14 Ağustos 2013 Çarşamba

SA355/AH13: Manipülatif Çarklar Çalışıyor; Killing Season- Öldürme Mevsimi

“Amerikalılar ve Sırplar, Bosnalı müslümanlar yüzünden birbirlerine acı çektirmişlerdi.”


Televizyon kanallarındaki Suriye haberlerinin alt/ana mesaj olarak kullanıldığını gördüğümde filmin neden çekildiğini anladım. Film bittiğinde, herkes Suriye’deki vahşete, katliama, soykırıma Amerika’nın neden seyirci kaldığını anlayacak ve karşılıklı acılarla dolu yeni öz geçmişler oluşmayacaktı.

Suriye, Amerikalı askerlerin ve Esed’in askerleri ile savaştığı bir yer olmamalıydı. Çünkü gelecekte, yardım için gitmiş olasalar da, hem amerikalı askerler hem de öldürecekleri Esed’in askerleri derin acılar yaşayacaklar ve kendilerini  ve birbirlerini affedemeyeceklerdi.

Bu dram 1992-1995 yılları arasında Bosnalı müslümanların Sırplar tarafından katledilmesine müdahale eden Amerikalı askerlerin yaşadığı drama benzememeliydi. Suriyeliler Amerika’dan yardım bekleyemezlerdi. Bosna’ya müdahale eden ve katliamcı/soykırımcı/tecavüzcü/İşkenceci sırplarla savaşarak onlarla ilişkilerini bozmuştu Amerikalılar. Aynı dine mensuplardı ve aynı şekilde günah çıkarıyorlardı. Suriyeliler kendi başlarının çaresine bakmalıydı.

Film bunları anlatıyordu, ama gerçek neydi?

CIA ve MOSSAD yapısı bir film seyrettiğimi düşünüyordum. Haklı olduğumu, filmi araştırırken öğrendiğimde Hollywood’un canlılığını koruduğunu ve stratejik çıkarlar için  düşük bütçeli, ancak ustalar tarafından üretilmiş filmlerle mesajlarına devam ettiğini anladım.

Ağustos’un ilk haftasında CIA Başkan Yardımcısı Michael Morell, Wall Street Journal gazetesine Esed rejiminin yıkılması durumunda, Suriye ordusunun envanterinde bulunan silahların El Kaide bağlantılı grupların eline geçmesi ihtimalinden bahsetmiş, El Kaide bağlantılı savaşçı grupların Suriye’ye Irak savaşında olduğundan çok daha fazla giriş yaptığının bilindiğini, Esed sonrası süreçte bunun ABD için çok büyük bir tehdit haline gelebileceğini söylemişti.

Filmin yapımcılarından Avi Lerner 1947 yılında Haifa ‘da doğan ve 1966 yılında orduya katılmış Paraşütçü Tugayında Altı Gün, 1973 yılında Yom Kippur, Refah ve Süveyş Kanalındaki savaşlarında bizzat savaşmış bir yahudi, diğeri Boaz Davidson, 1943 Telaviv doğumlu  İsraili bir  film yönetmeni, yapımcı ve senarist .

Amerikalı Mark Steven Johnson’in yönettiği filmin senaryosunu Evan Daugherty, müziklerini Christopher Young, sinematografisini Peter Menzies Jr, kurgusunu  Sean Albertson üstlenmişti.

Filmin çok geniş bir yapımcı listesi vardı. Paul Breuls, Ed Cathell III, Boaz Davidson, Danny Dimbort, Anson Downes, Linda Favila, Veronique Huyghebaert, Avi Lerner, Danny Lerner, Anthony Rhulen,Guy Tannahill, John Thompson, Emelie Vervecken, Jake Wagner.

Yapımcıların aksine oyuncu kadrosu çok dardı. Robert De Niro, (Benjamin Ford), John Travolta (Emil Kovac), Milo Ventimiglia (Chris Ford), Elizabeth Olin (Sarah Ford) ve birkaç yardımcı oyun ile birlikte yeterince figüran.

14 Temmuz’da Amerika’da vizyona giren filmin gişe hasılatları çok düşüktü. Türkiye’de de 30 Ağustosta gösterime gireceği söyleniyordu. Ancak internet sitelerinde filmi bulmak ve alt yazılı olarak izlemek mümkündü.

İki asal oyuncu üzerinden yürüyen bir hikaye için çok  fazla masrafa gerek yoktu. Ana hikaye gibi görünen, ancak temelde Amerika’nın neden Suriye’deki vahşete seyirci kaldığını masumca, insancıl duygularla izah etmeye kalkan bu filmin kökündeki acımasız gerçeği  anlatmadan içim rahatlamayacaktı.


İçlerindeki acılarla yüzleşemeyen iki katilin hikayesi bittiğinde, birbirlerine günah çıkararak, birbirlerini affederek  huzura eren iki hrıstiyan gördüm. Amerikalı albay Benjamin Ford, tanrıya inanmadığını ifade etse de, torununun vaftiz törenine içini temizleyerek gitmeye karar vermişti. Sırp katil Emil Kovac ise, kendisini sırtından vuran Albay’ın kendisiyle yüzleşmesini ve günah çıkarmasını istiyordu.

Film, 1995’deki Bosna iç savaşı ile zemin hazırlıyor ve 1995’teki ABD-NATO müdahalesi ile hikayeye giriş yapıyordu. Albay, bir vagonda Bosnalı Müslümanların göz kapakları işkenceyle kesilmiş, kokmuş cesetlerini görüyor, vahşetin etkisinde kalıyor ve  bir kampta esir tutulan müslümanları kurtarma operasyonundan sonra işkenceci, katliamcı akrep sırpları enselerine birer kurşun sıktırarak öldürtüyordu.

Sonuncusu Emil Kovac, bir an dönüp kendisini öldürecek olan askere bakıyor ve Albay’ı görüyordu.  Kovac ensesine sıkılan kurşunla ölmüyordu. Hikaye, kovacın intikam duygusuyla donanmış bir psikolojinin etkisinde 18 yıl sonra Amerika’ya gitmesi ile ikinci sekansa sürüklenirken dramatik bir fonda, dramatik notalar akıp duruyordu.

Flashbacklerle hikayesinin örüntüsünü sona doğru taşıyan kurgu, filmin süren dakikalarında seyircinin konsantrasyonunu artrırıyor ve içine çekiyordu. Bulgaristan’da ve ABD/Georgia/ Stone Mountain 'da çekilen filmin merhamete ve affedilmeye ihtiyacı olan iki toplumun duygularını onarmaya çalıştığı belliydi.


Albay, savaşta yaşadığı travmayı atlatamamış, bacağındaki şarapnelle yaşamayı seçerek, yaşadığı utancı her an hatırlamak istemişti. Eşinden ayrılmıştı ve tek oğlunun yüzüne bakamamış, dağlara çekilmişti. Torununun vaftiz törenine de bu utançtan dolayı gidemiyordu. Babasından çok iyi av eğitimi aldığı halde geyikleri  avlamaktan vazgeçmiş, Kovac gelene kadar fotoğraflarını çekerek onları ölümsüzleştirmeye çalışmaya karar vermişti.

Öldürmemek üzere savaşan iki eski katilin vahşet dolu işkencelerle filmi doldurması ve  bunu yaparken de uzun yüzleşmeye duydukları ihtiyaç, filmin Amerikan ve Sırp toplumuna verilen barış mesajlarından güç alıyordu. Bosnalı müslümanlar yüzünden birbirlerine acı çektirmişlerdi.

Kovac işkence aletleri üreten bir akrepti, ama çok derin bir acı yaşamıştı, kurşun onu, Sırbistan gibi uzun süre felçli bırakmıştı. O da acılarından arınıp hayata dönmek istiyordu.

Kovac, önce müslümanların öldürüp tecavüz ettiğini söylüyordu, Albay ise önce sırpların öldürdüğünü ve tecavüz ettiğini anlatıyordu; filmin tek olumlu mesajı buydu.

Birbirlerini affetmelerini sağlayan bir hikayeydi. 2. Dünya savaşından sonra bir papaza günah çıkarmaya giden eski bir askere atfedilen bir hikaye. "Kendisine sığınan bir kadını, cinselliği karşılığı koruyan asker, savaş bittiği halde, savaşın bittiğini kadına söylememiş olmasından dolayı vicdan azabı çekiyor ve papazdan kendisinin affedilip affedilmeyeceğini öğrenmek istiyor. Papaz, savaşların birçok günaha neden olabileceğini, ancak kendisinin de affedilebileceğini söyleyerek askeri ve filmi rahatlatıyor."

Bağışlanmayı bu kadar sıradan bir algıya emanet eden toplumların vahşet üretmelerine şaşırmamak gerek.

Özel olarak seçilmiş harap kilise onlar için yüzleşme yeriydi. Kovac savaşın ve katliamların inandığı Tanrı’nın varlığına kanıt olduğunu söylüyor ve din farklılığından kaynaklanan savaşlardaki asıl suçluyu buluyordu. Ancak Tanrı değil, insanlar çözüm bulmalıydı. Suriye’de ise bu geçerli değildi.

Suriye’de sorun, yapımcıların ve senaristin ruhuna sinmiş olan İsrail’in güvenliği sorunuydu. Bu yüzden orada savaş sürmeliydi. Esed , yerinde kalmalı ve kaos politikasına devam edilmeliydi. El Kaide denen sanal örgütü oraya gönderen de CIA ve MOSSAD’dı.

Özgür Suriye Ordusu’nun Esed’le savaşını engelleyen ve hem ABD’ye hem de İsrail’e zaman kazandıran bir katiller sürüsü, çok iş görecekti. Ama Amerikalılar ve İsrailliler bunu saklamalıydılar. Ürettikleri vahşet değil, filmlerle anlatmak istedikleri merhametti onları tanımlayacak olan.

Amerika başkalarının savaşına karışmayacaktı artık; çok büyük acılar yaşamıştı sıradan Amerikalılar. Öyleydi anlatılmak istenen. Dünyadaki bütün ölümlerin asıl sorumluları, filmleri de böyle çekerek aldatmaya dveam ediyorlardı bütün insanları.

Ama artık aldatamayacaklarını Mısır’da öğrenmiş bulunuyorlar.


 Ahmet Haydar, Sonsuz Ark, 03. 08. 2013, Sinema Notları 12


Killing Season İzlekleri:

Mark Steven Johnson İzlekleri:
2- http://en.wikipedia.org/wiki/Mark_Steven_Johnson

Seçkin Deniz Twitter Akışı