3 Eylül 2013 Salı

SA390/MEY23: Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) Sistemi, Sorunlar ve Eleştiriler

“Okula bağlılık oranını arttıracak olan bu sistemin, öğretmen ve okul performansını ölçecek bir özelliği de var.”


Çok eskiden, hayatın daha zor olduğu dönemlerde anne-babalar çocuklarının okul süreçlerini pek takip etmezlerdi. Takip etmezlerdi, çünkü takip etmek gibi bir zorunlulukla kendilerini sorumlu tutmazlardı; onların derdi hayat süreciydi. Sorumluluk bilinci çocuğun kendi iradesine yüklenen bir yüktü.

Okuyacak olan çocuk, okurdu; bunu belli de ederdi. Anne-baba ‘Sırtımızdaki ceketi satıp okuturuz’ der, açık destek verirlerdi çocuklarına. Ya da sanayide çıraklık gibi bir hedef gösterirlerdi.

Çocuk kendi aklıyla kendi iradesiyle bir karar verirdi. Hayat zordu, ama çocuklar o zorluğu kendi kararlarına bağlı olarak algılardı. Okur, bir meslek sahibi olursa zorluklar kolaylıkla aşılacak; okumaz çıraklık-kalfalık-ustalık gibi bir sürece razı gelirlerse zorluklar artacaktı.

Okumanın zorlukları kendi içinde başka başka olsa da, ‘okuyor’ denerek gündelik hayatın yokuşlarına sürülmeyecek kadar özenle bakılırdı çocuğa.

Okumayan ise o yokuşlara sık sık sürülürdü, ‘Nasılsa ömür boyu yokuş tırmanacak, şimdiden alışsın!’ diye. Gelişmiş 21. Yüzyıl pedagojisi henüz bu kaliteye ulaşmadı, ama geçmiş böyleydi. Etkili bir eğitim süreci algısı vardı ve insanların hayatlarını kurmaları hususunda Türkiye’de iyi sonuçlar aldı. Ama bugün fotoğraf farklı.

Geçmişin sorumluluk duyguları gelişmiş çocuklarının her biri birer anne ve baba olarak toplumun direktif merkezindeler. Fakat ne yazık ki; okumuş, üniversite bitirmiş olan bu ebeveyn okumamış, hatta okuma yazma bilmeyen kendi ebeveyni kadar kaliteli bir pedagojik süreç izleyemiyor. Açıkçası çok beceriksiz.

Kötü niyetli olduğundan değil, aksine iyi niyetli olduğundan çağdaş psikolojinin tüm önermelerini alıp uygulayan ‘bilinçli’ bir ebeveyn türünden söz ediyoruz. Çocuğu bir makine, bir bilgisayar programı, bir robot gibi algılayarak kontrol ve koordine etme iddiasındaki çağdaş psikolojinin  büyük yanlışlarını ayırt edemeyen bilinçli ebeveyn, her şeyi elini yüzüne bulaştırıyor.

İnsanın davranışlarını analiz ederek sorunları tespit etme iddiasındaki Psikoloji haddini aşarak, insan inşa etmeye çalışıyor ve insanın bireysel var oluşunu rahatsız ediyor. Çocukların, ebeveynlerinin sorumluluk aşılamalarına verdikleri tepkinin asıl nedeni bu.

Çocuk her ânını kuşatan ve yönetmeye kalkan herkesi, rahatsız edici buluyor ve farkında olarak ya da olmayarak kapılarını kilitliyor. Bu kez ebeveynler, terapistler, psikologlar, pedagoglar el ele verip bütün güçleriyle o kilitleri açmaya çalışıyorlar; kovuldukları eve zorla girmeye çalışıyorlar.

İşte biz bunların farkında  olanlar, çocuklarla aramıza giren ebeveynleri, psikologları ve diğer ‘meslek’ gruplarını kovmayı tercih ediyoruz. Herkes işini yapmalı… ben bir eğitimci olarak, çocuğa ulaşmakta başarısızsam bunun nedenlerini araştırdığımda ebeveyn ve diğerleri devreye girmeli. Aksi halde hepsinin verdiği zararı telafi etmem, etmemiz çok zor. İlkokul düzeyine kadar inmiş olan depresyon tedavisi bu yüzden her şeye, herkese ve özellikle çocuklara zarar veriyor.

İşimizdeki zorluklar ebeveynle, davranış çalışanlarıyla sınırlı değil. Bir de devlet var karşımızda. Her gün yeni bir liselere, üniversitelere giriş sistemi üreten bir devletle başa çıkamıyoruz. Ebeveyni, davranış uzmanlarını çocuklarla aramıza girmekten alıkoyabiliyoruz, ama devlet; hayır, onu kovamıyoruz. Tepemizde duruyor ve bize sormadan, bazen de sorarmış gibi yaparak sistemler üretiyor. Ürettiği sistem başarısız olunca sistemi yeniden  tartışmaya açıyor; aynı yol aynı sonuç. 

Yanlış ve doğru insan yaratılalı beri değişmedi. İnsana dayatmada bulunursanız Tanrı da olsanız dışlanırsınız. O zaman ikna edeceksiniz. Kur’an ikna üzerine kurulu. Ve ilahî özelliklerini koruyan dinler Sokratik yöntemle insanın içine hitap edip, insanı kendi içinde ikna etme üzerine sistematize edilmiş.

Çok övünen batı medeniyeti de bu anlamda başarılı sayılmaz. Gizli yönergelerle gelinen noktada Avrupa ve Amerika kıtalarında eğitim-öğretim çökmüş durumda. Ya da şöyle söyleyelim; başa dönmüş durumda. Okuyacak olan çocuk okuyor; ama okumayan çocuk çıraklıkla başlayan bir sürece entegre olamıyor.  Bir sorun alanı olarak büyüyor ve aktığı yönde tüm zararlı alışkanlıklar ve bağımlılıklarla çürüyüp gidiyor; yetişkin olma fırsatı başlamadan yok oluyor.

Başlangıçtan bugüne defalarca kendisi ve adı değişen ‘Liselere Giriş Sınavları’, en son ortaokul 3’te yani sekizinci sınıfta yapılan tek sınava indirgenmiş ve bu sistemin de 2012-2013 eğitim-öğretim yılı itibarı ile tümüyle kalkacağı ilan edilmişti. Önceki sistemde 6,7 ve 8. Sınıflarda yapılan Seviye Belirleme Sınavları (SBS) puanlarından elde edilen, orantılı olarak yapılan hesaplama sonucunda ortaya çıkan yerleşme puanına göre, bir öğrenci Fen, Sosyal Bilimler ve Anadolu Liselerine yerleşiyordu. Yerleşmeyen öğrenciler de Açık Liselere ya da meslek liselerine yönlendiriliyordu. Ağır aksak da olsa emek-ürün ilişkisi yürüyordu. Okuyan çocuk belli oluyordu.

‘Her yıl SBS, her yıl dershanelere gitmeyi zorunlu kılıyor' ya da ‘Tek sınavla çocuğun hayatını belirlemek haksızlık değil mi?’ gibi itirazlarla ebeveynin ve eğitimden anlamayan medyanın baskılarıyla Eğitim Bakanlığı neredeyse her yıl sistem arayışlarına girdi.  Uzun tartışmalar sonucu bir açıklama yapıldı. 'Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş' (TEOG) adıyla üretilen yeni sistem yine melez bir sistem; hani ne reddedilebilir ne de kabul edilebilir özelliği öne çıkan bir sistem. 

Bu sebeple 2013-2014 eğitim öğretim yılı itibarı ile uygulamaya girecek olan yeni sistemi olumlu ve olumsuz yönleriyle incelemek gerekiyor. İki ana sorun başlığı altında incelersek, birine ‘Sınavlar ve Sorunlar’ başlığını, diğerine de ‘Öğretmen Kanaati ve Sorunlar’ başlığını seçmemiz gerekecek.

‘Sınavlar ve Sorunlar’ başlığında piyasada yapılan tartışmalara katılmıyorum. Önce getirilen yenilikten söz edeyim... Türkçe, Matematik, Fen ve Yabancı Dil gibi ana derslerden her dönemde üç sınav, İnkılap Tarihi ve Din Kültürü derslerinden ise iki sınav yapılıyordu. Yeni sistemde bu sınavlardan ana derslerin 2. Sınavları, İnkılap ve Din Kültürü derslerinin de ilk sınavları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen sorularla test olarak yapılacak.

Ders öğretmenlerinin gözetmen olamayacağı ve yanlışların doğruları götürmeyeceği sınavlar ilk eğitim-öğretim döneminde aralık, ikinci eğitim-öğretim döneminde nisan ayında yapılacak. Toplam altı dersten yılda iki sınavdan 12 sınav; üç yılda da 36 sınav yapılmış olacak. Liselere yerleşmedeki  %60 oran, 6. Sınıf’ta yapılan 12 sınavdan alınan puanın  %10’u,7. Sınıf’ta alınan puanın  %20’si ve 8. Sınıf’ta alınan puanın %70’i baz alınarak hesaplanacak. Bu 3 yıl sonunda elde edilen puanlara  ve %40 öğretmen kanaatine göre okul tercihleri yapılacak.

SBS sayısı 1’den 36’ya çıktı diyerek yüzeysel eleştiri yapanlara söyleyecek sözüm şu; hayır çıkmadı. Sadece okullarda yapılan sınavlardan bir tanesi merkezî olarak yapılacak; ek sınav yok ve ayrıca merkezden yapılan yazılı sınav olarak değerlendirildiğinde sorular, okullardaki sınav sorularına göre çok daha nesnel ve kolay olacak. Öğrenci değişerek artan oranlara göre üst sınıflarda performansını arttırma fırsatı bulacak ve geçmişteki tembelliğinin bedelini ağır bir şekilde ödemeyecek.

Okula bağlılık oranını arttıracak olan bu sistemin, öğretmen ve okul performansını ölçecek bir özelliği de var. Doğrudan denetim diyebilirsiniz buna. Ve çok iyi sonuçları olacak. Elbette riskler de var; başarısızlığın tek sorumlusu olarak öğretmenin öne çıkması ve haksız eleştiriler alması da mümkün. Ancak  sistemde her bir öğrencinin geçmiş performansı var ve bu durum öğretmen için risk oluşturmanın önünde en büyük engel. 

Sistemin belki de en büyük eksiği, ana derslerdeki 3 sınav sayısının fazla ve gereksiz olması. Okulca yapılan yazılıların  tamamen kaldırılması daha iyi sonuç almayı mümkün kılabilirdi. Her dönem yapılacak bir merkezi sınav bir de telafi sınavı yeterli olabilirdi.

‘Öğretmen Kanaati ve Sorunlar’ başlığındaki tartışmalara katılıyorum. Liseye yerleşecek bir öğrencinin %60 SBS puanları %40 öğretmen kanaatine mahkum olmasının savunulabilir hiçbir tarafı yok. O saate dek sorumluluklarını yerine getirmesi gereken öğretmen söyleyecek tüm sözlerini ve kanaatlerini tüketmiştir; öğrencinin geleceği üzerinde böylesine yüksek bir oranda söz söyleme hakkı asla yoktur; olmamalıdır. Bir veliye bile bu oranda söz söyleme hakkı tanımayan bir sistemin çatışma üretmekten başka bir sonucu olması mümkün değildir.

Türkiye’de bir öğretmen kalitesi sorunu vardır ve bu sorun çözülmeden öğretmene sırf okuldaki disiplin üzerinde söz hakkı olsun diye bu kadar büyük güç verilemez.  Öğretmene itibarı, çocuğun geleceği üzerinde, ne kadar âdil kullanılacağı belli olmayan etkili olma gücü vererek kazandırma düşüncesi baştan sona hatalıdır. Öğretmen, öğrencisi ile sıcak bir diyalog kurarak onu dönüştüremiyor, sonuç olarak eğitemiyorsa, ona yeni bir dayak türü hediye etmenin anlamı yok. %40 kanaat puanı dayaktan beterdir.

Eğer bu ülkede öğretmenin kalite sorunu olmasaydı, zaten devlet hemen her yıl yeni bir sistem arayışına girmezdi. Hiçbir sistem öğretmenin kalitesinden bağımsız bir şekilde yaşayamaz. Devlet ürettiği strateji ile öğretmen kalitesini arttımak yerine, öğretmenin etki alanını ya kısıtlıyor ya da orantısız bir şekilde genişletiyor. Sorunu tartışmak yerine boşluğa itiyor. Çelişki üreterek o çelişkilerden besleniyor.

Öğretmenin kalite sorununu ortadan kaldıracak iki yol var. Birincisi; öğretmeni en düşük üniversite mezunu maaşı utancından kurtarmak. İkincisi; verimsiz, emekliliği geçmiş gitmiş öğretmenler için emekliliği câzip hâle getirecek önerilerle, teorik donanımı yüksek genç öğretmenlere yer açmak ve genç öğretmenleri öğretmenlik mesleğinde olgunlaştıracak projeleri devreye sokmak.

Cumhuriyet tarihinde tartışılarak üretilmiş tek sistem bu ve bunu en verimli hâle getirmeyi hedeflemek zorundayız. Yararsız ve ideolojik tartışmaları geride bırakmanın zamanı geldi geçiyor. Bu sistem (TEOG) dershanelere olan ihtiyacı da ortadan kaldıracak özelliklere sahip. Yeter ki merkezî sınav soruları kaldırılan SBS sınavlarındaki gibi müfredat ağırlıklı olmaya devam etsin.

Herkesin iyi bildiği işini  en iyi şekilde yapmasının başka yolu da yok. Ebeveyn, çocuğun zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak, öğretmen ve okul zihinsel süreçlerdeki ihtiyaçlarını.  Ne ebeveyne ne de öğretmene gereksiz yükler yüklemeye de hiç gerek yok.

Umarım yeni sistem bu eleştiriler dikkate alınarak olgunlaştırılır ve üniversitelere giriş için liselere uygulanabilir hâle getirilebilir. Aksi halde daha büyük sıkıntılar üretmiş olacak devlet; çocuklarımız devlete karşı da kapılarını kilitleyecekler.



Mustafa Eyyüboğlu, Üç Eylül İkiBinOnÜç – Yirmiüç



Seçkin Deniz Twitter Akışı