimseden para almamasını,
ihtiyacı olunca benden istemesini öğretmiştim. Evde harçlık kutusu vardı. Oraya
sürekli para bırakırdım, ihtiyacı olan alırdı.
Bir kenara çekildik.
Ona bayramlarda büyüklerin ellerini öpmenin iyi bir şey olduğunu, bazı
büyüklerin de isterlerse bayram harçlığı vereceklerini, bazılarının da parası
olmayabilecğeini ya da bazılarında
bayram harçlığı verme alışkanlığı olmadığını anlattım. Hatta vermeye kalkan
olursa almamasının daha iyi olacağını söyledim.
“Ama” dedi. “Diğer
eniştem verdi!”
“Olabilir!” dedim.
“Hem sen kimden öğrendin, el öpünce para verileceğini?”
Teyzesinin biraz daha
büyük çocukları öğretmiş meğerse. ‘Bayramda ellerini öpersen büyüklerin sana
para verirler’, diye tembihlemişler.
Neyse anlaştık
sonunda. Tabi büyük öğrenince kardeşlerine de öğretiyor işin usûlünü. Halen
bakarım bayramları biriktirdikleri harçlıklarını sayarlar ve kim daha fazla
harçlık toplamış yarışına girerler. Tabi amca, teyze, hala, varsa dede- nene
grubundan… Zaten onlara da sen mani olamazsın.
Gülümsüyorum geçmiş
çocuk bayramlarını hatırlayınca. Bayramları güzel yapan yeni kıyafetler,
ayakkabılar ve harçlıklardır çocuklar için. Ne kadar çok kıyafeti olursa olsun,
yine de bir bayramlık almak her zaman iyidir. Onları sevindirmek dünyanın en
güzel işi. Gözlerinin içi gülerken bir çocuğu izlemek de öyle. O tebessüme
sebep olmak da.
Tabi harçlık kısmının
kötü tarafı da var. Bozuk paran olmaz, büyük para vermek bütçeni zorlar bu kez,
sen mahçup olursun. Tedbirli
büyüklerimiz vardı eskiden. Arefe günü para bozdururlar ve hangi çocuğa kaç
para vereceklerini planlarlardı. Şimdilerde bozuk yok mazeretini kullanıyor,
çok bilmiş bizlerden çoğu. Ceplerinde akrep var sanki. Ne olur ki? Varsın bir
lira olsun, beş lira olsun; damlaya damlaya büyür harçlıklar.
Kumarbaz bir akrabamız
vardı. Bazen bize gelirdi, 1980’den önce. Bir gece kalırdı. Ertesi gün, büyük
büyük kağıt paralar dağıtırmış kardeşlerime. Bana vermezdi, almazdım çünkü.
Yüzlükler, ellilikler, kırmızı yirmilikler verirmiş, sonradan büyüyünce
anlattılar bize de. Ben bilirdim, ama kardeşlerim bilmezdi tabi kumardan
kazandığını.
Zaten kumarda
kaybederdi, kazandıklarının çoğunu. Bazen de kazanırdı; kazanınca da çocuklara,
ihtiyacı olanlara dağıtırdı, gider yine oynardı. Hatta birkaç yıl önce kumar
oynadığı zamanları hatırlattığım bir sohbetimizde, bir gün çokça para verdiği
birinden parasız kalınca gitmiş, biraz para istediğini anlatmıştı utanarak.
Babam defalarca kumar
oynadıkları kahveye gitmiş, ikna etmek istemiş, ama başarısız olmuştu. Tabi
benim görmediğim gibi babam da görmezdi kardeşlerime harçlık verdiğini. Görse
kesinlikle bırakmazdı, haramdır diye. Halen anlatırlar o günleri kardeşlerim.
Harçlık veren unutulmazmış.
Harçlıkları helalden
vermek en güzeli ya da helal değilse kazancımız; hiç vermemek.
Sonra hepimizin
hatırladığı gibi savura savura harcardık o paraları. Gulleler, oyuncak
tabancalar, çat-patlar, kızkaçıranlar. Sokaklar çatışma alanı gibi olurdu.
Şimdilerde tablet bilgisayar ya da cep telefonu için biriktiriyorlar bayram
harçlıklarını…sonra da bir güzel sinemaya, oyun salonlarına, lunaparka gidip
biriktirdikleri paraları güzelce harcıyorlar.
Bayramları bayram
yapan şeyler bunlar. El öpene harçlık vermek, iyi bir şeydir; ama bunu her
yaşta yapmak iyi bir şey değildir… Bunu da öğretmeyi ihmal etmemeli.
Yarın Ramazan Bayramı…
Bayramlarda ceplerdeki akrepleri çıkarmayı unutmamak gerek. Bayram harçlıkları tatlıdır, çocukları bu
tattan mahrum etmemek gerek. Sizce de öyle değil mi?
Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 07.08.2013