“İstenen, kamplaşma!”
Aklımda kaldığı kadarıyla mesnevide bir öykü vardı. Bir Fars, bir Arap, bir Türk; üçünün de canı üzüm çekmiş birbirlerinden üzüm istemişler, bağıra çağıra. Arap “aynab” diye bağırıyormuş, Farisi “engur” diyormuş, Türk ise “üzüm” diye tutturmuş. Farklı dillerdir, farklı seslerle dillendirmelerinde bir tuhaflık yoktur üzümü. Üzümün kendisini gördüklerinde tartışma bitecek afiyetle üzümü yiyeceklerdir.
Ama aynı dili konuşup aynı sesle seslendirilen şeyler
ters yüz edilirse ne olur? Anlaşmak mümkün müdür? Anlaşabilmenin bir yolu var
mıdır? Belki de yeryüzünde en büyük kötülük budur. Düşünün bir; aynı dili
konuştuğunuz, nesneler için aynı sesler çıkardığınız biri susuzluktan ölmek
üzere olsa, sizden su istese, siz de bir koşu, bir avuç tuz alıp gelseniz ne
olur?
Kişi “ben su istedim” diye hayıflanacak siz de “hem
su istiyor hem kızıyor” diyeceksiniz. Sizdeki su, ondaki suyun aynısı değil. Bu
kavga biter mi? Bitmez. Hiç olmayacak kavgalar çıkar mı çıkar. Ülkemde olan şey
işte tamı tamına bu.
Her şey ters yüz edilir oldu. Ters yüz etmek marifet
sayılır oldu. Artık kimselerin, kimsenin istediğinin ne olduğuna ilişkin bir
bilgisi yok. İsteyen kendisine sunulanın istediği olmadığında diretirken,
getiren de istenilen olduğunda ısrar ederek fırtınalar koparılır oldu. Kavgalar
edilmeye başlandı.
Kimse durup, “ Ya bir dakika sen su istiyorsun ben
su getirdim, fakat senin istediğin benim bildiğim, benim bildiğim senin
bildiğin değil. Öyle ise sen sendeki suyu tarif et, ben bendeki suyu tarif
edeyim; işi tatlıya bağlayalım” demiyor; denilmiyor.
Denmiyor çünkü istenen kavga. İstenen kamplaşma.
Belki istenen çevremizdeki ülkelerde olduğu gibi bir iç savaştır. İstenen belki
bu, diyorum, çünkü yabancı ülkeler de bu tartışmada bu kamplaşmada taraf
oldular. Denecek ki dünya küçüldü kimse kimsede olana yabancı kalamıyor,
kalmıyor.
Bu yüzden taraflar. Öyle olmadığının hepimiz
tanığıyız. Lokal bile sayılmayacak bir taşkınlığı başından sonuna kadar canlı
yayınlayan yabancı yayın kuruluşları binlerce insanların öldürüldüğü topraklarda
yoksa kimse dünyanın küçüldüğünden ve bu yüzden ilgilenildiğinden söz etmesin,
bu saatten sonra yenilmez.
Efendim, gelelim ülkemde ters yüz edilenlerden bir
kavrama. Diktatörlük. Bu kavram ters yüz edilmiştir. Diktatör diyenin niçin
diktatör dediğini açıklaması lazım. Örneğin; ben mevcut iktidarın diktatörlük
olmadığını dillendiriyorum. Dillendirmekle yetinmeyip neye kime diktatör
denileceğinin kendimdeki iki temel ölçütünü veriyorum.
Birincisi, bir diktatör iktidarını ölümüne kadar,
hatta ölümünden öteye sağlamlaştırır. İster seçimle, ister zorla gelmiş olsun,
iktidarı ele geçirdikten sonra iktidarını yasalarla ebedileştirir. Böyle
yapmalı ki, o kişi ve iktidarına diktatörlük diyebilelim.
Diktatörlüklerde muhalefet yeraltındadır.
Muhalefetin iktidarı alaşağı etmesi için zora gerek vardır. Muhalefetin
varlığını kabul eden ve iktidarın değişimini yasalar çevresinde belirleyen
yönetimlere bu yüzden demokrasi diyoruz. Oysa diktatörlüklerde böyle bir
ihtimal yoktur. Muhalefet varlığını yer altında sürdürür.
İyi ama bu iktidar da üç dönemdir yerinde, her
seçimi kazanıyor? Bu demokrasilerde olan bir şey. Muhalefetin beceriksizliğine,
topluma kazandıracaklarını söylediklerinin toplumun beklentilerinden geri
olduklarına işarettir muhalefetin iktidara gelemeyişinin nedeni.
Eğer muhalefet seçimlere giremiyor, iktidarla aynı
yasalar bağlamında seçimlere katılamıyorsa diktatör diyebilirsin. Kimse de
kınamaz. Halkın seni iktidar yapmayışı iktidarı diktatör yapmaz ama senin
beceriksizliğini, senin toplumun gerisinde olduğunu gösterir.
İkincisi, diktatörlüklerde toplumu tek tip olmaya
zorlama vardır. Tek tip düşünce, tek tip anlayış. Tek bir yaşam biçimi. Tek bir
ırka, tek bir düşünceye dayalı bir toplumsal yapı. Tek tip yaşam biçimi
diktatörlüklerin olmazsa olmazlarıdır.
Şimdi soralım ülkemizde mevcut iktidardan önce var
olan hangi özgürlükler şimdi kısıtlanarak, yasaklanarak, teki tip bir düşünce
tek tip bir yaşam biçimi oluşturmak için adımlar atılmıştır? İnsanlar hangi
yasayla/yasalarla neyi yaşamaya zorlanmaktadır?
İnsanlar ana dillerinde konuşamıyorlar mı?
İnançlarından, giyim kuşanmalarından ötürü okullarına mı alınmıyor?
Görevlerinden mi atılıyor? Üniversitelerde binlerce öğrenci ikna odalarına mı
tabi tutuluyor? Giyim kuşamlarından ötürü okuldan atılanlar mı var?
Efendim, içkime karışılıyor. Yok ya! Ciddi misin?
Dünyanın her yerinde iktidarlar toplumların sağlığı için alkol ve uyuşturucu
ile ilgili düzenlemeler yaparken kimse onlara diktatör demezken hem de.
Japonya’da parklarda içki içilmesi yasak, Rusya’da
içki satışları ile ilgili yasaklar dünyanın hiçbir yerinde yok, ABD’de 21 yaşın
altındakilere içkinin satılmayışı. Alkolle mücadele listesi kabarık bu yönde
tüm dünya ülkelerinin.
Ve o ülkelerde yaşayan insanların hiç birinin aklına
bunun diktatörlükle ilişkisi gelmiyor. Tersine yardımcı olunuyor bu tip
düzenlemelerde. Alkoldeki düzenlemelerin trafik düzenlemelerinden farkı ne?
Gece 10’dan sonra bakkalı içki satmayacak. Git, meyhanede iç. Ya da 10’dan önce
al. İçkinin kendisi mi yasak?
Kapalı alanlarda sigara içmek yasak. Bunu niye yaşam
alanına müdahale sayıp diktatörlüğü dillendir miyorsun?
Benim bir iktidara diktatör deyip diyemeceğimin
temel ölçütleri bunlar. Bu ölçütlere dayanarak mevcut iktidara diktatör değil,
demokrat diyorum. Sanırım diktatör diyenlerin de, neye diktatör denilip neye
denilmeyeceğine ilişkin ölçütlerini bilmek hakkımdır. Bilmeliyim ki ona göre
tavrımı belirleyeyim. Ya diktatörün yanında olayım ya karşısında.
Diktatörün yanında olunur mu? Diyecekler için, evet
olunur, diyorum. Esed diktatör değil de demokrat ise, ben o demokratın yanında
olmam elbet. Bu yüzden ölçütlerini bilmek istiyorum. Şimdi muhalefetin ve
taraftarlarının diktatör ölçütünü bilmem gerektiği kendiliğinden anlaşılmış
oldu sanırım.
Ölçütlerini alenen halka bildirmedikleri sürece
derim ki; ülkede yönetime diktatör diyen muhalefet ve avânelerine, biri bu
ülkede seçimlerin olduğu, iktidarların seçimle iş başına geldiği, kendisinin
sürgünde bir muhalefet temsilcisi olmadığını söylemeli artık.
Sanırım bir tanesi kendisini öyle sanıyor. Yurt
dışında bir muhalefet temsilcisi gibi yabancı ülkelerin yöneticilerine
mektuplar yazıyor, yardımlar istiyor.
Valla bayım; yedi ay sonra yerel yönetim seçimleri
var. Yani seçim var. Sanırım biri seninle oyun oynuyor. Ülkendesin sürgünde
değil. Seçimlere katılacaksın, yer altında değilsin. Bir seçimde oy
kullanamamıştın anımsıyorsundur. Bu gidişle partini de seçimlere götürmeyi
atlayacaksın. Hadi projelerinle halkının karşısına çık, yabancı liderler oy
kullanmayacak. Öyle bir hakları yok. Mektuplarını yabancı ülkelere değil bize
yaz.
Bak rahmetli Ecevit halkına yazmıştı mektubu ve
parti tarihinizin en yüksek oy oranını almıştı. Genel seçimlerde % 33, yerel
seçimlerde % 37.
Fikri Muhayyer, 30.08.2013, Sonsuz
Ark