Ey dilim
kimedir bu caka satışın? Bu efelenişinin kaynağını da bilirim.. eğer dilersen
düşüreyim pazar meydanlarına kentlerin. O iğrenç o sefih pazarlarına iki yüzlü
kentlerin. Var mı cesaretin? Ah seni gidi iki yüzlü! Korkak seni! Madem
miniciktir, bir serçenin yüreği kadar bile değildir yüreğin gönle bukağı
vurmaya nasıl yeltenirsin?
Seni
korkak cüce. İşte böyle veririm sırrını ele. Ah! Bu bir muhbirlik değildir
elbet! Silkinip kalkman içindir ayağa. Tozunu-pasını silmen içindir üzerine
sinen. Kentlerden üzerine yağan kapkara kurumlardan temizlenmen içindir.
Sen ne
de arsız olmuşsun bu uzun uykuda! Ne de yakışmış ama sana arsızlık! Hor görsem
de böyledir bu. Arsızlığa sırnaşmanın bedeli ağırdır. Böyle bilmeliydin.
Bilmelisin. Ve bir sıçan gibi kaçıp gitmek daha soysuzcadır. Sıvışmak daha da
kötüdür arsızlıktan. İnkâr gelirse kolayına inkâr et bakalım.
Ah sen
ne hokkabazmışsın, ey dil! Sen hep böyle miydin? Sanki sen hep böyleydin.
Kendini boyayıp satmış gibisin. Satar gibiydin. Sen ne sinsiymişsin! Uzak dur!
Evet uzak dur bulaşmasın sinsiliğinden bir zerre bile gönlüme! Görmekteyim pek
erken olduğunu bozgunun. Bir bozgun denebilirse eğer.
Vakitsiz
bir zaman.. hangi temizlikçi temizleyebilir sinsiliğinden ilişen lekeyi. Ben
hiç lekeli dolaşmasını beceremedim. Hem heveslenmedim. Ve kimseye önermedim. Hele
sana asla! Ama işte sinsiliğinle canını sıkıyorsun gönlümün. Ve benim.
Ayaklarımı kurtardığımda bu kentin bataklığından hesabı en önce görülecek olan
sensin.
Ah nasıl
da sırnaşmayı bellemişsin, en usta aktörlerine taş çıkarırsın şu kentin. Nasıl
da yaltaklanıyorsun sünepe bir köpek gibi. Dur! Daha fazla yaklaşma! Hatta git
birkaç adım daha git benden öteye. Benden ve gönlümden öteye.
Kentin
dehlizleri mekanın olmuş. Yolun lağım güzergahıymış her daim.. İşte böyle
çıkarırım ipliğini pazara. Başkalarının ayakları altında kalır kendi ayakları
altına almayan kendini. Sakın kendini, sakınmak olur iyiliğin bize!
Hem
iyilik de istemiş değiliz ne ben ne gönlüm senden. Sakınmak kendine iyilik
olur, kendini kendinden sakın! Ve çıkma iyice bir temizlenmeden karşıma.
Karşımıza. Katılma şölenlerimize arınıp durulanmadan.
Bilirsin
“merhamet”i kovmuştum evrenimden. Sakınman merhametin olur senin sana.
Seni, arınmadan yoldaş etmem gönlüme! Ne gönlüme ne kendime!
Bir bak
ne sefih şeylerdir öykündüğün! Ne pespaye! Ne zavallı mezatlık şeylerdir!
Demek, diyorum gönlüme, demek kulakları tıkalıymış dilin! Demek sağırmış!
Hiçbir şey almamış coşkun söylevlerimizden.
Şölenlerimizden. Hiçbir şey
ulaşmamış derinliklerine. Pek sahteymiş duruşu. Dinleyişi. Pek sığmış. Ne de
ustaymış aldatmada. Nasıl da kulak ardı etmiş “aldatan kendini aldatmıştır!”
düsturunu. Ve nasıl bir utanmazlıkla katılmış meclisimize. Nasıl da sezmemişiz!
Yine de işte çıkardım ipliğini pazara. Hani kızarsa yüzü diyeceğim; hakkediyor
bağışlanmayı. Bak nasıl da küstah gülüşleri. Nasıl ifritçe bakıyor.
Dağlanacak
gözler edinmiş dil. Kör bir bıçakla çıkarılmayı hakkeden gözler bulmuş. Kim
bilir hangi ifritin otağında sabahlamış; hangi büyücünün irinli çorbasından
içmiş? Ne de kötü kokular salmakta çevresine.
Hak etmiyor
bağışlanmayı dil. Kovuldu dil bilinsin gönlün sözcülüğünden. Ona yaraşır bir
kılavuz değilmiş meğer. Öylesi bir yetkinlikte değilmiş.
Cemal Çalık, 05.09.2013, Konuk
Yazarlar, Sonsuz Ark