“En yükseğe çıkalım!” demişti camiye girerken. “En yükseğe!”
İşte o yaştaki başka bir çocuk:)
Sağ ayağını lavaboda yıkarken neşe içindeydi. Sıra sol ayağına geldiğinde coşkusu artmış yüzünden gülücükler fışkırıyordu. Kahverengi gözleri pırıl pırıldı. Dudakları heyecanla açıldı: “Abdest aldım”, dedi, “Cuma’ya gideceğim.”
Ellerini, yüzünü, kollarını ve ayaklarını kuruladı, çoraplarını ve ayakkabılarını giydi. Evden çıktı, yol boyunca, çevresine göz gezdirdi. Câmi’ye girdiğinde ezan okunuyordu. Ayakkabılarını çıkardı, ayakkabı rafına koydu. Merdivenleri tırmanarak Câmi’nin içindeki balkon kısmına çıktı. Balkon boştu. İkinci mihrâp şeklindeki yarım dairenin önüne oturdu.
Müezzin sünnet için salavat getirdiğinde ayağa kalktı. Omuzları kıpırdadı. İftitah tekbiri için kaldırdığı ellerini, başparmakları kulak memelerine değmeden indirdi; sonra onları tam göbeğinin üstünde -sağ el parmakları sol el parmaklarını örtecek şekilde- birleştirdi.
Bir süre bekledi, sonra usulca elleri dizlerini tam kavramış, beli dümdüz halde rukû’a eğildi. Rukû’dan sonra doğruldu ve secdeye vardı. Kumral başı, kilim desenli halının üstünde bir süre kaldı. Sonra kalktı, oturdu; tekrar secdeye vardı.
İkinci rekâtın kıyamı için ayağa kalktığında camiye göz gezdirmeye başladı; ellerini bağlamamıştı göbeğinin üstünde. Diğer namaz kılanları inceledi; gözleri tam önündeki dev âvizeye takıldı. Tekrar rukû’a eğildi. Secdeye vardı, tahiyyâta oturdu; elleri dizlerinin üstünde sırtları yukarı dönük şekilde duruyordu.
Üçüncü rekâtı da aynı ciddî tavırlarla tamamladı. Dördüncü rekâtın tahiyyatına oturduğunda birdenbire yerinden fırladı ve önündeki korkuluklara tutundu; câminin içindeki kat balkonunun ikinci mihrap tarzında yapılmış yarım daire kısmından aşağıdaki cemaati izlemeye başladı; selâm vermemişti, selâm vermeden namazını bitirmişti.
Ayağa kalktı, balkon parmaklıklarının arasından kafasını çıkardı. Gözlerini aşağıdaki mihrâba dikti, Sonra sakince, kafasını -önce sağ ayağını kaldırarak, ritmik beden hareketleriyle yavaş yavaş minbere tırmanan- sarıklı, beyaz cübbeli İmam’a çevirdi.
İmam hutbeye başladığında bulunduğu balkon yarım dairesini terk etti, geldi, eski yerine dizlerini bükerek oturdu; elleri yine dizlerinin üstündeydi. Hafifçe, şarkıya benzer bir şeyler mırıldandı; sağına soluna baktı.
Hutbe sona erene kadar sessizce Câmi’nin her tarafında göz gezdirdi, sütunlara, kubbeye, kürsüye, pencerelere hiçbir şey söylemeden uzun uzun baktı; sık sık âvizeyi inceledi. Hutbe sona erip İmam minberden inmeye başladığında yerinden kıpırdadı.
Müezzin, kâmet getirip cemaat ayağa kalkınca o da ayağa kalktı. İmam’a uyup tekbir getirdi. Ellerini bağladı. Ansızın olduğu yerde bedenini çevirerek geriye cemaate baktı, baktı. Az sonra tekrar önüne baktığında İmam “Allah-u Ekber” diyordu.
O da ruku’a eğildi. İkinci rekâta kalktılar. İkinci rekâtta iken yine ellerini bağladı. İkinci rekât sona erip cemaat tahiyyâta oturunca, o oturduğu yerden biraz öne çıktı ve eğilerek sağa sola bakmaya başladı. İmam “Esselâm-u Aleykum ve rahmetullah” diyerek sağına selâm verince, o da diğer insanlara bakıp, onların yaptığı gibi yaptı; sağa selâm verdi. Aynı şekilde öne doğru çıkık vaziyette cemaate bakarken sola selâm verdi.
Farz’ın edâsı bitince, cemaatin bir kısmı câmiden çıkmaya başladılar. O dört rekât daha kıldı. İkinci, üçüncü ve dördüncü rekâtlarda yine elleri yanlarında sarkık duruyordu; onları göbeğinin üstünde bağlamamıştı.
Dördüncü rekâtın sonunda yine selam vermedi. Tesbih çekip dua edenlere baktı. Tesbih çekmedi, dua etmedi. Ayağa kalktı, yürümeye başladı.
Yanındaki: ”Allah, kabul etsin!” diye seslendi ona. Cevap vermedi. Yanındaki bu kez, ”Âmin, sizinkini de kabul etsin, diye cevap verilir” dedi. O yine seslenmedi.
Ayakkabılarını raftan aldı, merdivenlerden indikten sonra, çıkışta giydi. Câmi avlusunu geçip dışarı çıktı. Yüzünde görülmeye değer bir sevinç vardı. “Cuma namazı kıldım!” diye mırıldandı.
Güneş, sarıya çalar kumral başını ışıklarıyla pırıl pırıl parlatırken, eve doğru yürüyordu. Babasının elini tuttu sıkı sıkıya.“En yükseğe çıkalım!”, demişti camiye girerken, “En yükseğe!”
Balkonda olmayı, balkon parmaklarının arasından namaz kılan insanları incelemeyi seviyordu. Kırk beş aylık bu sevimli küçük namaz/câmi severin - kaldırımda sekerek yürürken- minik parmakları, oynayıp duruyordu babasının sağ avucunda.
Babası:” Kıyamet gününde namaz kılanların alınlarında bir ışık parlayacak” dedi gülümseyerek.
“Ben de kıldım!” dedi çocuk sevinçle alnına dokunarak, ”Benim de alnımda parlayacak”.
“Evet!”dedi babası, ”Abilerine daha söylemedim, onlara sen söyle!”,
“Tamam!”dedi çocuk sevinçle yerinde zıplayarak. Babası yine gülümsedi:
”Sana ne alacaktık biz?”
Şaşkınlığını tez attı üzerinden, sol yukarısına doğru kaldır başını:
“Baba!”, dedi neşeyle,”Bana ne alacaksın?”
Eve döndüklerinde, bir yirmi iki parçalı plastik yapboz, bir minik tokmaklı ahşap piyano, bir de beş yüz parçalı trefl puzzle vardı ellerinde.
Not: İlk cumalarından birini anlattığım bizim en küçük kahraman şimdi dokuz yaşında; câmiyi çok sever, elif-ba'dan Kur'an'a da geçti. Sizin çocuklarınız gibi onu da Allah'a emanet ediyorum.
Doğa Toprak, Yazım: 17.10.2008- Yayın: 19.08.2013, Sonsuz Ark
Doğa Toprak Yazıları