“Hiçbir özgürlükçü yönetim
biçiminin hedefi belli ilkelere inanmış toplum oluşturmak olmamalıdır.”
Hali hazırda günümüz toplumlarının çoğunluğunda câri
olan yönetim biçimi demokrasidir. Demokrasinin temelinde seçim olmakla beraber,
demokrasi salt seçimle oluşturulan bir yönetim biçimi değildir; aynı zamanda
bir yaşam biçimini dayatan yönetim biçimidir. Seçimin olmazsa olmazı olduğu
demokrasi, herhangi bir yaşam biçimini dayattığı için de edilgen yönetim biçimi
olmaktan öteye gidemez.
Edilgen yönetim biçimi ister istemez özgürlüklerin
önünde engeldir. Edilgen yönetim biçimlerinin hiç biri insanların toplumların
özgürlüğüne yol vermez. Edilgen bir yönetim biçimi olan demokraside dile
getirilen özgürlük de nispi bir özgürlüktür. Çünkü temele aldığı yaşam biçimini
toplumu oluşturan tüm bireylerde, gruplarda görmek ister. Yönetim olarak bunun
gerçekleştirmesi için uğraş verir.
Edilgen yönetim biçimlerinde seçimler özgürlüğe
açılan bir kapı olmadığı gibi, uygulanması öngörülen yaşam biçiminin
uygulanmasına yönelik nüansları içerir. Seçmenin seçeneğini belirleyen, a ya da
b partisini, kişisini seçmesinde etken olan yönetime talip olanların kendi
yaşama biçimlerine ne kadar toleranslı olduğu gerçeği yatar.
Seçmen tam bir özgürlük hayalini, özlemini içinde
saklı tutarak seçimlere katılır. Kuşkusuz kendisinin seçme hakkı elinden alınmamış
ise, kendisinde seçme hakkı var ise. Demokrasi tarihinde renginden ötürü,
cinsiyetinden ötürü seçim hakkı olmayan insanları yakın geçmişimize kadar
görmek, gözlemlemek olasıdır. Bu demokrasilerin bir ayıbı, eksikliği değil
edilgen yönetim biçimlerinin doğası gereğidir.
Demokrasi edilgen bir yönetim biçimidir ve kısmen
özgürlükçüdür, kendi onayladığı yaşam biçimlerinin dışındaki yaşam biçimlerini
baskı altında tutar, baskı altına aldığı yaşam biçimlerinin varlıklarına izin
veriyor oluşu, olanların kendi yaşam biçimini tehdit eder nicelikte olmadığı
inancından kaynaklanır.
Kendisinin onayladığı yaşam biçimine aykırı yaşam
biçiminin niceliksel olarak fazlalığı karşısında demokrasi oligarşiyi,
tiranlığı, diktatörlüğü dayatır, ilkesel olarak bunlara karşı çıkmaz.
Nomokrasi ise mutlak anlamda özgürlükçüdür.
Demokrasi ile nomokrasi arasındaki temel ayrım yaşam biçimine yaklaşımlarıdır. “Yönetim
biçimi herhangi bir yaşam biçimini dayatabilir mi? Dayatmalı mıdır?” Sorusuna,
sorularına verilen yanıtta açığa çıkar bu ayrımın temel esprisi. “Evet,
dayatmalıdır!” diyorsanız edilgen yönetim biçimi olan demokrasi tarafındasınız
demektir. Hayır demişseniz, diyorsanız özgürlükçü nomokrasi tarafındasınız, özgürlükçü
nomokrasiyi savunuyorsunuz demektir.
Etken yönetim biçimini içeren nomokrasi de halkın
yöneticilerini kendi iradeleriyle seçme ve azletmeyi olmazsa olmazı olarak
kabul eder. Yöneticilerin nasıl iktidar olacağını, nasıl iktidarda kalacağını
ve nasıl değiştireceğini belirleyen bir sistemdir ve bu belirlemeyi ülkede
yaşayan insanların seçimleri belirler. Nomokrasinin tek hedefi toplumsal refahı
yükseltmek, bireylerin barınmada, sağlıkta ve paylaşımda her hangi bir engelle
karşılaşmamasını sağlamak, böylesi bir ortamı oluşturmaktır.
Nomokrasi, insanların rengini, dilini, inancını
sorgulamayı varlığına bir saldırı olarak kabul eder. Hiçbir nomokratik düzende
yönetici veya yönetmeye talip olanlar, bu taliplerinin temeline herhangi bir
yaşam biçiminin istendik olan olduğunu alamaz. Bu yönde propaganda yapamaz.
İnançların, yaşam biçimlerinin savunucusu bireylerdir. Bunları anlatmada dile
getirmede bireyler toplumsal gruplar özgürdür. Bu anlatma, dile getirme asla
zora dayanamaz. Kimse kimseyi inancından ötürü, cinsinden ötürü, ırkından ötürü
hakir görmez, göremez, yönetici böylesi bir eyleme müsaade edemez. Göz yumamaz.
Nomokrasi de eğitim zorunlu değildir. Devlet
okullarında verilen eğitim de bireylerin grupların inançlarına, yaşam
biçimlerine aykırı olamaz. Böylesi bir aykırılığı dayatamaz.
Nomokrasi denen ve henüz yeryüzünde egemen olmayan
özgürlükçü yönetim biçimi nazenin böyle tanımlanabilirken, demokrasi birileri
adına, birilerinin ilkeleri, doğruları adına insanları yönetmek diye tanımlanabilir.
Ki dünyada kimi önde gelen demokrasi savunucuları bunu büyük bir rahatlıkla
dile getirmekte ve bunun kendiliğinden açık olduğuna inanmaktadırlar. Aksi bir
düşüncenin neşvünema bulmasına tahammül dahi edememektedirler. Yaşam biçimi
dayatmasını bir tiranda, bir diktatörde, bir oligarkta kabul etmezken, böyle
bir hakkın olamayacağını dile getirirken, kendi yapıp etmesini, kendi
dayatmasını görmezden gelip bir hakmışçasına değerlendirebilmektedirler.
Kendilerinde bu hakkı görmeleri kendi içlerinde ne
denli tutarlı olduklarına kanıttır. Zira kendilerini ileri demokrasi(!) diye
tanımlayan topraklarda tiranlara, diktatörlere, oligarklara karşı çıkıp böylesi
bir iktidarın kendi toplumlarında oluşumuna engel olurken, etnosantrik
yaklaşımları sonucunda geri kalmış, az gelişmiş gibi tanımladıkları
toplumlarda, özellikle doğu toplumları bağlamında kendi yaşam biçimlerini
egemen kılacak, kendi yaşam biçimine iman etmiş bir toplum oluşturacak
diktatörlere ses çıkarmadıkları gibi desteklerini esirgemedikleri de apaçıktır.
Böylesi yönetimlere ses çıkarmadıkları gibi onları teşvik
etmekte kollayıp gözetmektedirler. Kendi yaşam biçimlerinin biricikliğine iman
eden bu ileri demokratik ülkeler (!) bir ideal savaşımı verdiklerini söyleseler
de pratikte bir sömürünün sürdürülmesi olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.
İleri demokratik ülkeler (!) kendi toplumlarında
asla tahammül edemeyecekleri destekledikleri yöneticiler aracılığıyla özelde
doğu genelde tüm batılı olmayan toplumların zenginliklerini dün olduğu gibi
bugün de sömürmeyi amaçlamaktadır.
Kendilerini ileri demokratik (!) diye tanımlayan
toplumların bir ideal savaşımı vermediği, böyle bir dertlerinin olmadığı yapıp
ettikleriyle ortadadır. Öyle olsa nice krallıkla, diktatörlükle yönetilen
ülkelere arka çıkmıyor olmaları gerekirdi. Yüzyıllardır kralların,
diktatörlerin, oligarkların demir yumruklarıyla egemenliklerini sürdürdükleri
toplumlarda halkın canlarıyla mallarıyla verdikleri kendi yöneticilerini seçme
savaşımına hiç değilse psikolojik destek vermeleri, arka çıkmaları gerekirdi.
Oysa en has müttefikleri sömürülerini sağlayan bu krallar, diktatörler ve
oligarklardır.
Kendini ileri demokratik ülke diye tanımlayan batı
toplumu, dışında kalan toplumların zenginliklerini sömürürken olası bir halk
ayaklanmasının kendileri aleyhine olmasının önünü kesmek için, yaşam biçiminin
biricikliği masalıyla da edilgen yönetimi biçimi demokrasiyi toplumlara
pazarlamakta, böylece sömürü hükümranlığına halel gelmesini engellemektedir.
Oysa hiçbir özgürlükçü yönetim biçiminin hedefi
belli ilkelere inanmış toplum oluşturmak olmamalıdır. Bu ancak yukarda da
belirttiğimiz gibi bireylerin, grupların, toplulukların uhdesindedir. Uhdesinde
olmalıdır.
Özgürlükçü bir yönetim biçimi her inanca, her gruba,
her ırka aynı yakınlıkta, aynı uzaklıkta görür kendini. İşinin hem bireysel hem
toplumsal olarak daha rahat bir yaşam sürdürmenin olanaklarını yönetilenlere
sunmaktan öte bir anlamı olmadığının bilincindedir, bilincinde olmalıdır.