Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
“İnsan, hep dinginlik arar, derinleşmeleri, kabarmaları bundan başka bir gaye için değildir.”
Geceler uzuyor; yatsı namazlarını erkenden
kılmaya başlayanların zamanı bu zaman. Bir de sabah namazını kaçırmamaya
başlayanların. Denizler hâla sıcak, gezintilerimiz sonbaharın serinliğini alıp
getiriyor balık sürülerinden; sonra rüzgarlara emanet ediyor bizleri.
Dalgalarla yol alıyoruz, saldığımız yelkenlerimiz olmadan. Dingin bir zaman bu
zaman.
Dalgaların insana, insan ruhuna benzeyen
yanları var. Derinleşir veya yükselirler, bazen de pürüzsüz bir atlas gibi
dingin ve kımıltısız görünürler. Salınımları hayat üretir. Kadın ve erkek de
öyledir. Birbirlerine muhtaç olan iki yaratılmış nefs, dalgalar gibidirler.
İnsanı dalgaya benzetirseniz, birbirini söndüren ya da dinginleştiren karşı
dalgalar diyebilirsiniz kadınla erkeğe… Biri kabarmışsa, diğeri o kabarıklığı
alacak, dinginleştirecek şekilde yaratılmıştır.
Kadınla erkeği konuşalım bu gece. Bir cinsin,
bedenen ve ruhen ne kadar yücelmiş, incelmiş ya da sefih bir seviyeye inmiş,
kalınlaşmış bir ruha sahip olursa olsun, bedeninden ve ruhundan diğer cinse bağlı
olmasının nasıl bir şey olduğuna bakalım.
Sizi bir limana götüreceğim bu gece. İki karayı ayıran bir boğazın en sessiz köşelerinden birinde, küçük gezinti
teknelerinin bulunduğu bu küçük limanda bir hikaye anlatacağım sizlere. Bakın
hava nasıl serin, üşümeyin, sımsıkı sarının kendinizle.
Şehrin ışıklarını görüyorsunuz değil mi,
çift yakasında boğazın? Bu ışıklar işte o küçük limanda yaşananların ne
olduğunu anlamayan insanların sıkıntılarını aydınlatıyor her gece. Kavgalar geceleri
çıkar hep, gündüzler onları beslediği için. İyi ki ışıkların dili yok, iyi ki
kadının ve erkeğin içinden dışına, bedeninden ruhuna doğru sürüklenen derin insanî
ızdırabın iniltilerini duyamıyoruz.
Duysaydık, belki ders alacaktık, ama
duyduklarımız bize emanet edilen bedeni, bizdeki ruhu sarsacaktı ve biz
kendimizin değil başkalarının yükünü de yüklenmiş olarak dayanılmaz bir hayatla
baş başa kalacaktık. Her birimizin bedenimizden ve ruhumuzdan yüklendiği şeyler
bize bile fazla gelmiyor mu? Başkasının derdiyle dertlenmek güzeldir, hoştur;
ama gerçek değildir, sadece geçici bir merhamet gösterisidir.
İşte, şurada dalgaların okşadığı şu kıyıda
durmuştu bir adam. Işıkları sönmüş şu caminin kıblesine bakan yönde durmuş ve
denize bakmıştı. Denize bakmıştı, denizden
düşüncelerine ve insana bakmıştı.
Oraya geliş sebebini anlattığı için biliyorum, size de anlatayım.
Oraya geliş sebebini anlattığı için biliyorum, size de anlatayım.
Adam, denize epeyce bakıp düşündükten sonra caminin
karşısında bir kanepeye oturmuştu. Orada bir çay bir de kahve içmişti, caminin
giriş kapısına bakarak. Sonra kalkmış, caminin bahçesindeki şadırvanda abdest
almış ve iki rekat namaz kılarak çıkıp
gitmişti o küçük limandan. O giderken, tekneler bağlı oldukları zincirleri
dalgaların sesine vurup duruyorlardı.
Adam oraya bir iz bırakmak için gelmişti. O an
orada olmayan, ama orada yaşayan bir kadına bir iz bırakmak niyetindeydi. Adam, gelecekte
dokunacak duygudan halıların, hatıraların kendisine ait kısmı ile orada bir iz
bırakmıştı. Kadın, onun oraya geldiğini bilecek ve zaman zaman gidip oturduğu
yerde oturacaktı.
Hepsi bu kadardı hikayede anlatılacak olan.
Hepsi bu kadardı hikayede anlatılacak olan.
İki dalganın birbiriyle karşılaşmadan, kendi
derinlikleri ve kabarmalarıyla yaşayıp gittikleri bir okyanus hatırası gibi bir
hatıraydı bu. Dinginleşmenin rengine bakmayan bir ders vardı bu hikayede. Bedenlerinin
ve ruhlarının koşturduğu atların birbirini arayan koşularından başka bir
koşuydu.
Adam, sessiz bir geçmişin bedenine yüklediği
yükleri azaltan biriydi, ruhundaki dinginliği yaymak isteyen bir bilişe
sahipti. Kadın sesli bir geçmişin bedenine yüklediği yüklerin ağırlığını
taşımaktan yorulmuş, ruhundaki dinginlik özlemini iyi tanıyan ve o özleme
sonsuza dek bağlı kalmak isteyen, ama zorlanan biriydi. Hayat onu seçerek,
titizlenerek yürüyeceği bir yola zorlamıştı. Yorgundu; adamın sesindeki
dinginliğe vurgundu.
Kadın adamın aklındaki sözlere bakarken,
bedenindeki seslerin kışkırttığı bir seçicilikle sınanıyordu. Adam iradesine
değen görünmez zincirlerin, bedenine yüklediği seslerine bakıyordu arada bir;
sonra dönüp derin ve kabarık dalgaları izleye izleye içine sindirdiği
dinginliğin uzak sessizliğine çeviriyordu gözlerini.
İkisi de birbirinin gözlerine hiç
bakmamışlardı. Sözler seslerle, harflerle gidip gelmişti dalgaların arasından. Kadın, renklerin kokusunu ve sesini istiyordu,
adam renklerin kokusunu ve sesini yazıyordu; renkleri veremiyordu.
Kadına dua etmeyi öğretmişti adam. Kadına namaz
kılmayı tavsiye etmişti, oruç tutmayı, yoksullara yardım etmeyi. Kadın karşılıksız aldığı bu
şeylere karşılık olarak içindeki saygıyı hediye etmişti adama. Bedeninin
seslerine bazen kulak tıkayarak bazen kulaklarını açarak, ruhunu sürmüştü
seslerin sırtına. Saygı, bir şekilde dalgaların yönünü etkilemişti ve
karşılaşmamışlardı hiç.
Adamın bu limanda kadına bıraktığı iz buydu. Kadın
zaman zaman gelecek, onun oturduğu yere oturacak, ağlayacak ve gidecekti.
Ağlamak dinginleştirecekti kadını. Her şeyin
karşılıklı olarak yapıldığı bir limandı bu liman. Parlak, göz alıcı kadınların,
zengin delikanlılarla göz süzüştükleri bir liman. Camisinde okunan ezanın her
yerden duyulmadığı bir liman. Sakinlerinin çoğunun ölünce de gelmedikleri bir camisi
olan bir liman.
Adam, kıldığı iki rekat namazdan sonra çıkıp
gittiğinde, artık hayatın dalgalı hatıralarında hiç ölmeyecek bir saygı
ürettiğini biliyordu, kadının içindeki heyecanı bastıran sorumluluk duygusu,
adama verilmiş en büyük hediyeydi. Adam, bedeni ile ruhu arasında kalan ya da
bedenine hapsolan geçmişin yüzlerce adamlarından biri değildi; o zaman ondan
uzakta kalarak, ondan beklediklerini sınırlayarak ona saygı gösterebileceğini
biliyordu kadın. Adamın kendisinin orada olmadığını bilerek oraya gittiğini de
biliyordu. Tıpkı kendisinin adamın yaşadığı limana gidip orada havayı soluması
gibi.
Adam iade-i ziyaret yapmıştı kadının ruhuna.
Adam iade-i ziyaret yapmıştı kadının ruhuna.
Gemimiz ne zaman bu limanın kıyısından geçse,
bu hikayeyi hatırlarım dostlarım. Onların başında bir bekçi yoktu; onların bu
yaptıklarından başka şeyler yapmalarına da bir mâni yoktu. Ama onlar Allah’ın
her şeyi gördüğünü ve duyduğunu biliyorlardı.
Kadın ve erkek birbirlerine muhtaç olan iki
yaratılmış nefs olarak, zıt dalgalar gibidirler. Biri kabarmışsa, diğeri o
kabarıklığı alacak, dinginleştirecek şekilde yaratılmıştır. Bu yüzden siz hangi
cinsten olursanız olun, bu yaratılışa karşı gelemezsiniz. Fakat hesaplarınız, bu
karşı gelemeyişin seslerini Allah’ın rızasına uygun olarak yapılmakla itibarlı
olabilir.
İnsan, hep dinginlik arar, derinleşmeleri,
kabarmaları bundan başka bir gaye için değildir. Bu sebeple unutmayın
dostlarım; âlim ile ümmî, ârif ile câhil bu hesapta istisna değildirler; hepsi birbirine denktir, üstünlükleri yoktur.
Nasıl, kahvenizi beğendiniz mi? Telvelere dikkat
edin; sonra anlarsınız ne kadar güzel koktuklarını telvelerin.
Yaşlı Bilge, 02.09.2013, 23:53, Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 13
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.