...umut yola çıkmıştı...
Silüet, kararlı salınımlarla ışıklı okyanus
şelalesinin tırnaklı kayalarına tutunarak aşağıya doğru inmeye başladı. Ay,
şelalenin düştüğü yerde çatlayan kayalarda ışıldıyordu. Tatulaların kokusu
burnundan ruhuna doğru akıyor, gerisingeri çağırıyorlardı silüeti. Fakat o geri dönmedi; bir daha çıkmamak üzere,
sarp kayaların kaygan yüzeylerine tutunarak indi.
Şelalenin ucuna yüklenen
suyun, göz alan rengine baka baka, kıyısına kadar yürüdü. Eğildi, iki elinin parmaklarını uzattı ve
parlayan suya dokundu. Tatulaların büyüsüne kapılmamış üç adama seslendi
parmaklarıyla. Su ışıldayarak şelalenin düştüğü yerdeki göletten taştı ve
çağıldayarak akıp gitti. Elçi sular kayboldular karanlığın derinliklerinde.
Ay, okyanusun duru parlaklığına baktıkça daha da parlayan bir ışık sütunu
sarmıştı elçi suların kanatlarını. Silüet şelalenin ucundan okyanusa dökülen
elçi suların parlayan kanatlarını gördü. Her bir elçi üç ayrı adamın gözlerine
okuyacaklardı çağrıyı. Çok hızlıydılar; ay son ışıklarını salmadan mesaj
ulaşacağı yere ulaşacaktı.
Silüet, büyük göletin kıyısında bir ağaç kütüğüne yaslandı. Sessiz bir bekleyiş
dalgası sarmıştı gözlerini. Sabırla okyanus şelalesinin sesini dinliyordu. Üç
adam ansızın gelebilirlerdi. Geldiler de.
Birdenbire göletin suyu kabardı; parmaklarıyla dokunduğu yerde üç süvari
belirdi.
Ay, suların üstünde yan yana duran ve ışıl ışıl gözlerle silüete bakan üç
süvarinin saçlarında soluyan elçi suların parlak kanatlarına akıyordu.
Soldaki ilk süvari siyah, kuzguni yağız bir ata binmişti; omuzlarından
atının sağrısına dökülen simsiyah atlastan bir pelerin vardı sırtında. Siyah
dalgalı saçlarını savuruyordu rüzgar.
İkinci süvari, beyaz atının yelelerine tutunmuştu. Bembeyaz atlastan pelerini rüzgarla dalgalanırken kahverengiye
çalan kumral saçları, boynunun çevresinden pelerinine doğru sarılıyordu.
Üçüncü süvari, kahverengiden sarıya dönen rengiyle al bir atın sırtında, düz,
sarı saçlarından akan pelerinini rüzgarın akışına bırakmıştı.
İlk süvari, diğer iki süvariye baktı ve silüete dönerek yumuşak ve doygun
bir sesle selam verdi. Silüet selamı engin ve yorgun bir sesle aldı. Süvarileri
gözleriyle kucakladı. Yaslandığı kütükten uzaklaşarak doğruldu.
“Hoş geldiniz!”, dedi şelalede yankılanarak berraklaşan sesiyle. “Çok uzun
zaman oldu dostlarım, ruhunuzdan akıp geçenleri dinlemeyeli.”
Üç süvari gözlerini ve kulaklarını silüete dikmiş atlarının sırtında sessizce
dinliyorlardı. Çağrı onlar içindi ve bu çağrının bir nedeni vardı.
Öğreneceklerdi.
“İnsanlığı kasıp
kavuran, zihinlerini uyuşturan ve zehirleyen Tatula’yı biliyorsunuz.” dedi silüet.
“İnsanlar yorgun ve umutsuz, Tatula’nın büyülü kokusuyla besleniyorlar. Sizler
Tatula’yı tanıyan ve ondan uzakta kalabilen üç kişisiniz. Güçlü ve
bilgilisiniz. Zamanda yolculuk yapabiliyorsunuz.”
Sonra biraz soluklandı
ve daha da genişleyen bir sesle devam etti:
“İnsanlara Tatula’yı
anlatmanızı istiyorum. Okyanusta sonsuz bir yolculuğa çıkmanız ve bu yolculukta
konuşmanız gerekiyor. Siz konuştukça, elçi sular seslerinizi okyanusa taşıyacak
ve herkes sizi duyacak. Sizi duyan, duymak isteyen, Tatula’nın farkına varacak
ve zehirlenmiş, uyuşmuş zihnini arındırmaya çalışacak. İnsanlığın buna, umuda
ihtiyacı var!”
Ay, ışıklarını
toparlarken gün ağarmanın eşiğine dolanıyordu. Silüet, göletin kıyısına doğru
ilerledi ve üç süvariye doğru uzattı kollarını. İki elinin parmak uçları suların
üzerinde birer heykel gibi duran üç süvariye dönüktü.
“Sizler, Kur’an’ın
anlattığı hakikati, hikmeti, insanlığın geçmişinden bugüne gelen akıntılardan,
kirlerden, yüklerden arındırarak anlatabilirsiniz. Tatula’nın büyüsü ancak bu
şekilde ortadan kalkar. Şeytan Elması’nı yemiş edinmemiş olmanız, nefsinizdeki
karanlık noktaları aydınlatmış olmanız anlattıklarınızı değerli kılacak. Diğer
elçi suların taşıdığı mesajlarla savaşacak mesajlarınız.”
Sözlerini şelalenin
sesine bırakarak yürüdü silüet; göletin süvarilerden uzak kısmına yürüdü. Abdest
aldı.
“Gelin!” dedi
süvarilere.”Tanyeri canlanıyor, sabah namazını kılalım.”
Silüetin kıldırdığı
namazla serin bir rüzgar esti okyanusa doğru. Tatulalar namazın yaydığı güçten
kaçarak kokularını geri çekmişlerdi.
Bembeyaz, sarışın,
turuncu ve mor yapraklar güneşin ilk ışıklarıyla bütün renklerini üç süvariye
gönderdiler hınçla. O tek gece sona ermişti ve dört insan tatulaların büyüsünden korunmuşlardı. Boşa geçmiş ilk
geceleriydi bu.
“Sen!” dedi siyah atına tekrar binen ilk süvarinin koyu kahverengi gözlerine
bakarak. “Güçlü, kararlı sesinle saraylarda gördüklerini anlatacaksın,
gördüklerinle hakikat arasındaki farkı yükleyeceksin elçi sulara!”
Sonra beyaz atının üzerinde dimdik duran bal renkli gözleriyle ışıl ışıl
gülümseyen süvariye baktı:
“Sen! dedi. “Tapınaklarda, sedirlere uzanıp yaldızlı sözler söylenen
yerlerde gördüklerini yükleyeceksin elçi sulara. Hakikati saraylar için evirip
çevirenler oralardakilerdir. Hakikatin nasıl giydirildiğini anlatacaksın!”
Üçüncü süvariye baktığında onun şen kahverengi gözlerinin kendisine
gülümsediğini gördü, ona:
“Sen, sarı ruh!” dedi gülümseyerek. “Sirklerde gördüklerini, hileleriyle
beraber anlatacaksın elçi sulara. Hepimiz duyacak ve dinleyeceğiz. Saray,
tapınak ve sedir sahipleri sirkleri çok severler. Hakikat orada ters yüz edilir
ve insanlara anlatılır!”
Üç süvari gülümseyerek kırkı aşmış bakışlarıyla selamladılar silüeti.
Sular dalgalandı. Okyanus şelalesi onları büyük bir coşkuyla okyanusa
taşıdı. Arkalarından bir iz gibi sürüklenen elçi sular güneşin gür ışıklarıyla
parlıyordu.
Silüet, ellerini göğe doğru uzattı; uzun uzun dua etti. Çağrı sahiplerine
ulaşmıştı. Sabırla sonsuz okyanus yolculuğunun elçi sularını bekleyecekti.
Billur Dağ, 27.08.2013, Sonsuz Ark, Roman 2/Çağrı