Her şey kedersiz, tasasız, sağlam ve dinç
olanlardaydı. Onların hayatında laflar
lafları doğururdu… akşam olurdu, gece olurdu, sonra sabah olurdu.
“Yüzün ve ellerin hariç hiçbir yerin görünmüyor, hava sıcak, ama sen hiç şikayet etmiyorsun. Dudaklarında, gözlerinde ve yüzünde makyaj da yok. Cildin tertemiz, duru ve yumuşak; gözlerin huzurla bakıyor. Bunu nasıl başarıyorsun?”
Üç kişiydiler, diğerlerinden uzakta. Çok daha genç olan, sakin sakin sorular soruyordu. Diğer ikisi o sorunca, tek tek, uzun uzun anlatıyorlardı. Üçünün de gözleri meraklı gölgelerle doluydu. Üçü de güzeldi.
Genç olan, tepesinde toplanmış sarı saçlarının
sırtından aşağıya doğru süzülen birkaç parçası rüzgarda uçuşurken, alnına
dökülen parıltılı kahkülün arasından mavi mavi bakıyordu. Düz kestane saçlı olanın kırkı aşmış ela
gözlerindeki dalgalanmalar, arada sırada, saçları uçuk kahverengi başörtüsünün
arkasına saklanan beyaz tenli üçüncünün otuzu aşmış berrak kahverengi gözlerine
takılıyordu.
Duyduklarıma göre, sarışın olan hayatın ikinci yirmisine henüz başlamıştı. Diğer ikisi evliydi; kahverengi gözlünün iki, ela gözlünün üç çocuğu vardı. İlkinin kocası çocuk doktoru, ikincinin kocası psikologdu.
Diğer kadınlardan uzakta, yetimler yararına
yapılan kermeste, yorgun ikindide çay içerek sohbet eden üniversite mezunu bu
üç kadın, hayatın en nitelikli sohbetinde çok sakindiler; sesleri hiç
yükselmiyordu; heyecanlanmıyorlardı.
Ben, her zamanki gibi, bu yemyeşil, rengarenk
parkın çam ağaçlarını kokluyor, çınar ağaçlarının serinliğini dinliyor, küçük
süs bitkilerinin yapraklarına konuyor ve çiçeklerinden öz topluyordum. Onları
dinlerken, bu üç iyi kadının güzelliklerine sebep olan şeyi öğrendiğimi
düşünüyordum. Bu üç kadını güzel yapan şeyler gözlerinin, tenlerinin ve
saçlarının rengi değildi.
Sarışın, mavi gözlerini, uçuk kahverengi
başörtüsünün çevrelediği beyaz yüzün iri
berrak kahverengi gözlerine dikti ve sordu:
“Yüzün ve ellerin hariç hiçbir yerin görünmüyor,
hava sıcak, ama sen hiç şikayet etmiyorsun.
Dudaklarında, gözlerinde ve yüzünde makyaj da yok. Cildin tertemiz, duru
ve yumuşak; gözlerin huzurla bakıyor. Bunu nasıl başarıyorsun?”
İri, berrak kahverengi gözler şaşkınlıkla
gözkapaklarının arkasına kaçtılar; beyaz ten kısa bir an kızardı. Sonra
başörtülü kadın gülümseyerek konuştu:
“Bunun için özel bir çaba sarf etmiyorum.”
Sarışın genç kız, mavi gözlerini kırpıştırdı şaşkınlıkla:
“Buna inanmamı beklemiyorsunuz herhalde?” dedi.
“Buradaki başı örtülü olan ya da olmayan yüzlerce kadın, buraya gelmeden önce, kuaförlerde, alışveriş merkezlerinde saatlerce vakit harcadılar. Tek amaçları
vardı; sadece kadınların bulunduğu bu kermeste güzel görünmek.”
“Evet; haklısınız!” dedi başörtülü kadın, mavi
ve ela gözlü iki kadına bakarak, “Ama siz de makyaj yapmamışsınız ve benim için saydıklarınız, sizin için de
geçerli!”
“Ben,” dedi sarışın genç kız, “Güzelliğin,
bakımlı olmanın kimyasallarla mümkün olacağını düşünmüyorum ve bunun için
makyaj yapmıyorum. Fakat bundan emin değilim, sonraki yıllarda yapmayacağımı
söyleyemem. Size bu yüzden soruyorum.”
Ela gözlü, kestane saçlı kadın gülümsedi, başını
biraz öne doğru eğerek:
“Genç kızdım; özenerek yaptığım zamanlardı. Ama
sonradan, kadını dikkat çekici hale getiren, tesadüfen görenin bir daha bakma
arzusu duyduğu bir yüze sahip olmaktan rahatsız oldum. Evlendikten sonra da
eşimin bu bakışlardan rahatsız olacağını düşünerek, makyaj yapıp dışarı çıkmadım.”
dedi.
Berrak kahverengi bakan gözler ışıldadı ve kendi
doğal ışıltısını saklayan dudakları kıpırdadı:
“Bir kadının doğal haliyle de
arzulanabildiği hormonal ve biyolojik bir seti var. Bunu rujlarla,
rimellerle güçlendirmek, erkeklerin uyuyan hormonlarını canlandırmak ve cinsel
obje olmayı kabullenebilmek bana göre değil. Bu kendime saygı ile birlikte
erkeklere de saygımın gereği böyle. Bile bile sebep olduğum bir günahın
hesabını veremem.”
Mavi gözler dumanlandı ve sarışın genç kız
sordu:
“Erkeklerin uyuyan hormonları olduğuna gerçekten
inanıyor musunuz?”
Başörtülü kadın kendinden emin bir sesle cevap
verdi:
“Erkeklerin sık sık bu türden istekleri olduğunu
zannetmiyorum. Onların doğaları ve biyolojileri periyodik basınçlara uygun.
Evlilik de bu basınçlar için ideal dinginlik imkanı veriyor. Bunun dışında, erkeklerin hormonları dış bir etken tarafından aktive edildiklerinde tehlikeli
hâle geliyorlar. Bence bunun sorumlusu da kadınlar.”
“Emin misiniz?”
Berrak kahverengi gözler gözkapaklarıyla örtülüp
açıldılar. Kadın:
“Evliliklerin, kadın-erkek ilişkilerindeki bu tür sorunlardan dolayı sarsıldığı bir
dünyadayız. Evinde dinginleşemeyen bir erkek, dinginleşmek için de uyaran
arayabilir. O yüzden bizlere çok iş düşüyor. Tabi aynı şey erkekler için de
gerekli.” dedi ve gülümsedi. “Duygusal ihtiyaçlarını gideremeyen bir kadın
saatli bir bomba gibidir.”
O ana dek sadece dinleyen ela gözlü kadının
yerinde duramadığını fark ettim. Söyleyecekleri bir şeyler var gibiydi. Minik
bir sessizlikten sonra o da konuştu ve şöyle dedi:
“Biz kadınlar, evlenmeden önce beğenilmek için
süslenir ve giyiniriz. Bunu anlıyorum. Hepimiz aynı duyguları yaşadık. Ancak
evlendikten sonra, süslenerek dışarı çıkmak ciddi bir risk almak demek.
Eşinizden başlayan yadırgayıcı bakış, çocuğunuza oradan da aile büyüklerinize
yansıyabilir. Dışarıda güzel görünmek, arzulanır olmak hoşumuza gidiyor
olabilir; fakat bunun bir de eve dönüşü var.”
Genç kız uzun boynunu merakla ileri doğru uzattı
ve sordu:
“Eve dönüş?”
Ela gözlü kadın, mavi gözlere baktı uzun uzun:
“Eve dönüş; evet!” dedi. “ Eve döndüğünüzde
dışarıdaki bakışlarda gördüğünüz şeyler nefsinizi tatmin etse de, eve
girdiğinizde hızla ev içi kıyafetlerinize sarılıyor ve makyajınızı
temizliyorsunuz. Sizi evde güzel ve arzulanabilir görmek isteyen eşinize
vereceğiniz duygu ve enerji kalmıyor. Beğenilme arzunuz dışarıda tatmin edilmiş oluyor; böylece siz asıl sizi beğenme ve arzulama hakkı olan kişiye karşı yorgun ve
duyarsız oluyorsunuz. Çatışmalar böyle doğuyor. Sonra da dışarıya taşıyor.”
“Dışarıya,” dedi başörtülü kadın. “Başka
kadınlara yani, başka uyarıcılara. Sonrası artık çorap söküğü gibi geliyor.”
“Aslında, bir döngü var” dedi mavi gözlü kız.
“Tatmin olmayanların tatmin olmak için aradıkları şey de başka bir kadında…
peki bu kadın, bunun farkına varamıyor mu?”
“Varıyor,” dedi ela gözlü kadın.” Eşini
kaybetmeye başladıktan sonra. Ama ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.
Çocuklar konuyu bilmeseler de yaşanan gerginlikleri hissediyorlar. Bu sonraki
nesillere de bu şekilde yansıyor. Çok yönlü ve çok etkili bir şey yani.”
Genç kız itiraz etti, sesi çok çıkmıştı bu kez:
“Hepsi makyaj yüzünden demeyin lütfen, haksızlık
olur?!”
Ela gözlü kadının kestane rengi düz saçları
rüzgarla kıpırdadılar göğe doğru. Uzun
uzun cevap verdi:
“Elbette sadece makyaj yüzünden değil. Makyaj da
beğenilme arzusunun bir sonucu. Kadındaki beğenilme hırsı kontrol edilemez hale
gelince kadının makyajla birlikte kıyafetleri de değişiyor. Biz kadınlar, erkekleri nasıl etkileyeceğimizi bildiğimiz için dekolte ayarları özel olarak
tasarlanmış kıyafetler seçiyoruz. Sonrası
büyüyen kavgalar. Bunun geri kafalılıkla ya da çağdaş, modern bilinçle
ilgisi yok. Dünyanın bütün ülkelerinde, bütün dinleri, dindarları bir tarafa
bırakın, ateistlerinde bile kıskançlık duygusunun ne tür facialara neden
olduğunu hepimiz biliyoruz. Her kıskançlık bir facia üretmiyor görünebilir, ama
dışarı yansıtmayan erkeklerin bunu içlerinde yaşamadıklarını kimse iddia
edemez. Erkekleri kıskandırmanın bir mantığı yok aslında. Sonuçta aynı evde yaşadığınız birinin
sinirlerini yıpratıyorsunuz, o evde huzur beklemeniz haksızlık olmaz mı?”
Sarışın genç kız önce kendi kıyafetlerine, sonra
diğer iki kadının kıyafetlerine baktı. Sonra hızla yerinden kalktı ve başka bir gruptan yaşlı bir kadının yanına
giderek onunla biraz konuştu ve ikisi birlikte geldiler kahverengi ve ela gözlü
kadınların yanına.
“Bir erkek hangimize bakınca, kıyafetlerimizden
etkilenir ve bizi arzular, sizce? “ diye sordu yanında getirdiği kadına.
Yaşlı kadın üçüne de dikkatle baktı. Sonra genç
kıza döndü:
“Kıyafetlerinizden belli olan hatlarınıza göre,
hiçbirinize diyeceğim, ama sen genç olduğun için sana bakarlar, kızım!” dedi
gülümseyerek.
Mavi gözlü kızın üzerinde uzun kollu, aşağıya
doğru sarkan, geniş mavi kareli beyaz bir gömlek ve mavi bir kot pantolon vardı. Başörtülü kadın,
uçuk kahverengi başörtüsünün rengine uygun kahverengi yazlık bir ceket, ceketin
içine krem rengi bir tişört ve uzun, koyu kahverengi bir etek giymişti. Ela
gözlü kadın ise yosun yeşili bir pantolonlu ceketli takımın içine siyah bir
gömlek giymişti.
Üçü de
yaşlı kadına teşekkür etti, onu yanlarına oturttular, çay ikram ettiler, sonra
biraz daha sohbet ettiler. Yaşlı kadın ayağa kalktığında mavi gözlü kıza baktı:
“Kızım,” dedi. “Aklı olan kadın, kocasını
huzursuz edecek şekilde giyinmez ve makyaj yapmaz. Kocasının kendi üzerindeki
haklarından onu mahrum bırakmaz. Kem gözden kendisini ve namusunu korur. Kocası
hangi karakterde olursa olsun, kadın evin direğidir; o direk yıkılırsa ev
dirlik tutmaz. Gençsin, güzelsin. Bekar kızlara da makyaj gerekmez. Genç kızı
güzelliği için alan, başka bir güzellik için de onu bırakır gider. Allah’a
emanet olun hepiniz!” dedi ve yavaş yavaş eski yerine doğru yürüdü.
Mavi gözlerinde bir sıkıntı belirmişti genç
kızın, görüyordum.
“Başkası için değil, kendisi için giyinen ve
makyaj yaptığını iddia edenler var, ama?” dedi kendisini tutamayıp.
Başörtülü kadın yine gülümsedi:
“O halde doğru söylüyorsa onlar, evde, kendi
odalarında makyaj yapıp diledikleri gibi giyinebilirler, değil mi?” dedi. “Ama
bunu yapmıyorlar. Doğru aslında, kendileri için yapıyorlar bunu, beğenilme
arzularını tatmin etmek için. Ama kendilerini beğenenlere verebilecekleri
şeyler ne? Arz varsa, talep doğarsa ve arz varken talep karşılanmazsa ne olur?
Bence kadınların farkında olarak yaşamaları, erkeklerin de farkında olarak
yaşamalarını sağlar. Onları doğuran da biziz, onları yetiştiren de. Ancak
onları anlamadığımızı iddia ederek yalan söylemeyi seviyoruz, değil mi?”
Zaman o günkü yaşlanma mevsimine girmişti.
Kermes sona ermişti ve herkes parkı terk ediyordu. Ben yine yalnız kalacaktım
yeşil kokulu ruhların arasında. Her şeyin bir ruhu vardı; ağaçların, çimlerin,
taşların ve bulutların. Hepsi de kendi ruhuna uygun davranıyordu işte.
İnsan da öyleydi.
Vedalaşırlarken sarışın mavi gözlü genç kız,
başörtülü kadına döndü ve ona:
“Size sorduğum sorunun cevabını aldım, ben!”
dedi.
Sonra ela gözlü kadına baktı ve ona:
“İkiniz arasında tek fark, sizin başınızda örtü
olmaması!”
Ela gözlü kadın, başını önüne eğdi ve fısıldadı:
“Gençliğinden getirdiği şeyleri kolay
değiştiremiyor insan. Nefsimi yenemediğim bir tek yer orası!” dedi. “Saçlarımın
bir erkeği tahrik ettiğine/edeceğine inandığım an bundan da vazgeçeceğim!”
Sonra, park birdenbire canlandı. Nasıl olduysa
küçük bir kahkaha patladı genç kızın sesinde:
“Erkekler de gözlerine sahip çıksınlar, tahrik
olmasınlar, lütfeeen!”
Sonra gittiler. Nicelerini görmüştüm bu parkta.
Bu üç güzel kadından daha güzellerine rastlamadım o günden sonra. Bu üç kadını
güzel yapan şey, niyetleriydi. Gözleri, saçları değil. Ruh ne yapacaktı ki
rengi?
Kavga eden kadınlar ve erkekler o kadar çok
gelirlerdi ki bu parka… O kadar çok sırnaşırdı ki erkekler yalnız yürüyüp
giden, oturan kızlara, kadınlara… bacaklarına bakarlardı, laf atarlardı sonra.
Kadınlar bile bakarlardı kadınlara.
Bazıları da kadın gözden kaybolup gidene kadar
sessizce arkasından bakardı. Bakmayanlar da vardı.
Dertliler, yorgunlar, hastalar ne kadına bakarlardı ne de erkeğe.
Dertliler, yorgunlar, hastalar ne kadına bakarlardı ne de erkeğe.
Her şey kedersiz, tasasız, sağlam ve dinç
olanlardaydı. Onların hayatında laflar
lafları doğururdu… akşam olurdu, gece olurdu, sonra sabah olurdu.
Bu hep böyle olurdu.
Mustafa Ege – C.tesi, 17/08/2013 –02:00/
İz Etki Ekinoksları 22