“Karşı olmak için, kişi hem kendini hem kendi
olmayanı bilmek zorundadır.”
Yazmanın ne olduğu, niye yazıldığı, hemen her yazar tarafından açıklanmaya çalışılmıştır. Niye yazdığını açıklamayan yok gibidir. Çağının tanığı olmaktan tutun da “şey”lere ayna olmaya varıncaya kadar dillendirilmiştir yazıların niçin yazıldığı, yazarları tarafından.
Sanki bu açıklanmış olmazsa bir şeyler eksik gibi
algılanmıştır. Sanki her bir yazar “Niçin yazıyorsun?” sorusuna muhatap olmuş
gibidir. Belki dışından böylesi bir soruyla muhatap olmamıştır, ama içinden her
yazana bu soru yöneltilmiş olmalı. Ki; niye yazıldığını açıklama gereksinimi
duymuştur her bir yazar.
Sahi niçin yazılır? Niçin yazmaktayım? Sartre, çağa tanıklıktan söz eder. Peki,
çağının tanığı olmak ne demektir? Olup biteni bir koleksiyoncu mantığıyla
biriktirmek sonraki kuşakların o olup bitenleri bilmesini sağlamak mıdır?
Tanıklık olup-bitenin olmasını engellemek için değilse bir anlamı yoktur bence.
Olup bitenin olmaması için mücadele eden kendisi olarak var olandır. Demek ki
yazanın hedefi özde kendisi olmaktır.
Biz bu yazıda yazmanın niçininden, neliğinden çok
okuyucu üzerinde durmayı düşünüyoruz. Yazmak çağa tanıklık, karanlıkta olanı
ortaya çıkarmak ise okumak nedir? Niçin okumalıyız?
Hemen baştan belirtelim ki okumaktan kastımız salt
seslerin sembollerle gösterildiği nesnelerde yazılanları okumakla sınırlı
değildir. Okumak deyince aklımıza bu gelmemeli. Bu okumayı sınırlandırmaktır.
Oysa okumak sınırsızdır. Biz yine de okumanın bu türü üzerinden gidelim. Yani
sembolleşen seslerin gösterildiği nesneler üzerinden. Ve hemen soralım okumak
bir yazar gibi olmak mıdır? Yazar gibi
olmak mı olmalıdır?
Okumak bir yazar gibi olmak ise bir anlamı olur mu?
Yani okuyan okuyarak kendisi olmayı gerçekleştirmiş olur mu yazar gibi
olduğunda? Yazar gibi olunduğunda kişi kendisi değil; ya eşyaların
tıkıştırıldığı bir dolap ya da göz olmaktan öte anlam taşır mı? Bence taşımaz.
Kişinin kendisi olması için okumak zorunludur
zorunlu olmasına, ama nasıl okumak? Nasıl okumalıyız ki kendimiz olalım?
Kendimiz olduktan sonra işimiz kolay.
Okumak karşı olmaktır. Karşısında durmaktır, hem
kendinin hem kendi olmayanın.
Şeylerin karşısında olmak bir olumsuzlama değildir.
Tersine, kendisi ve kendisi olmayanı olumlulamaktır. Karşı olmak için, kişi hem
kendini hem kendi olmayanı bilmek zorundadır. Bir ottan, bir taştan farkı
yoktur kendi ve kendisi olmayanı bilmeyenin.
İspanyol düşünür Unamuno herhangi bir konferansa,
toplantıya giderken mutlak anlamda karşı olduğunu söylermiş çevresine. Çevresindekiler
de "daha görmeden, dinlemeden mi" dermiş. Karşılık olarak, "Elbette öyle.. yoksa
nasıl anlayabilirim söylenenleri, kendimi itiraza yöneltmeden nasıl
bilebilirim?" anlamında bir şeyler söylermiş.
Demek ki, övgü ya da yergi değil aslolan. Söylenilenin
ne olduğunun farkına varmak. Söylenilenin farkına varan kuşkusuz kendi olmaya
adım atmış demektir. Şimdi çevremize bakıp soralım kendimize,kendimizi dâhil
ederek;
"Kaçımız, karşı olduğumuz veya onayladığımız
şeyler hakkında kendimize ait yargılara sahibiz?”
Soruyu şöyle de dillendirebiliriz; “Kaçımızın
kendimize ait bir sesi var? Kaçımız bir hoparlörüz? Kaçımız kendimizi
yaşıyoruz? Kaçımız bir başkasının gölgesi olarak soluk alıyor?"
İnsanı su gibi olmaktan çıkaran ve kendisi olarak
nefes alan bir canlı olmasını sağlayan karşı oluş olduğunu bildik. Ve karşı
olmayı akletmeyenin, hangi kaba konursa çaresizce o kab olacağını anladık. Peki
karşı oluşu nasıl gerçekleştireceğiz? Kendimizi hem kendimiz hem kendimiz
olmayanın karşısına nasıl konumlandıracağız?
Kendimizde bulduğumuz her bir şeyin, çevremizde
gördüğümüz her bir nesnenin, bize belletilen her bir değerin, algılatılan her
bir ölçütün tanımlandığı, tanındığı gibi olup olmadığını sorgulayarak.
İşte bu sorgudur okumak. İşte bu yüzden İncil “önce
söz vardı” ile başlar. Bu yüzden Kur’an’ın ilk buyruğu okudur.
Okumaların, sana seni ve sen olmayanı vermedikçe,
okuma denmez ona. Sana, seni ve sen olmayanı vermeyen okuma bir gün gelir “Geç
fark ettim taşın sert olduğunu” dedirtir.
Kendisi ve kendisi olmayanı vermeyen okuma, kişiyi
pişmanlıktan pişmanlığa sürükler. Hele de her bir şeyin tecimsel bir şey olduğu
günümüzde.
Cemal Çalık, 31.08.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark