“Yazı, yazanı kıyamete kadar
bağlar.”
Ekranda kâğıt bana ben kâğıda bakıyorum. Baktığım şey Word belgesi sizin anlayacağınız. Bu hep olur bana. Daktiloda yazarken de aynıydı. Büyük bir iştahla kâğıdı daktiloya yerleştirir, öylece kalırdım.
Boş kâğıt bana ben kâğıda bakardım. Sanki yazı orada
fakat üstü örtülüydü. Şimdi de öyle. O örtüyü nasıl sıyırıp atacağımı bulmaya
çalışır gibiyim. Yok; Michelangelo (Mikelanjo) vari bir duruş değil bu. Ya da
ona özenerek yazmış değilim bu tümceleri.
Hani Mikelanjo bir heykel yaparken, yaptığı heykelin
mermerin içinde gizli olduğunu, kendisinin yaptığının sadece mermeri yontarak
gizli olanı ortaya çıkarmak olduğunu söylermiş. Hayır,
benim halim öyle değil.
Öyle mi yoksa? Bu hal eylemlerinin irâdî olmadığını
göstermez mi kişinin? İrâdî olmayandan kişi nasıl sorumlu olur? Heykeli
yapımını bilemem, ama yazmak sorumlu olmaktır. Hani “söz ağızdan çıkıncaya
kadar sen sahipsin söze, ağızdan çıkınca söz senin sahibindir” denir ya, yazı
da böyledir.
Mikelanjo’nun tavrı sorumluluk almayı gerektirmez.
Eğer o söylenileni kabul edersek, heykelin bir şeye benzemezliği de görkemli
oluşu da aynıdır. Çünkü mermerde gizli olanın ortaya çıkarılmasından öte bir
anlamı yoktur.
Yapıtın sahibinin buradaki payı yontarken gösterdiği
dikkat veya dikkatsizlik olup çıkar. Tıpkı bir arkeoloğun nesneleri yer
altından çıkarırken sergilediği dikkat gibi. Sıradan bir küp çıktı diye kimse
kızmaz bir arkeoloğa. Belki çıkarırken dikkatsiz olup kırmasına sitem edilir.
Edilebilir. Sorumluluğu ancak o kadardır. Çıkartılan nesnenin niye öyle olduğu
onu bağlamaz.
Oysa yazı bağlar. Ölümüne kadar değil, ölümünden
sonra da bağlar. Yazı, yazanı kıyamete kadar bağlar. Dolayısıyla irâdî
olmalıdır yazılan. İrâdesi güçlü olmalıdır yazanın.
Peki ya duygular? İşin içinde duygu olursa iradeye
halel gelmez mi? Gelmez. Nihayetinde
insan duygularla hemhâldır. Hatta diyebiliriz ki hiç bir yazı duygudan
ari değildir. Olmamalıdır da.
Duygunun itkisiyle yazarız elbet. Duygu göz ardı
edilemez. Duygu başlangıçtan sonuna kadar vardır. Ve o duygu iradenin buyruğu
altındadır. Buyruğu altında olmak zorundadır. Öyle olmadığı zaman yazmaya
heveslenen ve bu hevesi yazıya döken kişi sorumluluktan kaçmaya çalışıyor
demektir. Bu kişi sorumluluktan kaçmaya çalışmak yerine yazmaktan kaçınmalıdır.
“Bunlar bana yazdırıldı” demek yerine yazmaya hiç
kalkışmamalıdır. Ve yazdırıldığını söylediği şeyleri de güçlü bir ateşte
yakmalıdır. Kimseye duyurmadan. Kimseye göstermeden. Belki böylesi sözlerin
altında başka hinlikler vardır. Bunu bilemeyiz. Ama kesinlikle bildiğimiz şey
eğer bir insan yazdıklarının kendisine yazdırıldığını söylüyorsa o kişi
sorumluluktan kaçıyor demektir.
Ben bir kalemden başka bir şey değilsem,
yazılanlardan nasıl sorumlu tutulurum? Burada Vahyi karıştırmamalıyız. Çünkü
vahiy yazmak değil okumaya çağrıdır. Okumaya çağrının muhatapları insanın
sorumluluğu vardır vahyin okunmasında resul sorumlu değildir.
Vahyin muhatabı ya okur ya kaçınır. Okumaya
çağıranın bir sorumluluğu yoktur okumazlıkta. Bu yüzden “kendini niçin
üzüyorsun sen sadece bir uyarıcısın” mealinde buyrukla yanıtlanmıştır tavrı
resulün. Yazı öyle değil. Yazı okuyucuyu bağlamaz. Yazanı bağlar.
Cemal Çalık, 02.09.2013, Konuk
Yazarlar, Sonsuz Ark