7 Ağustos 2013 Çarşamba

SA345/DT18: Bayram Harçlıkları Tatlıdır

“Damlaya damlaya büyür harçlıklar.”


Elini öper, sonra gözlerinin içine bakar çocuk. Harçlık ister; özgürce harcayacaktır çünkü. Kimse ona “Harçlığını ne yaptın?” diye sormayacaktır diğer günlerdeki gibi. Eğer ellerin pantolon ceplerine doğru hareketlenirse gözlerine dikkatle bak. Muhtemelen kafasını eğecektir sen görme diye. Ama için için sevindiğini bil.

Kafasında tek soru vardır onun: “Acaba kaç para verecek?” Ne kadar çok verirsen o kadar çok büyüyecektir masum gözleri, dudak kıvrımlarını o kadar çok  sıkıştıracaktır sevincini gizlemek için. Onu sevindirmek istemez misiniz kocaman paralarla? Sevinsin; bayramdır.

Hangi birimiz bayramlarda biriktirdiğimiz harçlıkları bir köşeye çekilip gizlice saymadık ki? Bayram harçlığı veren akrabalarımızı iyi tanırdık. Büyük büyük kağıt para verenlerle metal bozuklukları ceplerinden çıkarıp avuçlarımıza sıkıştıranları.

Para verenlerin hepsini severdik. Hepsine aynı derecede sevmezdik elbette; sadece çok vereni daha çok severdik. Vermeyenlerin elini isteksizce öperdik; hele zengin olup da vermeyenlerin yanına bile gitmezdik. Çocuktuk işte. Unutmayın; çocuklar hiç büyümezler, hep çocuktur onlar ve her çocuk bayram harçlıklarını biriktirmeyi, sorumsuzca harcamayı sever.

Yeni nesil ailelerin eş-dost, akraba ziyaretleri seyrektir. Çocuklar çok sık bir araya gelmezler. Geleneksel alışkanlıklar da biz büyüklerin sıkı tembihleriyle ağır yara alır. Birinden bir şey almak iyi değildir, hoş değildir; aç gözlülük, görgüsüzlük gibi bir şeydir. Harçlık anne-babalar tarafından verilir. En fazla dedelerden-nenelerden alınmaya izin vardır.

Bizim büyük oğlumuz beş yaşındaydı. Hanımın memleketine gitmiştik bir bayram için. Bayram namazından sonra kardeşiyle beraber harçlıklarını pay eder, kimseden harçlık beklememelerini hesap ederdik. O bayram da öyle yaptık. Geleneksel değerlerini unutmamış bir bacanağım, çocuklar elini öpünce harçlık tutuşturdu ellerine. Küçük pek anlamamıştı bir şey, ama büyük ilk defa bizler ve dedeler-neneler grubu dışından harçlık aldığı için şaşırmış ve anlayınca da sevinmişti.

Bayramın ilk günü ilerlerken diğer bacanak geldi. Çocuklar elini öptüler, o da onları öptü; şakalaştı. Harçlık vermedi. Bizim beyefendi, birazdan yanıma damladı: “Baba elini öptüm, para vermedi?” dedi bana. Ben şaşkın şaşkın ona bakıyorum, nasıl izah edeceğimi bilmiyorum.

El öpünce para alacağını ona ben öğretmemiştim. Aksine tam tersini, kimseden para almamasını, ihtiyacı olunca benden istemesini öğretmiştim. Evde harçlık kutusu vardı. Oraya sürekli para bırakırdım, ihtiyacı olan alırdı.

Bir kenara çekildik. Ona bayramlarda büyüklerin ellerini öpmenin iyi bir şey olduğunu, bazı büyüklerin de isterlerse bayram harçlığı vereceklerini, bazılarının da parası olmayabilecğeini ya da  bazılarında bayram harçlığı verme alışkanlığı olmadığını anlattım. Hatta vermeye kalkan olursa almamasının daha iyi olacağını söyledim.

“Ama” dedi. “Diğer eniştem verdi!”

“Olabilir!” dedim. “Hem sen kimden öğrendin, el öpünce para verileceğini?”

Teyzesinin biraz daha büyük çocukları öğretmiş meğerse. ‘Bayramda ellerini öpersen büyüklerin sana para verirler’, diye tembihlemişler.

Neyse anlaştık sonunda. Tabi büyük öğrenince kardeşlerine de öğretiyor işin usûlünü. Halen bakarım bayramları biriktirdikleri harçlıklarını sayarlar ve kim daha fazla harçlık toplamış yarışına girerler. Tabi amca, teyze, hala, varsa dede- nene grubundan… Zaten onlara da sen mani olamazsın.

Gülümsüyorum geçmiş çocuk bayramlarını hatırlayınca. Bayramları güzel yapan yeni kıyafetler, ayakkabılar ve harçlıklardır çocuklar için. Ne kadar çok kıyafeti olursa olsun, yine de bir bayramlık almak her zaman iyidir. Onları sevindirmek dünyanın en güzel işi. Gözlerinin içi gülerken bir çocuğu izlemek de öyle. O tebessüme sebep olmak da.

Tabi harçlık kısmının kötü tarafı da var. Bozuk paran olmaz, büyük para vermek bütçeni zorlar bu kez, sen mahçup olursun.  Tedbirli büyüklerimiz vardı eskiden. Arefe günü para bozdururlar ve hangi çocuğa kaç para vereceklerini planlarlardı. Şimdilerde bozuk yok mazeretini kullanıyor, çok bilmiş bizlerden çoğu. Ceplerinde akrep var sanki. Ne olur ki? Varsın bir lira olsun, beş lira olsun; damlaya damlaya büyür harçlıklar.


Kumarbaz bir akrabamız vardı. Bazen bize gelirdi, 1980’den önce. Bir gece kalırdı. Ertesi gün, büyük büyük kağıt paralar dağıtırmış kardeşlerime. Bana vermezdi, almazdım çünkü. Yüzlükler, ellilikler, kırmızı yirmilikler verirmiş, sonradan büyüyünce anlattılar bize de. Ben bilirdim, ama kardeşlerim bilmezdi tabi kumardan kazandığını.

Zaten kumarda kaybederdi, kazandıklarının çoğunu. Bazen de kazanırdı; kazanınca da çocuklara, ihtiyacı olanlara dağıtırdı, gider yine oynardı. Hatta birkaç yıl önce kumar oynadığı zamanları hatırlattığım bir sohbetimizde, bir gün çokça para verdiği birinden parasız kalınca gitmiş, biraz para istediğini anlatmıştı utanarak.

Babam defalarca kumar oynadıkları kahveye gitmiş, ikna etmek istemiş, ama başarısız olmuştu. Tabi benim görmediğim gibi babam da görmezdi kardeşlerime harçlık verdiğini. Görse kesinlikle bırakmazdı, haramdır diye. Halen anlatırlar o günleri kardeşlerim. Harçlık veren unutulmazmış.

Harçlıkları helalden vermek en güzeli ya da helal değilse kazancımız; hiç vermemek.

Sonra hepimizin hatırladığı gibi savura savura harcardık o paraları. Gulleler, oyuncak tabancalar, çat-patlar, kızkaçıranlar. Sokaklar çatışma alanı gibi olurdu. Şimdilerde tablet bilgisayar ya da cep telefonu için biriktiriyorlar bayram harçlıklarını…sonra da bir güzel sinemaya, oyun salonlarına, lunaparka gidip biriktirdikleri paraları güzelce harcıyorlar.

Bayramları bayram yapan şeyler bunlar. El öpene harçlık vermek, iyi bir şeydir; ama bunu her yaşta yapmak iyi bir şey değildir… Bunu da öğretmeyi ihmal etmemeli.

Yarın Ramazan Bayramı… Bayramlarda ceplerdeki akrepleri çıkarmayı unutmamak gerek.  Bayram harçlıkları tatlıdır, çocukları bu tattan mahrum etmemek gerek. Sizce de öyle değil mi?



Doğa Toprak, Sonsuz Ark, 07.08.2013





Seçkin Deniz Twitter Akışı