“Sonuç
alacağımızdan emin olmadığımız bu savaş, bizi mahvedebilir.”
Çözüme
doğru giderken insanın içi rahat olur ya; şimdi benim içim rahat değil. Sebebi
ne acaba? Rahatlığı bırakın, tedirginim
ve sadece bir tek şey söylüyorum. Esed’e müdahale edecek olan plan çözüm
getirmeyeceği için savaşı genişletecek. Başka türlü düşünen biri varsa gitsin
kafasını taşlara çarpsın; ya yalancıdır ya da Türkiye düşmanıdır.
Savaşın
genişlemesi ne demek? Savaşın genişlemesi Esed’in Türkiye’ye füze göndermesi
demek. Evet; sadece bu kadar. İsrail ve
yahudi lobisi AIPAC ‘ın savaşı çok istediğine bakmayın. Onlar içinde olmadıkları
her savaşı isterler. İsrail “Koalisyonda yokum, bırakın müslümanlar birbirlerini
yesinler, siz tatile çıkın!” dediğine ve Esed’e fiili destek verdiğine göre
Esed, İsrail’e neden füze atsın ki?
Sonra Ürdün? Esed, Ürdün’e füze atıp ne yapacak? Yıllardır birlikte çalıştığı Ürdün kraliyet ailesi ile sıkı dostlar ve Kral ailesi canlarını sıkacak bir eylem içinde değil. Lübnan ise zaten Esed’le beraber savaşan Hizbullah’ın kontrolünde. Nereye genişleyecek savaş? Sadece Türkiye’ye.
Kimin
işine yarar Türkiye’nin savaşa girmesi?
Türkiye hariç herkesin. Türkiye savaşa girerse Esed gider, Suriyeli müslümanlar
rahatlar mı? Hiç sanmam. O halde Türkiye savaşa neden girecek ki? Neden Türkiye,
yani Başbakan Erdoğan, “Her türlü
koasliyonun ve organizasyonun içindeyiz” diyor?
Esed’e kimyasal silah kullandığı için kendisini terbiye edici
noktada gören ABD Dış ilişkiler komitesi ilgili tasarıyı onaylarken, Kerry, “Operasyonda Türkiye de var mı?” sorusuna
neden kaçamak cevap verip, “Türklere sorun!” diyor?
Doğu
Akdeniz İngiliz, Rus, Fransız, İsrail savaş gemileri ile dolu. İngiliz uçakları Kıbrıs Rum yönetimindeki üslerinden Kıbrıs Türk
tarafının hava sahasını ihlal ediyor ve İncirlikten kalkan Türk FF-16’ların
gelişini görünce kaçıyorlar.
Tedirgin
olmamak elde mi? 100 binden fazla insanını
acımasızca öldüren, kimyasal silah kullanmakta tereddüt etmeyen bir
katilden bahsediyoruz. Onun için Türkiye’ye kimyasal bomba göndermek sadece ‘ateşle’
demek kadar basit.
Yine
bugün Fransa'nın Ankara Büyükelçiliği tarafından gizlilik derecesi kaldırılan ulusal istihbarat raporunun bazı bölümlerinin gayrı resmi tercümesi yayınlandı.
Suriye'nin kimyasal programının, 1970'li yıllarda kimyasal mühimmat ithalatıyla
başladığı, Şam yönetiminin, 1980'li yıllardan bu yana, bu alanda yoğun ve
özerk bir ulusal üretim gücünün oluşturulması için gerekli malzemeler,
ürünler, beceri ve bilgiye sahip olmak üzere girişiminde bulunduğu ifade
ediliyor. Suriye'nin kimyasal cephaneliği ise "Savaşta kullanılmak
üzere, bin tondan fazla kimyasal madde ve kimyasal silah öncül maddeleri ile,
Şam yönetimi, programlı bir imha planlaması olmaksızın ve Kimyasal Silahların
Yasaklanmasına dair Sözleşme'ye taraf olma iradesi göstermeksizin, dünyadaki
en büyük operasyonel depolarından birine sahip." ifadeleriyle
aktarılıyor.
Esed’in
elindeki kimyasal mühimmatı "kullanıma hazır yüzlerce ton hardal gazı (iperit),
onlarca ton VX gazı (VX gazı, askeri amaçlı kimyasal maddeler arasında tanınan
en zehirli olanıdır); cephaneliğin önemli bir bölümünü teşkil eden
yüzlerce ton sarin gazından oluşuyor.
Bugün, 5
Eylül günü boğaz da çok hareketliydi. Haber kanalları canlı yayınlarla Rus
istihbarat gemisinin geçisini aktardılar. “SSV-201 borda numaralı 1987 yapımı
Priazovye, Rusya'nın Sivastopol'da bulunan Karadeniz Filosu'na ait. 95 metre
boyunda ve 15 metre genişliğindeki akıllı gemi, elektronik sinyal toplama ve
karıştırma yeteneğine sahip. Gemide bulunan sistemler fırlatılan füzenin yerini
ve hedefi tespit edebiliyor. Elektronik donanımları sayesinde deniz ve hava
trafiğini, radyo ve radar frekanslarını izliyor, şifreli radyo ve telefon mesajlarını
engelleyip çözebiliyor.”
Adana, Antep ve Maraş’taki NATO patriot füze rampaları
dışında, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin ve Hatay sınırdaki tüm
ilçeleriyle füze rampası halinde. TSK tarafından Hatay, Kilis, Gaziantep,
Şanlıurfa ve Mardin illerindeki sınır birliklerine geçen yıl Stinger füzeleri
ile uçaksavarlar takviye edilmişti.
“4 Eylül’de
Gaziantep 5'inci Zırhlı Tugay'ından Kilis'teki sınır birliklerden M 113 zırhlı
personel araçlarına ile askeri araçlar Suriye sınırındaki mevzilere girerek namlularını Suriye'ye çevirdi. M 113 zırhlı personel taşıyıcıların üzerine monteli
Stingerlar (Atılgan) ile Land Rover Defender 130 tipi askeri ciplere monteli
Stingerlar (Zıpkın) da sınır boylarına konuşlandırıldı. Füze rampaları,
uçaksavarlar, zırhlı araçlar ile tankların namluları Suriye'ye çevrili şekilde
hazır bekletiliyor.”
Bu
akşama doğru ( 5 Eylül 2013, Perşembe) ajanslar haber geçiyorlar: “Suriye
sınırında bulunan Hatay'ın Yayladağı ilçesine askeri sevkiyat devam ediyor. Askeri
araç konvoyunun, Antakya'dan Yayladağı ilçesi istikametine doğru yoğun güvenlik
önlemleri altında gittiği görüldü. Askeri konvoyda yaklaşık 20 aracın yanı sıra
bir ambulans yer aldı. Bu arada, Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde sınıra yakın
bölgede konuşlu bulunan hava savunma sistemlerinin yönünün Suriye'ye dönük
olduğu gözlendi. Öte yandan, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinin Suriye sınırına
sıfır noktasındaki bölgede askeri hareketliliğin arttığı gözlendi."
"Sınırdaki
2. Hudut Tabur Komutanlığına bağlı Mürşitpınar köyündeki 6. bölük çevresinde
tank ve füze savunma sistemleri ile diğer askeri araçlar bekletilmeye devam
ediyor. Öte yandan, Şanlıurfa'daki 20. Zırhlı Tugay Komutanlığından hareket
eden boş askeri tırlar, geniş güvenlik önlemi altında 6. bölük askeri
tesislerine yönlendirildi. Mürşitpınar köyünün sınıra yakın bölgelerinde askeri
tedbirlerin arttırıldığı görüldü. Adana merkez Sarıçam ilçesi İncirlik
bölgesindeki 10. Tanker Üs Komutanlığında da sabah başlayan hareketlilik, akşam
saatlerinde yoğunluk kazandı. Üsse, 6 F-16 savaş uçağı, bir insansız hava
aracı, 2 kargo uçağı ve Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait 2 tanker
uçağının iniş yaptığı görüldü."
“Suriye
sınırında bulunan Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde tedbirler üst seviyeye
çıkartıldı. Birliklerin kırmızı alarma geçtiği Reyhanlı’da sınırın sıfır
noktalarında bulunan hudut tabur komutanlığına ve ilçe jandarma komutanlığına
stinger füzelerini ateşleme özelliğine sahip Türk yapımı "Atılgan" ve
"Zıpkın" füze rampaları yerleştirildi.”
Bu
haberleri bir araya toplamak ve set
halinde televizyonlarda yayınlamak gerekmez mi? Savaş cepheleri ve muhtemel
hedefler olarak sınır illerinde yaşayan insanların can güvenliği tehlike
altında. AFAD kamu spotuyla kimyasal saldırı hâlinde neler yapılacağına dair
sivil savunma teknikleri anlatıyor.
Bir
savaş hâlindeyiz. Ama bu topraklarda yaşayan insanlar bunun farkında değil.
Hükümete duydukları güven yüzünden herhangi bir tepki geliştirmiyorlar. Ama açıkça
hayatları tehdit altında ve çocuklar yarın hiçbir şey olmayacakmış gibi
oynuyorlar, on gün sonra açılacak okullarını heyecanla bekliyorlar. Anneler
salça ve turşu mevsiminde turşuları ve salçalarıyla meşguller. Babalar iş güç
derdinde; her an tepelerine inecek bir füzeden ya da kimyasal bombadan
habersizler. Bu haksızlık bence.
Esed’e
müdahaleye karşı olan Esed taraftarı iç ve dış katliamcılara sözüm yok. Sözüm hükümetin
her eylemini sorgusuzca kabullenen medyaya. ABD’nin ve Fransa’nın olası füze
tehditlerinden vatandaşları etkilenmeyecekler, onlar düğmelere basarak
oynayacakları savaşta sadece masraflarından söz edebilirler. Zaten onu da
körfezin şeyhleri üstlendiklerini deklare etmişler.
Kerry bir tek amerikan
postalının Suriye topraklarına değmeyeceği garantisi vermiş. Ama biz tüm tehditlere karşılık bütün
gövdemizle Esed’le savaşa giriyoruz. Sonuç
alacağımızdan emin olmadığımız bu savaş, bizi mahvedebilir.
Rusya,
Esed’e destek veriyor. Ve Rus savaş teknolojisi bölgeden yayılacak bir üçüncü
dünya savaşına sebep olacak kadar güçlü.
Fakat bu savaşta ne bir Amerikalı ne bir Rus ne de bir Fransız ölecek.
Biz öleceğiz, biz müslümanlar öleceğiz.
Başbakan
Erdoğan ne düşünüyor, Irak’a girmediğimizden dolayı hâlâ pişman mı? 4 Mart 2003’te
Dışişleri Bakanı Gül, "Biz de koalisyonun içindeyiz" diyerek Saddam'a
karşı oluşan ittifak içinde olduğumuzu ilan etmişti. Fiilen içinde olmadık; lojistik destek verdik ve kaybettik mi acaba? Oysa biz
Irak’a girmeyerek, 1 Mart’ta 'Hayır' diyerek itibar kazanmaya başlamıştık.
4 Eylül’de
Rusya'daki G20 toplantısına katılmak üzere yola çıkan Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan Suriye'ye olası bir müdahalede Türkiye'nin her türlü koalisyonun içinde
yer almaya hazır olduğunu söylerken, nasıl bir hazırlıktan bahsetti? Bu koalisyonların kendisine oy verenlere ne tür zararlarla döneceğini düşündü mü?
Hangi hazırlık
kimyasal bir bombanın radarlardan ya da savunma füzelerinden kaçışını engelleme
garantisi veriyor Sayın Başbakan’a? Sınırlara yığdığı silahların havadan
kimyasal gaz toplama gücü var mı?
Başbakan,
nasıl güveniyor kendisini sürekli yalnız bırakan NATO’ya? PKK’ya verdikleri
destek ve Erdoğan’a karşı düşmanlıkları gün gibi ortada iken ABD, Fransa,
Almanya, Hollanda, İngiltere ve İsrail yakın
bir savaşta Türkiye’yi savunurlar mı?
Ne oluyor,
nasıl oluyor bu savaş ruhu? Daha iyisini garanti etmeyeceği açık olan bu savaşa
neden giriyoruz? Esed’in tehditlerinden korkmadık demek için mi? Yeniden çizilecek
haritalarda söz sahibi olmak için mi?
Ölülerimizi
saymadan önce bir kez daha düşünün, sayın Başbakan. Ölülerin size haklarını
helal edeceklerini sanmıyorum.
Arif Şahin, 05.09.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 12
Arif Şahin Yazıları
Okuma Parçanız, 23 gün sonra hazırlandı.
TÜRKİYE’NİN ÇİN SAVUNMA SİSTEMİNİ TERCİH NEDENİ… NATO’YA GÜVENSİZLİK…
28 Eylül 2013
Dünya, Türkiye’nin anti-balistik füze şemsiyesi için ABD veya Avrupa’lı firmaları değil, Çin Halk Cumhuriyeti’ni tercih etmesini konuşuyor… Türkiye’nin aldığı bu karar, yalnız tercih ettiği savunma sanayi teknolojisi açısından değil, muhtemel siyasi boyutları açısından değerlendiriliyor…
Dünya medyasında yer alan yorumlarda ana tema, Türkiye’nin, Çin savunma sistemini, Çin’in ortak üretim konusundaki samimiyeti, teknoloji transferine kapıları sonuna kadar açması ve maliyetlerin düşük olması nedeniyle tercih ettiği yönünde…
Fakat, Avrupa diplomasi ilişkileri açısından çok önemli yorumlara yer veren Carnagie-Europe internet sitesinde düşünce kuruluşu EDAM Başkanı, Türk diplomasisinin Avrupa’ya etkileri konusunda uzman araştırmacı, eski diplomat, Sinan Ülgen imzasıyla yer alan bir yazıda yer alan bir detay, aslında Ankara’nın, NATO bünyesinde 10 yıl önce yaşanılan bir gelişme sonrasında kendi “ulusal savunma sistemini” geliştirme kararını aldığını ortaya koydu.
Sinan Ülgen, meslektaşı Aaron Stein ile birlikte kaleme aldığı ve ABD ile Rusya’nın Suriye’nin elindeki kimyasal silahlara dönük anlaşmasının Türk diplomasisine etkisini incelediği ” Not the real deal: Ankara’s take on the Syria Agreement” başlıklı yazısında, Türk kamuoyunda bilinmeyen önemli bir gelişmeye dikkat çekti:
“10 yıl önce NATO üyelerinin ortak savunma sistemi mekanizmaları işletme konusunda düzenledikleri bir tatbikat, günümüzde Suriye’de yaşanılan olayların benzeri bir senaryodan kaynaklanıyordu ve sonuçta, Türk yetkililerin NATO’ya karşı besledikleri abartılı güvenin sonlanmasına yol açtı. NATO tarihi içinde çok az bilinen tatbikat, ittifakın tarihinde gerçekleştirdiği ilk ve son 5.Madde’nin ortak savunma amaçlı işletilmesine yönelik bir tatbikattı ve sonuçta anlaşmazlıkla sonuçlandı. Tesadüf eseri, 2002 yılında gerçekleştirilen tatbikat, Türkiye’nin güney komşusu olarak değerlendirilen ve tatbikatta Amberland olarak adlandırılan bir ülkede kaynaklanan kimyasal silah saldırısıyla ilgiliydi. Tatbikatta Amberland elinde çok sayıda SCUD füzesi bulunan ve bu füzelere kimyasal ve biyolojik başlık takma kapasitesine sahip ve bu kapasitesini Türkiye’ye yönlendirmiş bir ülke olarak değerlendirildi. 7 gün süren tatbikatta Türkiye ve ABD, tehditin hızla bertaraf edilmesi için ilk saldırının gerçekleştirilmesini savunan sertlik yanlısı bir politika izlerken, özellikle Almanya, Fransa ve İspanya, krizin siyasi yollardan çözümlenmesi yönünde tavır koydular. Tatbikat, anlaşmazlıkla sonuçlandı ve NATO müttefikleri ortak savunma mekanizmalarını harekete geçiren 5.Madde’nin ancak, bir saldırı gerçekleştikten sonra devreye girebileceği yönünde anlaşarak masadan ayrıldılar. “
Sinan Ülgen’in Türkiye’nin Suriye’nin elindeki kimyasal silahlarla başbaşa kalmasını ve NATO’nun ortak savunma mekanizmasını bir tehdit sırasında değil, ancak gerçek bir saldırı gerçekleştikten sonra devreye girebileceğini anlamasını aktaran bu cümleleri, bir başka yorumda farklı biçimde değerlendirildi.
Asya ilişkilerine dönük yorumlarıyla dünyanın en saygın internet yorum sitelerinden biri olarak kabul edilen asiatimes.com’daki yazısında Peter Lee, Sinan Ülgen’in bu çok özel bilgisi, Türk hükümetinin Çin teknolojisini kabul etmesinin perde arkasındaki ana nokta olarak değerlendirdi. Lee’ye göre Türkiye, her ne kadar, Suriye’ye karşı sınırlarına NATO’nun Patriot bataryalarını yerleştirmiş olsa da, söz konusu tatbikattan sonra NATO bünyesinde yer almayan “ulusal” bir savunma sistemine ihtiyaç duyduğunu anlamış oldu.
Sinan Ülgen’in verdiği bilgi önemli: 1- Türkiye’nin komşularından her hangi birinden doğrudan saldırı gelmeden mevcut tehditler karşısında yalnız olduğunu, 2- Türk hükümetinin ve TSK’nın da bu durumun farkında olarak, tercihlerini, NATO dışı teknoloji transferlerine yönelme konusunda kullandıklarını gösteriyor.
SİNAN ÜLGEN-AARON STEİN yazısının İngilizce aslını okumak için:
Okuma Parçanız, 23 gün sonra hazırlandı.
TÜRKİYE’NİN ÇİN SAVUNMA SİSTEMİNİ TERCİH NEDENİ… NATO’YA GÜVENSİZLİK…
28 Eylül 2013
Dünya, Türkiye’nin anti-balistik füze şemsiyesi için ABD veya Avrupa’lı firmaları değil, Çin Halk Cumhuriyeti’ni tercih etmesini konuşuyor… Türkiye’nin aldığı bu karar, yalnız tercih ettiği savunma sanayi teknolojisi açısından değil, muhtemel siyasi boyutları açısından değerlendiriliyor…
Dünya medyasında yer alan yorumlarda ana tema, Türkiye’nin, Çin savunma sistemini, Çin’in ortak üretim konusundaki samimiyeti, teknoloji transferine kapıları sonuna kadar açması ve maliyetlerin düşük olması nedeniyle tercih ettiği yönünde…
Fakat, Avrupa diplomasi ilişkileri açısından çok önemli yorumlara yer veren Carnagie-Europe internet sitesinde düşünce kuruluşu EDAM Başkanı, Türk diplomasisinin Avrupa’ya etkileri konusunda uzman araştırmacı, eski diplomat, Sinan Ülgen imzasıyla yer alan bir yazıda yer alan bir detay, aslında Ankara’nın, NATO bünyesinde 10 yıl önce yaşanılan bir gelişme sonrasında kendi “ulusal savunma sistemini” geliştirme kararını aldığını ortaya koydu.
Sinan Ülgen, meslektaşı Aaron Stein ile birlikte kaleme aldığı ve ABD ile Rusya’nın Suriye’nin elindeki kimyasal silahlara dönük anlaşmasının Türk diplomasisine etkisini incelediği ” Not the real deal: Ankara’s take on the Syria Agreement” başlıklı yazısında, Türk kamuoyunda bilinmeyen önemli bir gelişmeye dikkat çekti:
“10 yıl önce NATO üyelerinin ortak savunma sistemi mekanizmaları işletme konusunda düzenledikleri bir tatbikat, günümüzde Suriye’de yaşanılan olayların benzeri bir senaryodan kaynaklanıyordu ve sonuçta, Türk yetkililerin NATO’ya karşı besledikleri abartılı güvenin sonlanmasına yol açtı. NATO tarihi içinde çok az bilinen tatbikat, ittifakın tarihinde gerçekleştirdiği ilk ve son 5.Madde’nin ortak savunma amaçlı işletilmesine yönelik bir tatbikattı ve sonuçta anlaşmazlıkla sonuçlandı. Tesadüf eseri, 2002 yılında gerçekleştirilen tatbikat, Türkiye’nin güney komşusu olarak değerlendirilen ve tatbikatta Amberland olarak adlandırılan bir ülkede kaynaklanan kimyasal silah saldırısıyla ilgiliydi. Tatbikatta Amberland elinde çok sayıda SCUD füzesi bulunan ve bu füzelere kimyasal ve biyolojik başlık takma kapasitesine sahip ve bu kapasitesini Türkiye’ye yönlendirmiş bir ülke olarak değerlendirildi. 7 gün süren tatbikatta Türkiye ve ABD, tehditin hızla bertaraf edilmesi için ilk saldırının gerçekleştirilmesini savunan sertlik yanlısı bir politika izlerken, özellikle Almanya, Fransa ve İspanya, krizin siyasi yollardan çözümlenmesi yönünde tavır koydular. Tatbikat, anlaşmazlıkla sonuçlandı ve NATO müttefikleri ortak savunma mekanizmalarını harekete geçiren 5.Madde’nin ancak, bir saldırı gerçekleştikten sonra devreye girebileceği yönünde anlaşarak masadan ayrıldılar. “
Sinan Ülgen’in Türkiye’nin Suriye’nin elindeki kimyasal silahlarla başbaşa kalmasını ve NATO’nun ortak savunma mekanizmasını bir tehdit sırasında değil, ancak gerçek bir saldırı gerçekleştikten sonra devreye girebileceğini anlamasını aktaran bu cümleleri, bir başka yorumda farklı biçimde değerlendirildi.
Asya ilişkilerine dönük yorumlarıyla dünyanın en saygın internet yorum sitelerinden biri olarak kabul edilen asiatimes.com’daki yazısında Peter Lee, Sinan Ülgen’in bu çok özel bilgisi, Türk hükümetinin Çin teknolojisini kabul etmesinin perde arkasındaki ana nokta olarak değerlendirdi. Lee’ye göre Türkiye, her ne kadar, Suriye’ye karşı sınırlarına NATO’nun Patriot bataryalarını yerleştirmiş olsa da, söz konusu tatbikattan sonra NATO bünyesinde yer almayan “ulusal” bir savunma sistemine ihtiyaç duyduğunu anlamış oldu.
Sinan Ülgen’in verdiği bilgi önemli: 1- Türkiye’nin komşularından her hangi birinden doğrudan saldırı gelmeden mevcut tehditler karşısında yalnız olduğunu, 2- Türk hükümetinin ve TSK’nın da bu durumun farkında olarak, tercihlerini, NATO dışı teknoloji transferlerine yönelme konusunda kullandıklarını gösteriyor.
SİNAN ÜLGEN-AARON STEİN yazısının İngilizce aslını okumak için:
PETER LEE yazısının İngilizce aslını okumak için:http://www.atimes.com/atimes/China/CHIN-01-270913.html