“Amerikalılar ve Sırplar, Bosnalı müslümanlar yüzünden birbirlerine acı çektirmişlerdi.”
Televizyon
kanallarındaki Suriye haberlerinin alt/ana mesaj olarak kullanıldığını
gördüğümde filmin neden çekildiğini anladım. Film bittiğinde, herkes Suriye’deki
vahşete, katliama, soykırıma Amerika’nın neden seyirci kaldığını anlayacak ve
karşılıklı acılarla dolu yeni öz geçmişler oluşmayacaktı.
Suriye,
Amerikalı askerlerin ve Esed’in askerleri ile savaştığı bir yer olmamalıydı. Çünkü
gelecekte, yardım için gitmiş olasalar da, hem amerikalı askerler hem de
öldürecekleri Esed’in askerleri derin acılar yaşayacaklar ve kendilerini ve birbirlerini affedemeyeceklerdi.
Bu dram 1992-1995
yılları arasında Bosnalı müslümanların Sırplar tarafından katledilmesine
müdahale eden Amerikalı askerlerin yaşadığı drama benzememeliydi. Suriyeliler
Amerika’dan yardım bekleyemezlerdi. Bosna’ya müdahale eden ve katliamcı/soykırımcı/tecavüzcü/İşkenceci
sırplarla savaşarak onlarla ilişkilerini bozmuştu Amerikalılar. Aynı dine
mensuplardı ve aynı şekilde günah çıkarıyorlardı. Suriyeliler kendi başlarının
çaresine bakmalıydı.
Film
bunları anlatıyordu, ama gerçek neydi?
CIA ve
MOSSAD yapısı bir film seyrettiğimi düşünüyordum. Haklı olduğumu, filmi
araştırırken öğrendiğimde Hollywood’un canlılığını koruduğunu ve stratejik
çıkarlar için düşük bütçeli, ancak
ustalar tarafından üretilmiş filmlerle mesajlarına devam ettiğini anladım.
Ağustos’un
ilk haftasında CIA Başkan Yardımcısı Michael Morell, Wall Street Journal
gazetesine Esed rejiminin yıkılması durumunda, Suriye ordusunun envanterinde
bulunan silahların El Kaide bağlantılı grupların eline geçmesi ihtimalinden
bahsetmiş, El Kaide bağlantılı savaşçı grupların Suriye’ye Irak savaşında
olduğundan çok daha fazla giriş yaptığının bilindiğini, Esed sonrası süreçte
bunun ABD için çok büyük bir tehdit haline gelebileceğini söylemişti.
Filmin
yapımcılarından Avi Lerner 1947 yılında Haifa ‘da doğan ve 1966 yılında orduya katılmış
Paraşütçü Tugayında Altı Gün, 1973 yılında Yom Kippur, Refah ve Süveyş Kanalındaki
savaşlarında bizzat savaşmış bir yahudi, diğeri Boaz Davidson, 1943 Telaviv doğumlu İsraili bir film yönetmeni, yapımcı ve senarist .
Amerikalı
Mark Steven Johnson’in yönettiği filmin senaryosunu Evan Daugherty, müziklerini
Christopher Young, sinematografisini Peter Menzies Jr, kurgusunu Sean Albertson üstlenmişti.
Filmin
çok geniş bir yapımcı listesi vardı. Paul Breuls, Ed Cathell III, Boaz Davidson,
Danny Dimbort, Anson Downes, Linda Favila, Veronique Huyghebaert, Avi Lerner, Danny Lerner, Anthony
Rhulen,Guy Tannahill, John Thompson, Emelie Vervecken, Jake Wagner.
Yapımcıların
aksine oyuncu kadrosu çok dardı. Robert De Niro, (Benjamin Ford), John Travolta (Emil Kovac), Milo Ventimiglia (Chris Ford), Elizabeth
Olin (Sarah Ford) ve birkaç yardımcı oyun ile birlikte yeterince figüran.
14 Temmuz’da
Amerika’da vizyona giren filmin gişe
hasılatları çok düşüktü. Türkiye’de de 30 Ağustosta gösterime gireceği
söyleniyordu. Ancak internet sitelerinde filmi bulmak ve alt yazılı olarak
izlemek mümkündü.
İki asal
oyuncu üzerinden yürüyen bir hikaye için çok
fazla masrafa gerek yoktu. Ana hikaye gibi görünen, ancak temelde
Amerika’nın neden Suriye’deki vahşete seyirci kaldığını masumca, insancıl
duygularla izah etmeye kalkan bu filmin kökündeki acımasız gerçeği anlatmadan içim rahatlamayacaktı.
İçlerindeki
acılarla yüzleşemeyen iki katilin hikayesi bittiğinde, birbirlerine günah
çıkararak, birbirlerini affederek huzura
eren iki hrıstiyan gördüm. Amerikalı albay Benjamin Ford, tanrıya inanmadığını
ifade etse de, torununun vaftiz törenine içini temizleyerek gitmeye karar
vermişti. Sırp katil Emil Kovac ise, kendisini
sırtından vuran Albay’ın kendisiyle yüzleşmesini ve günah çıkarmasını
istiyordu.
Film,
1995’deki Bosna iç savaşı ile zemin hazırlıyor ve 1995’teki ABD-NATO müdahalesi
ile hikayeye giriş yapıyordu. Albay, bir vagonda Bosnalı Müslümanların göz
kapakları işkenceyle kesilmiş, kokmuş cesetlerini görüyor, vahşetin etkisinde kalıyor
ve bir kampta esir tutulan müslümanları
kurtarma operasyonundan sonra işkenceci, katliamcı akrep sırpları enselerine
birer kurşun sıktırarak öldürtüyordu.
Sonuncusu
Emil Kovac, bir an dönüp kendisini öldürecek olan askere bakıyor ve Albay’ı
görüyordu. Kovac ensesine sıkılan
kurşunla ölmüyordu. Hikaye, kovacın intikam duygusuyla donanmış bir
psikolojinin etkisinde 18 yıl sonra Amerika’ya gitmesi ile ikinci sekansa
sürüklenirken dramatik bir fonda, dramatik notalar akıp duruyordu.
Flashbacklerle
hikayesinin örüntüsünü sona doğru taşıyan kurgu, filmin süren dakikalarında
seyircinin konsantrasyonunu artrırıyor ve içine çekiyordu. Bulgaristan’da ve
ABD/Georgia/ Stone Mountain 'da çekilen filmin merhamete ve affedilmeye ihtiyacı
olan iki toplumun duygularını onarmaya çalıştığı belliydi.
Albay,
savaşta yaşadığı travmayı atlatamamış, bacağındaki şarapnelle yaşamayı seçerek,
yaşadığı utancı her an hatırlamak istemişti. Eşinden ayrılmıştı ve tek oğlunun
yüzüne bakamamış, dağlara çekilmişti. Torununun vaftiz törenine de bu utançtan
dolayı gidemiyordu. Babasından çok iyi av eğitimi aldığı halde geyikleri avlamaktan vazgeçmiş, Kovac gelene kadar fotoğraflarını
çekerek onları ölümsüzleştirmeye çalışmaya karar vermişti.
Öldürmemek
üzere savaşan iki eski katilin vahşet dolu işkencelerle filmi doldurması ve bunu yaparken de uzun yüzleşmeye duydukları
ihtiyaç, filmin Amerikan ve Sırp toplumuna verilen barış mesajlarından güç
alıyordu. Bosnalı müslümanlar yüzünden birbirlerine acı çektirmişlerdi.
Kovac
işkence aletleri üreten bir akrepti, ama çok derin bir acı yaşamıştı, kurşun
onu, Sırbistan gibi uzun süre felçli bırakmıştı. O da acılarından arınıp hayata
dönmek istiyordu.
Kovac, önce müslümanların öldürüp tecavüz ettiğini söylüyordu, Albay ise önce sırpların öldürdüğünü ve tecavüz ettiğini anlatıyordu; filmin tek olumlu mesajı buydu.
Birbirlerini affetmelerini sağlayan bir hikayeydi. 2. Dünya savaşından sonra bir papaza günah çıkarmaya giden eski bir askere atfedilen bir hikaye. "Kendisine sığınan bir kadını, cinselliği karşılığı koruyan asker, savaş bittiği halde, savaşın bittiğini kadına söylememiş olmasından dolayı vicdan azabı çekiyor ve papazdan kendisinin affedilip affedilmeyeceğini öğrenmek istiyor. Papaz, savaşların birçok günaha neden olabileceğini, ancak kendisinin de affedilebileceğini söyleyerek askeri ve filmi rahatlatıyor."
Bağışlanmayı bu kadar sıradan bir algıya emanet eden toplumların vahşet üretmelerine şaşırmamak gerek.
Özel olarak seçilmiş harap kilise
onlar için yüzleşme yeriydi. Kovac savaşın ve katliamların inandığı Tanrı’nın
varlığına kanıt olduğunu söylüyor ve din
farklılığından kaynaklanan savaşlardaki asıl suçluyu buluyordu. Ancak Tanrı
değil, insanlar çözüm bulmalıydı. Suriye’de ise bu geçerli değildi.
Suriye’de
sorun, yapımcıların ve senaristin ruhuna sinmiş olan İsrail’in güvenliği
sorunuydu. Bu yüzden orada savaş sürmeliydi. Esed , yerinde kalmalı ve kaos
politikasına devam edilmeliydi. El Kaide denen sanal örgütü oraya gönderen de
CIA ve MOSSAD’dı.
Özgür
Suriye Ordusu’nun Esed’le savaşını engelleyen ve hem ABD’ye hem de İsrail’e
zaman kazandıran bir katiller sürüsü, çok iş görecekti. Ama Amerikalılar ve İsrailliler bunu saklamalıydılar. Ürettikleri vahşet değil, filmlerle anlatmak
istedikleri merhametti onları tanımlayacak olan.
Amerika
başkalarının savaşına karışmayacaktı artık; çok büyük acılar yaşamıştı sıradan
Amerikalılar. Öyleydi anlatılmak istenen. Dünyadaki bütün ölümlerin asıl
sorumluları, filmleri de böyle çekerek aldatmaya dveam ediyorlardı bütün
insanları.
Ama
artık aldatamayacaklarını Mısır’da öğrenmiş bulunuyorlar.
Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 03. 08. 2013, Sinema Notları 12
Killing
Season İzlekleri:
Mark
Steven Johnson İzlekleri:
2- http://en.wikipedia.org/wiki/Mark_Steven_Johnson