Kiziroğlu Mustafa Bey
1. Bölüm
-1-
-1-
“Belki
de ölmüştür! Sol omuzuna saplanan oku gözlerimle gördüm!” sözleriyle sessizliği
bozmuştu Bodur Hamza. Öylesine dökülmemişti bu tümce ağzından. Tepkileri görmek
istediği her halinden belli oluyordu loş karanlığa güvenerek söylemiş olsa da.
Hem tepkileri görmek hem de umudunu ete-kemiğe bürümek istemişti adeta.
Kendisini suçladıklarını seziyordu. Haksız da değillerdi.
Suçlamalarda
yerden göğe kadar haklıydılar. Aldıkları kararı aceleciliğinden ötürü bozmuştu.
İçinden lanetler savurdu, kendi kendine söylendi “Evet hepsi benim hatam..
ama.. belki de ölmüştür. Okun sol omuzuna saplandığını gözlerimle gördüm.
Önümden geçti.” Dörtnala atın gidişini görmüş olması umudunu yerle bir etmesine
ediyordu ancak saplanan ok yeniden diriltiyordu umudunu.
Nasıl da
sıyrılıp gitmişti! Nasıl da atın sol böğrüne yapışıp uçuvermişti! Okçulara
haykırışı çınladı kulaklarında: “Atı oklayın! Atı oklayın!” olmamıştı. Bir tek
bir ok bile yetişememişti küheylana.
Ne attı
şu küheylan! Ne biniciydi şu Kiziroğlu! Daha atılan ilk okla atına öyle bir
hızla manevra yaptırmış ve atın sol böğrüne öyle bir ustalıkla kıvrılmıştı ki
ifritlerin dudağı uçuklardı. Omuza saplanan tek ok bile büyük bir şanstı.
Şimdi
düşünüyordu da.. “Kahretsin.. kahretsin!” diye ünleniyordu içinden. Ölmediyse..
işin en kötü yanı canhıraş haykırışlarının kendini ele vermiş olmasıydı. Ne
vardı bağıracak! Kesin tanınmıştı. Kendini tutmasa hemen şuracıkta kalkıp
kafasını kalın duvarlara çarparak canına kıyardı. Kimse bir karşılık vermeyince
daha anlaşılır bir sesle “Sol omuzuna saplanan oku gözlerimle gördüm!” dedi.
Sarı
Fuat sinirli sinirli fısıltıyla karşılık verdi “Hani.. üç gün oldu.. cesedi
nerde? Ha nerede.. sen de biz de biliyoruz ki fırsatı kaçırdık. Ve bu kaçışta
en büyük pay senin! Senin aceleciliğin!” yer açılsa da yerin dibine girsem diye
düşündü Bodur Hamza. Başını hafifçe kaldırıp dayı oğlu Sancak Beyi Şehreminoğlu
Rıfat Bey’e baktı. İdarenin loş ışığıyla yarı aydınlık yüzde bir şeyler görmeyi
ummuyordu. Zılgıt yemeye hazırladı kendini.
Sancak Beyi
Şehreminoğlu Rıfat Bey, konağının iç odalarından birinin en dip köşesine
oturtmuştu, sancağın ileri gelen ailelerden en büyük dört ailenin beylerini. Ne
subaşı, ne seyfiyenin diğer üyelerinden herhangi biri yoktu.
Bu resmi
bir görüşme değildi. Davet alan konuklar davetin niçin yapıldığını
biliyorlardı. Yaklaşık bir ay önce yine bu vakitlerde aynı odada, odanın aynı
noktasında buluşmuş Sancak Beyi’nin deyimiyle “iyiden iyiye gemi azıya almış
Kiziroğlu’ndan kurtulmak için neler yapmaları gerektiğini konuşmuşlardı.
Yaklaşık
yirmi gün sonra Susuz’da köylülerin bir düğünü vardı ve Kiziroğlu da bu düğüne
davet edilmişti. Bu bir fırsattı. Aldıkları habere göre Kiziroğlu düğüne yalnız
başına gelecekti. Bu en güvenilir kaynaklardan edinilmiş bir haberdi. Bu fırsat
bir daha ele geçmez, diye akıl vermişti Rıfat bey. Düşüncelerini öğrenmek
istemişti.
Hem
Beylerbeyi’nden hem payitahttan yediği zılgıtlar iyiden iyiye telaşa
düşürmüştü. Çaresiz kalmıştı. Kaç kez sefer düzenlemişti yılanın yurt edindiği
dağlara ancak eli boş dönmüştü. El boş dönmüştü çünkü neredeyse tebaanın tümü
Kiziroğlunu gizliden gizliye destekliyordu. Hani haksız da sayılmazlardı kendi
açılarından, akıllarınca onların koruyucusuydu beyliğin takdir ettiği vergileri
o eşkıya sayesinde ödemiyorlardı.
Toplanan
vergiler daha beyliğe ulaşamadan Kiziroğlu çapulcularıyla vergi memurlarını
derdest edip soyuyordu. Soyduklarını kim ne verdiyse o miktarca dağıtıyordu.
Hem payitaht hem beylerbeyi kulağını çekmişler vergi toplayamayan bir sancak
beyinin kendilerine lazım olmadığını yazdıkları fermanla bildirmişlerdi.
Çaresizdi.
Bir sipahiyle, üç beş askerle Kiziroğlunun üstesinden gelemeyeceğini çoktan
anlamış böylece Kiziroğluna gönülsüz baç veren ileri gelen aile beylerinin
yardımını istemeye karar vermişti. Bibioğlu Muhayyerlerin Bodur Hamza,
Sarıların Fuat ve Döngel Murat.
Rıfat
Bey, Sarı Fuat’ın yılan tıslamasını andıran çıkışının ardından elini kuşağına
götürdü. Ağır hareketlerle enfiyesini çıkardı. Burnuna çekmeden birkaç saniye
Döngel Murat’a baktı. En çok onun tepkisini merak ediyordu. Bu ikinci
buluşmalarında “Saççakta peri var!” deyişini onun gözlerinin içine bakarak
sonlandırmıştı.
Döngelleri
ne kendisi ne de babası severdi. Şehreminoğullarıyla Döngeller arasında kimseye
sır olmayan ve fakat su altında tutulan bir husumet vardı. Bu husumet dölden
döle aktarılan bir miras gibi bugüne kadar gelmişti. Ne babası ne kendisi uygun
bir fırsat bulup Döngellerden kurtulabilmişlerdi.
Döngellerin
payitahtta oldukça nüfuzlu arkaları vardı. Ve enten-püften bir gerekçeyle bir
şeyler yapılsa ödeyecekleri bedel tahminlerinin üzerinde olabilirdi. Belki de
bir fırsat çıkmıştı. Eşkıyaya yardım ve yataklık. Elinde somut kanıtlar olmasa
da öyle olduğuna kesin inanıyordu. Kiziroğlu’nun tuzaktan haberi olmasa geçitte
atını birden bire durdurur sonra da geldiği yöne hızla manevra yapıp gidebilir
miydi?
Öğrendiğine
göre geçidin en dar yerine varmadan Kiziroğlu atını zınk diye durdurmuş ve
geldiği yöne çevirip gözden kaybolmuştu. Elini kolunu bağlayan, tuzağı haber
almış olan birinin oraya kadar yalnız başına gelmesinin tuhaflığıydı.
Kendilerine gözdağı vermek için böylesi bir aptallık yapacak kadar ahmak biri
değildi Kiziroğlu.. bu şimdilik bir muammaydı, çözene kadar “eşkıyaya yardım ve
yataklık” suçlaması bir köşede hazır duracaktı.
Enfiyeyi
burun deliklerinin ikisine de yavaşça çekti. Üç kere hapşırdı. Hapşırıkların
ardından “Elhamdülillah!” dedi. Konukları aynı anda “Yerhekimullah!”
karşılığını verdiler. Bir anlık bir sessizliğin ardından tok bir sesle “Yehdine
ve yehdikümullah!” sözleriyle yanıtladı konuklarını. Ve sustu.
Rıfat
beyin elindeki doksan dokuzluk kehribar tespihin tek düze sesi dışında bir ses
yoktu odada. Adeta dört adam nefes bile almıyordu. Sarı Fuat’ın çıkışına
karşılık verme isteğiyle yanıp kavrulan Bodur Hamza bile cesaret edemiyordu bu
sessizliği bozmaya. Bir oyun oynandığına hükmetmiş, o da katılmıştı bu
sessizliğe.
Başka
zaman olsa, Rıfat Bey şimdi ortalığı yakıp yıkmış, haykırışları ta
Beylerbeyliğinin konağında duyulmuştu. Hiç tanışık olmadığı bir hal vardı
sancak beyinin üzerinde. Ne sıradan şeyler için ne zılgıtlar yemişti beyden. Bu
suskunluk, bu sakinlik hiç hayra yorulacak gibi değildi.
Başını
kaldırıp beye ve diğer konuklara bakmaya bile gücünün olmadığını fark etmişti
sıkıntıyla. Sanki günlerdir bu loş odadaydılar. Boğazı kurumuştu. Korkudan mı
gecenin ve odanın boğuk havasından mı karar verememişti. Başka zaman olsa
şimdiye semaver ya da başka içecekler çoktan gelmiş olurdu.
Rıfat
Bey tek tek yeniden süzdü konuklarını. İçlerinde en rahat olanı kuşkusuz Döngellerin
Murat’tı. Ve onun bu pervasızlığı kendisini çileden çıkarmaya yetiyordu. Bodur
Hamza’nın zavallı kıvranışları doğaldı. Kurdukları ya da kurmayı düşündükleri
tuzağı aceleciliği yüzünden bozmuştu.
Normalde
affedilir bir hata olmasa da sineye çekmesi gerekiyordu. Hem uzaktan
akrabasıydı hem şimdi kimseyi kırmak zamanı değildi. İşin içinde ihanet
olduğuna öylesine iman etmişti ki, başkaca olasılıkları aklına getirmiyordu.
Hain ne
acul Bodur Hamza idi ne de Kiziroğlu’nun kendisine biçtiği baçın iki katına
çıkarılmasıyla nevri dönen Sarı Fuat’tı. Hiç kuşkusuz hain karşısında
pervasızca duran ve bıyık altından güldüğünün fark edilmesine aldırmayan
Murat’tı. Keşke bu sinsi adamı o gün çağırmasaydı.
Çağırmasına
çağırmayacaktı. Ama subaşı “ Beyim belki Döngeller’den ebediyen kurtulma
fırsatı karşımıza çıkmış olabilir.. malum Kiziroğlu, Murat ağanın kızına yangın
ve kızın kendisinin sözlüsü olduğunu yedi düvele ilan etmiş durumda. Ona
kurulacak tuzaktan Murat’ın haberinin olması Kiziroğlu’nun da haberdar olmasına
sebep olabilir.. bu da eşkıyaya yardım ve yataklık suçunun muhatabı olmasına
yeter. Velev ki kendisi bizzat söylememiş olsun. Kızına ima etse kızı
Kiziroğlunu bir şekilde haberdar eder.. böylece bir taşla iki kuş vurmuş
oluruz.” Demiş aklını çelmişti.
Ve Döngel
Murat’ın davetten şüphe etmemesi için bizzat daveti subaşının kendisinin
yapmasının yerinde olacağına karar verilmişti. Kiziroğlu tuzaktan haberdardı bu
kesin. Ve sorumlusu da Döngellerin Murat’tı.
Döngel
Murat ilk toplantıya davet edildiğinde şaşırmamıştı dense, yalan olurdu.
Toplantının Kiziroğlu’nun halli için olduğunu öğrenmişti. Bunun kendisine
iletilmesi bile başlı başına bir olaydı olay olmasına, ama çağrılmasında bir
hinlik olduğunu düşünmemişti, Sancak Beyi’nin içine düştüğü çaresizlik olmalıydı
bu daveti yaptıran.
Davetin
bizzat Subaşı tarafından iletilmesi, olası bir kumpasın olmadığına kanıttı.
Davetin böyle yapılması konakta başına bir şey gelmesi ihtimalini ortadan
kaldırmış, şüphelerinin yersizliğine hükmederek toplantıya katılmıştı temkini
elden bırakmadan.
Yine de
emrindeki elli silahşor Sancak Bey’inin konağının hemen ötesinde kendisini
beklemişlerdi. Sabah ezanlarını işittiklerinde kendisi hala içerdeyse hiç vakit
kaybetmeden konağı basacaklardı. Kimse bu tedbirden haberdar değildi.
Rıfat
akıllı bir adamdı. Subaşı ile evine davet ettiği birine bir oyun oynaması çok
çok uzak ihtimaldi. Hele bu biri Döngellerden ise. Yine de hırs insanın gözünü
kararttığında ne kadar akıllı olursa olsun aptallıklar yapardı. Tedbiri elden
bırakmak akıl kârı değildi ve tedbirini almıştı. Böylece içi rahat davete
katılmıştı. Tıpkı bugünkü gibi. Bugün daha rahattı. Ne dışarda sinmiş adamları
vardı ne başkası. Sancak Beyi’nin yüreğinde yer eden korkuyu, acziyeti görmüş
böyle sadece at uşağı ve kendisi gelmişti ikinci toplantıya.
“Saççakta
peri var!” sözünün suratında patlatılması bile keyfini kaçırmamıştı. Döngel
Murat, Şehreminoğlu Rıfat’ın aksine adı konulmamış husumetin bu olayla ortadan
kalkacağını umuyordu. Ve bu umudun gerçekleşmesi için de elinden geleni
yapacaktı. Rıfat’ın aç bir kurt gibi kendisini süzdüğünün farkındaydı ve fakat
bu farkındalığı sezdirmemişti.
Hem Sarı
Fuat hem Bodur Hamza iki adım gerisine düşmüş sayılırdı. Bodur Hamza tuzağın
zamanlamasına uymamakla, Sarı Fuat’ta bütün kızgınlığına öfkesine rağmen beş
yüz altın baçı Kiziroğlu’na vermesiyle geri düşmüşlerdi. Rıfat Bey bunu elbet
bir gün yüzlerine vuracaktı. Uzaktan akrabası olan Bodur Hamza’yı belki
kayırırdı ama Sarı Fuat’ın hiç şansı yoktu.
Kendisi
Kiziroğlu’nun bütün sıkıştırmalarına rağmen baç vermemişti ve vermeyecekti.
Rıfat Bey bunu biliyordu. Rıfat Bey bir başka şey daha biliyordu, Kiziroğlu
Döngel’e fazlaca abanmıyorsa nedeni erlik kızı Aysema’ydı.
Kiziroğlu
bütün yöreye ilan etmişti güzelliği dillere destan Aysema’nın kendi sözlüsü
olduğunu, ne kızın ne ailenin rızası olmasa da. Baba kesin razı değildi bu işe.
Ve bunu ilan etmişse de kızın durumu belirsizdi.
Döngel
Murat bu hale rağmen iki adım önde olduğuna kanaat getirmişti. Konuşmasına
konuşacaktı fakat Rıfat beyin bir şeyler söylemesinden sonra yapmayı
düşünüyordu bu konuşmayı. Rıfat Bey de domuzluğuna çıt etmiyordu. Sanki yemin
etmişti. Daha fazla susmanın lehine olmayacağına karar verdi. Boğazını
temizledi “Destur var ise bir iki şey söylemek isterim!” dedi. Kimse ağzını açmadı.
“ Bu sessizliği destura yoruyorum.. Rıfat beyimiz emretseler de içecek bir
bardak su getirseler boğazımız kurudu!”
“He ya!” diye atıldı Sarı Fuat. “Hay Allah
senden razı olsun Murat ağam.. hakikaten boğazımız kurudu!”
Rıfat
Bey böyle bir hamle beklemiyordu. Döngel yaman adamdı doğrusu. Hâkimiyeti ele
geçirmek üzereydi. Buna fırsat verse miydi?
“Turab!” diye seslendi. Odanın
kapısı açıldı iki büklüm kırk elli yaşlarında köse Turab içeri girdi.
Doğrulmadan iki üç adım attı. Rıfat bey bakışlarını döngelden ayırmadan, “Turab
bir şeyi iki kere söyletmekten zevk mi alıyorsunuz hani semaver.. hani çaylar..
ayaklarınızın altı kaşınıyor zahir!” dedi.
Turab,
“Derhal efendimiz!” deyip geri geri çekildi. Kapıdan çıkıp tekrar kapadı
kapıyı.
Döngel
Murat: “Rıfat beyimizin cömertliği bütün yörede bilindiği gibi payitahtta bile
meşhurdur. Hem merhameti de öyledir. Ve merhamet hizmetçilerin şaşırmasına
sebep olur.. hizmette kusur edenler
Rıfat beyimizin merhametine sığınırlar bilirim. Gelelim elden kaçırılan
fırsata.. doğrudur yılanın tuzaktan kurtulmasına sebep Bodur Hamza’nın
aceleciliği ve benimle Sarı Fuat’ın gevşekliğidir.”
Sarı
Fuat öfkeyle: “Aman ağam ne dersin sen! Dediğini kulakların işitir mi?” dedi.
“Vay köpoğlu köpek!” diye iç geçirdi
Sancak Beyi. “Sen az kurnaz değilsin ya.. demek merhametime sığınıyorsun.. bak
ben yapayım sen de merhamet neymiş gör!”
“Kızma
Sarı Fuat ağam.. evet kusurun büyüğü Bodur Hamza’dadır amma onun aceleciliğine
mani olsaydık belki de şimdi şölen yapıyorduk. Eşkıyadan kurtulmuştuk. Doğru
acul biridir Hamza kardeşimiz, o gün bütün gün onun yanında olsaydık, onun da
plana sadık kalmasını sağlardık. Hem ben sizden habersiz ikinci bir tuzak
kurmuştum. Eğer düğüne gelmesine fırsat tanınsaydı Kiziroğlu’nun,
ağulanacaktı.”
Sözlerinin
nasıl bir etki bıraktığını tartmak için sustu Murat.
Bu loş
aydınlıkta yüzlerini net seçemese de arkadaşlarının gözlerinin faltaşı gibi
açıldığına yemin etse başı ağrımazdı. Rıfat Bey hariç diğer iki kişi
sözleşmişçesine “Vay anasını!” nidasını kopardılar. Rıfat Bey yerinden
kıpırdamakla yetinmişti. O belli belirsiz kıpırdanış Murat’a yetmiş de artmıştı
bile. İstediği etkiyi elde ettiğini anlamanın rahatlığıyla ortalarına konan
semaverden hem kendi bardağını hem Rıfat Bey’in bardağını doldurdu.
“İyi ama
böyle kavilleşmemiştik!” dedi asabi bir biçimde Bodur Hamza. Tespihi sert sert
çeken Rıfat Bey tespihi bıraktı. “Senin yaptığın gibi bir şey için de kavilleşmemiştik
a Bodur Efendi.”
Besbelli
sinirlenmişti Bey. Hem Murat’a hem Bodur’a. En çok ta Murat’a. Hiç beklemediği
hamlelerde bulunmuştu, sinsilikte iblisin bile eline su dökemeyeceğini bildiği
Murat.
Bu da
canını yakmıştı. Yakıyordu. Gündüz olsaydı suratının allak bullak olduğunu
herkes görecekti. Ve Murat bundan hayli keyif alacaktı. Şu an aldığı keyiften
bin misli daha fazla keyif alırdı kuşkusuz. Yutkundu. Yeniden üstünlüğü ele
almak için: “Herkes madem kendi başına bir şeyler yapmayı aklına koymuş ne diye
sabahlara kadar uykusuz kaldık. Kılı kırk yardık? Madem Beylerbeyi’nin beygiri
yellenmiştir o gece..” dedi.
“Aman
Beyimiz..” diye atıldı Murat. “ O gece aklımın ucundan bile geçmemişti böyle
bir şey.. ama ne olur ne olmaz diye ikinci bir tedbir almaya karar verdim ki,
kavlimiz de bu minval üzereydi. Evet düğün dönüşü saldıracaktık. Benim verdiğim
ağu gücünü eksiltecekti o kadar. Yani işimizi kolaylaştıracak bir plan idi.
Fakat zaten gerçekleşmesine fırsat bulamadık.”
“Ağuyu
nereden buldun?” diye sordu Rıfat Bey muhatabının cevabını beklemeden de, “ Hem
nasıl verecektin?” diye sürdürdü sözlerini.
Murat
elindeki bardaktan bir yudum alıp tepsiye bıraktı:
“Düğüne
bir hafta kala payitahttan bir misafirim geldiğini sizler de biliyorsunuz.
Arsenik adında güçlü bir ağu da vardı yanında. Çok keskin bir ağu olduğunu,
ondan tadanın bir daha kurtulamadığını ballandıra ballandıra anlatmıştı. O
anlatırken bizim yaptığımız plan aklıma geldi. Düğüne kızım Aysema’da gitti
biliyorsunuz. Kızım ben hazzetmesem de Kiziroğlunu kabullenmiş gibiydi. Bunun
farkındaydım. Ağzını aradım. Kiziroğluna karşı bir düşmanlığım olmadığına
inandırdım kızımı. Ama yaptığı işlerden ötürü birleşmelerine rıza
gösteremeyeceğimi, kendisinin onunla konuşup tövbe etmesini sağlarsa ben de
onun affı için gerekirse bizzat Beylerbeyliğine, olmadı Payitahta varıp
padişahımız efendimizin huzuruna kadar çıkacağımı affedildiği zaman kendisini
damatlığa kabul edeceğimi dillere destan bir düğün yapacağımı samimi bir
biçimde anlattım. Kızım da inandı. Kızım bana her zaman inanır. Bu sözlerimin
doğruluğunun delili için de Kiziroğluna verilmek üzere bir name yazdım. Nameyi
içine ağu yedirilmiş kaba koyup kızıma verdim. Ola ki merak edip nameyi kızım
okumak ister diye de kaba koymadan önce nameyi okuması için kızıma verdim.
Okudu sevindiği halde belli etmeyerek nameyi bana geri verdi. Ben de kaba
yerleştirip mühürledim. Bir terslik olursa kabı nameyle beraber düğün tandırına
atmasını tembihledim. Ve düğüne gönderdim.. gerisini siz de biliyorsunuz.”
“Gerisini
siz de biliyorsunuz!” bu sözler Sancak
Beyi Rıfat’ın içinin derinliklerinde yankılanıp durdu bir süre. Murat
söylediklerinde samimi miydi? Gerçekten olabilir miydi? “Eğer öyle ise..” diye
iç geçirdi. Bir türlü inanmak istemiyordu. “Keşke yalan olsa.. yok muhakkak
yalan.. suçunu aklınca örtmek istiyor.. aklınca kurtulacak.. ya doğruysa!” bu
ihtimal çileden çıkarıyordu.
Doğruysa
eğer akıllı oldukça kurnaz bir müttefiki vardı demek. Bu belayı defetmek için
ihtiyaç duyulacak yegane insan olduğunun farkındaydı Murat’ın itiraf edemese
de. Sözlerinin doğruluğuna istemeye istemeye hükmetti. Bir sağında bir solunda
süklüm püklüm oturan duydukları karşısında ağızları bir karış açık şu iki ahmak
nere Murat nereydi. Aralarındaki husumeti bu belayı def edinceye kadar hasıraltı
etmeye karar verdi. “Ya bismillah!” deyip ayağa kalktı. Diğerleri de
şaşkınlıkla ayağa kalktılar.
“Ağalar!”
dedi Rıfat Bey. “Zaman bir hayli geç oldu. Malum yarın maruzat günüdür.
Şimdilik bir tedbir konuşmaya gerek yok.. olan oldu. Birkaç gün daha hepimiz
kendi kaynaklarımızla Kiziroğlu’nun yerini araştıralım. Onun tarafında olup
bitenleri öğrenelim.. haftaya bu saatte yine toplanıp konuyu etrafınca
değerlendirelim..”
Konuklar
hep bir ağızdan “Siz nasıl uygun görürseniz beyim..” karşılığını verdiler.
Odanın kapısına doğru yürüdüler. “Turab konuklarımız gidiyor yol gösterin!”
diye seslendi Rıfat Bey. Odadan çıktılar.
Turab iki büklüm karşıladı beyi ve konukları.
Sofadan çıkıp dış kapıya yöneldiler. Her biri ile tiksinerek tokalaştı Rıfat
bey. Murat’ın elini uzun uzun tuttu. Ay ışığında pırıl pırıl parlayan siyah
gözlerine dikti gözlerini. Gülümsedi:
“Ha..
saççakta peri olduğunu unutmasın hiç kimse.. herkes denk alsın ayağını!” dedi.
Turab önde konuklar arkada atların bağlandığı çite doğru yürüdüler.
Rıfat
Bey konukları yolcu edip içeri girdi. Bir kedi sessizliğiyle yanına yaklaşan
Subaşı’na başını çevirmeden: “Duydun mu?” dedi.
Subaşı
kısık bir sesle: “ Evet.. söylenen her sözü duydum..”
“Doğru
mudur söyledikleri Murat’ın..”
“Siz
daha iyi bilirsiniz.. sordunuz söyleyeyim.. bence doğrudur. Düğüne giden kızı
Aysema’nın tandıra attığı nameye kadar her biri doğru. Name zehirli miydi
bilemem elbet. Adamım almaya güç yetirememiş. Anladığım kadarıyla Kiziroğlunu
halletmek herkesten çok Murat’ın işine yarayacaktır. Ne de olsa işin içinde
evlat da var. Benim bildiğim kızını payitahta düşünmektedir Murat. Onun gözü
payitahttadır. Bu emeline kavuşmasına engel olacak şeye izin vermeyecektir
bence..”
Rıfat
Bey Subaşı’nın söylediklerini başıyla onayladı. Bir süre sessizce durdular.
Rıfat Bey Subaşı’na dönerek:
“Yine de
gözümüzü dört açalım. Sen yarın maruzat bitiminde Murat’ı has odaya al. Kimse
bilmesin ikimizin buluştuğunu. Bu belayı onun yardımıyla daha çabuk def
edeceğimiz gibi bir his var içimde..” dedi.
Odasına
doğru yürüdü. Subaşı “Baş üstüne!” karşılığını verip geldiği gibi sessizce
kayboldu.
Puran Tilmiz, 31.08.2013, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar