“Türkiye, bütün dostlarını yanında, bütün düşmanlarını karşısında birleştirme gücünü yeniden kazanmış olmanın tadını çıkarmalı.”
Spresifik bir çıkarsama yapalım; ister ‘İslam Coğrafyası’, isterlerse ‘Müslüman Coğrafya’ desinler; İslam ve müslüman düşmanı BMGK+İsrail+İran+Ürdün+Arabistan+Körfez konsorsiyumu için hiçbir tür kavramlaştırma dökülecek kanın miktarını ve din hanesini değiştirmez.
Konsorsiyuma dahil olan ülkeler İslâm’ın kaidelerine karşı çıkıyorlar ve dolayısıyla müslüman olamazlar; dökecekleri kan da sadece müslüman kanı olabilir. Türkiye yılmadan bu konsorsiyuma karşı politikalar geliştiriyor; coğrafyanın hain ve kaypak ruhuna kişilik kazandırmanın peşinde, ancak işi çok zor. Belki de imkansız.
Diplomatik retorik, gücün ucundaki dilin etkisini nükleer silahlarla ve ek olarak enerjiyle arttırabilir.
Türkiye’nin NATO’ya entegre olarak pasifleşen nükleer potansiyeli özgün bir niteliğe sahip değil ve enerjiye karşı oldukça kırılgan bir ekonomisi var. Savaşsız çözümler için oluşturduğu oyun kartları, savaş baltalarının bilendiği bugünlerde diplomasinin ahlaksız retoriğinde parlaklığını kaybediyor ve diyalog merkezli bu enerjinin taşıdığı iyimser ışık eriyip gidiyor.
İsrail’in, bütün bölgeyi kan gölüne çeviren politikaları/entrikaları sonucunda ABD, Fransız, İngiliz ve Rus savaş gemilerinde ve Türkiye’nin güney kentlerinde konuşlanan füze bataryalarını savaşa hazır hâle getirmesi ve bir kenara çekilerek “Koalisyona katılmıyoruz, savaşın dışındayız” demesi yeterince açık bir görüntü.
Türk savaş uçaklarının Suriye’nin kuzeyinde angajman prosesiyle gökleri sarsmasının hiçbir anlamı yok, Türk diplomasisinin de bu tilkiler ve sırtlanlar diplomasisinde yeri yok. Türkiye’nin durdurulmasına yönelik konsorsiyum politikaları, Türkiye’yi Suriye’deki savaşa çekmeyi ve Türkiye’nin, gireceği savaşla, bugüne dek elde ettiği tüm değerli dış politik kazanımları kaybetmesini de amaçlıyor.
İslam ve müslüman düşmanı konsorsiyumun Suriye’de öldürülen yüz binlerce müslümanla, daha sonra öldürülecek olanlarla ilgili zerre kadar kaygıları yok. Türkiye’nin bu yöndeki kaygılarını çok iyi kullanarak, kaos teorisini adım adım uygulayan konsorsiyum, büyük balığın, yani Türkiye’nin peşinde. Türkiye bir an önce bu oyundan çıkmalı ve konsorsiyumun, yedek senaryoları dahil, bütün oyun planlarını çökertmeli.
2011’den beri Türkiye’nin güney illerinde patlayan bombaların, düşürülen uçakların, sınırlardan içeriye düşerek can kaybına neden olan mermilerin ve bombaların, son dönemde bin-iki bin kişilik kaçakçılık ordusuyla yapılan sınır tacizlerinin, Suriye Kürtleri ile El-Nusra’nın çatıştırılmasının bir tek amacı vardı; Türkiye’yi, Başbakan Erdoğan’ı Esed’le savaşa zorlamak ve hem iç politikada hem de dış politikada büyük bir çıkmazın içine sürükleyerek bölgesel ve küresel strateji oyunlarının dışına itmek.
Türkiye bu oyuna gelmedi, aldığı darbelere karşılık sadece yutkundu ve strateji oyunlarına daha temkinli hamlelerle devam etti.
İç politikada küresel neocon çetesi ile bütünlük içerisinde çalışan masonik yapılar ve bütün muhalefet partileri, Erdoğan’ı yıpratmak ve Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek için çok çalıştılar. Gezi Parkı Terörü, konsorsiyumun tasarladığı ortak hamlelerden biriydi. Bu hamle Türkiye’yi yordu ve yıprattı. Mursi’ye kurulan tuzak, Türkiye’nin yıpranmış imajı ile Arabistandan ve Katar hariç diğer körfez ülkelerinden alınan destekle gerçekleştirildi.
Gezi Parkı Terörü, Türkiye’nin gücünü test etmelerini sağlamış ve yalnızlaştırılan Türkiye’nin Mısır’da etkili olamayacağı anlaşılmıştı. Böylece 2011’de İslam’ın Yeni Sesi, Ortadoğu’nun Yeni Prensi, Yeni Halife, Yeni Arap Kahramanı olarak Kahire’de karşılanan Erdoğan, Mursi’ye yapılan darbeyi engelleyemedi. İhanetin merkezinde Türkiye’nin Arap Dünyasındaki en önemli partneri Arabistan ve BAE vardı. Diğer hain ise NATO’daki müttefikleri idi..
Türkiye’ye karşı kurulan konsorsiyum hem ‘İslam Coğrafyası’ndan hem de ‘Hristiyan Coğrafyası’ndan dostları olan ülkelerden oluşuyordu. İran, Konsorsiyum’un en gönüllü yerli işbirlikçisiydi. Suriye’de Türkiye ile çatışıyor Mısır’da yapılan darbeyi görmezden geliyordu. Geçmişte İslam Dünyası’nın sesi olduğunu eden ve ‘Şeytan Amerika’ya her alanda meydan okuyan İran, Amerika’nın İsrail'le kol kola, Ürdün, Arabistan, BAE ve Kuveyt’le birlikte devirdiği Mursi’ye sahip çıkmak için kılını bile kıpırdatmadı. Aksine Mursi’yi destekleyen Türkiye’yi tehdit etti.
İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu sözcüsü Hüseyin Nakavi Hüseyni, Türk hükümetinin Mısır’daki Müslüman Kardeşler ile olan ortak yönlerinden dolayı bu grubu ve Muhammed Mursi’yi desteklemeye devam ettiğini, bunun Türkiye’yi krize sokacağını öne sürdü.
Ocak 2013’te İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Muhammed İsmaili, Ankara'nın bölgede süper güç olmayı hedeflediğini ancak bunun "gerçekleşmeyecek bir rüya" olduğunu söylemiş. Mursi’nin Şubat 2013’ten beri Mısırlıları Esed’i devirmeye yardımcı olmaya çağırmasını “garip adım” olarak niteleyen PressTV, “Ve Mursi, Mısır’ın gemisini Türkiye ve Erdoğan’a bağladı” demişti.
Mursi, 2012 Ağustos’ta İran ziyaretinde yaptığı çıkışın bedelini ödemişti: "Filistin ve Suriye halkları özgürlüğü ve onuru için mücadele veriyor. Suriye devrimi zalim bir rejime karşı." Mısır'ın İsrail'le barış anlaşması imzaladığı 1979'dan beri ilk defa, İsrail karşıtı Mısırlı bir lider Tahran'da misafir oluyordu. Suriye’de İran’la değil de Türkiye ile müslümanca bir duruş sergileyen Mursi, dünya medyasına sık sık ‘İsrail Düşmanı Fotoğrafı’ çektiren İran’ın düşmanı hâline gelmişti.
Türkiye karşıtı konsorsiyumun İran ayağı böyle oluşmuştu. Ancak Ürdün, Arabistan ve Körfez ayağı, müslüman kardeşlerin Mısır’da ürettiği demokrasi performansının diğer araplara verdiği korkudan beslenerek oluştu. Türkiye, Mursi’ye destek verirken, fincancı katırlarını ürkütmüştü.
Gezi Parkı ile Türkiye’nin gücünün sınırlarını gören bu ülkeler konsorsiyuma hemen dahil oldular. Arabistan Erdoğan karşıtı gurultular çıkardı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) devlet şirketi TAQA, Türkiye'nin en büyük enerji yatırımı olarak görülen 12 milyar dolarlık Afşin-Elbistan kömür santralı projesini 2014'e ertelediğini duyurdu.
Gezi Parkı ile Türkiye’nin gücünün sınırlarını gören bu ülkeler konsorsiyuma hemen dahil oldular. Arabistan Erdoğan karşıtı gurultular çıkardı. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) devlet şirketi TAQA, Türkiye'nin en büyük enerji yatırımı olarak görülen 12 milyar dolarlık Afşin-Elbistan kömür santralı projesini 2014'e ertelediğini duyurdu.
Davutoğlu, ABD, İngiltere ve Fransa’nın Esed’e kimyasal silah cezası için Doğu Akdeniz’de savaş hazırlıkları yaptığı bugünlerde Mursi nedeniyle soğuduğu Arabistan’a gitti. Dönüşte Türkiye Cumhuriyeti’nin en kritik tarihi anlardan birini yaşadığını söyledi. Sykes- picot sınırlarının değişebileceğinden dem vurdu. İİT Genel sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu da “Ortadoğu'da bu harita Osmanlı imparatorluğunun rahminde prematüre doğmuş çocuk gibidir.Bunu tedavi etmenin zamanı geldi" dedi.
Türkiye, muhtemelen iki büyük kaygıyla hareket ediyor; masumların ölümünü engellemek ve sınırların değişiminde masada olmak. Kaygılarında haklı; ancak şu anda yapabileceği hiçbir şey yok. Kendisini diyalog için yıpratması sonraki stratejiler için zararlı.
Türkiye ikiyüzlü stratejilerin temiz denge noktası olmaktan çıktığı an bu konsoryium dağılacaktır. Bu konsorsiyum dağılmadan da Mısır’da ve Suriye’de çözüm mümkün değildir.
Türkiye İslam Coğrafyaları dahil tüm Dünya’ya küsmeyi denemeli. Bütün stratejilerin merkezinde olmak Türkiye’ye bu hamleyi yapma hakkı veriyor. "Çok uğraştım, ama gözlerinizi kan bürümüştü, sizi etkileyemedim, o halde hesaplarınızda ben yokum!" diyerek, İran, Çin ve Rusya’yı, ABD-İsrail-İngiltere-Almanya –Fransa beşlisi ile baş başa bırakmalı ve av olmaktan çıkmalı.
Türkiye, bütün dostlarını yanında, bütün düşmanlarını karşısında birleştirme gücünü yeniden kazanmış olmanın da tadını çıkarmalı. Türkiye dünyadaki bütün vicdanlı insanların, coğrafya adına bakmadan, dostu olmayı başarmış durumda çünkü.
Âkil Ağazâde, Sonsuz Ark, 27.08.2013