“Hem
zorba hem de mağdur… kendisi olmasa kendisinden üreyenlerin olması
imkansızlaşan...”
Kadın…
zihninde hangi döngülerin birbirine uç verdiğini kimi zaman ya da çoğu zaman
kendisinin de bilmediği bir fenomen… doğurganlığını hayatın merkezine konmuş
bulan ve hormonlarının kuşkusuz egemenliğini hayatın her alanına yayan direnci
ile baskın… ve yeryüzündeki bütün hassas varlıklardan daha kırılgan, daha
zarif. Hem zorba hem de mağdur… kendisi olmasa kendisinden üreyenlerin olması
imkansızlaşan…
Erkek,
duvarların ardında kalan bir tutuklu gibi. Nazdan duvarların sıklıkla sebepsiz duvarlarla
yer değiştirdiğini gördüğünde, anlamı kaybeden, anlamın hangi çerçevede yer
bulduğunu unutan ve sersemleyen varlık. Kadının doğurganlığının hangi vekrötel
sapmalarla nelere hükmedeceğini bilemediği için, iyiliğin ve kötülüğün
sınırlarında gergin bir şekilde yuvarlanıp duran bir mağdur. Kadının zerafetine
hükmedemedikçe sinirleri yıpranan bir zavallı ve zavallılığını aşmaya kalkarken
de gerçek bir zâlimden başka bir şey olmayan…
Görünen,
merkezi kadın olan çemberlerin tüm noktalarında birikmiş bütün erkeklerin bütün
kadınların çekim gücünden, merkezkaç kuvvetinden uzaklaşabilmek için hayal
kurmayı denemeleri. Kurdukları hayallerin yine kadınlarla sınırlandığını
gördüklerinde gevşemeleri, karamsarlaşmaları ve tekrar kadınlara yönelmeleri.
Arzuyu, bağımlılıkla karıştıran bir dirençsizlikle yöneldikleri kadınlara karşı
hoyratlaşmaları ve onları nesneleştirerek, erken ya da geç hayallerinin sıradan
birer çöp kutusu olarak kullanmaları.
Kadınlar
en çok kendi hormonlarıyla kaskatı hale geldikleri zamanda ürettikleri enerjinin,
yakan, kavuran, ısıran bir güçle yayılırken atmosferi saran nükleer alevler
gibi, kendilerinin asla dinginleşmeyecekmiş gibi göründüklerinden habersizler.
Erkekler bu nükleer felaketten yara almadan kurtulabilmek için çare aramaları
gerektiğini düşündüklerinde iş işten geçmiştir. Her şey bitip sona erdiğinde
kadın, hiçbir şey olmamışçasına sakin ve uysaldır; ancak erkek yanıklarını
tespit edemeyecek kadar savaş yorgunudur.
Gün
geçer ve kadın, her döngüde yeni nükleer
kasırgalar üretmek için, farkında olmadan, stres ilmiklerini örmeye devam eder. Erkek dingin hayallerin esiri,
düşündükçe anlamı, anlamın kaybolup gidişini gördükçe her gün görünen
seraplarla, direnç noktalarını beslemeyi düşünür. Kaçmak istemeyi akledene
kadar kadının doğurgan ruhuna, farkında olmadan tepki duvarları örmeye başlar.
Kadın
naz duvarlarından, sebepsiz duvarlara kadar her taştan duvarı erkeğin önüne
sürdükçe, erkek içine çekilir. Her duvar kadından biraz daha kopuş, biraz daha
sertleşen bir dokunuştur. Erkeği zâlim olmaya iten dengesiz davranışlar bu
dönemde filizlenmeye başlar. Kadınların duvarları renk ve tür değiştirdikçe, erkeğin içine
ördüğü tepki duvarları sıra sıra zihninin en derin merkezine doğru tek tek
yükselirler. Erkek mağdurdur; ancak
mağrursa duvarları yıkılmazlaşır.
Kadının
ve erkeğin, karşılıklı ördüğü duvarlardan başka hayatlar doğar. Önce başka
kadınlar duvarların arasından erkeğe bir gülücük gönderirler. Başka kadınlar, erkeğin dalgalanan ruhundan
yayılan kokuyu fark etmiş ve onu yeni merkeze, yani kendilerine doğru çekmek
için gerekli tüm hazırlıkları yapmıştır. Bazen de başka erkekler kadının
duvarlarındaki renklere koşarlar. Klasik anlamda bu, kadının merkez olmak
istediği tüm hırçınlıklarda artık nevrotik bir döneme denk gelmektedir.
Her kadının
merkez olduğu çember kendi avlarını seçer ve hiçbir kadın merkez olmamak gibi
bir kaygıyla hareket etmez. Erkeğin hormonal bağımlılıklarından taşan enerjinin
artık şiddete evrilen anlam yitimlerinde, bir alış-veriş dengesi üretmek üzere
taşlaşmış bir erkekten bahsedilebilir. Kadın zihnindeki hangi renk keçinin
peşinden koştuğunu erkeğe anlatmaz. Diyalog biter; renkler karışır ve o evredeki tüm sınanmalar sona erer. Bir başka
sınanma evresine geçilmiştir. İnsan kalınacak mıdır?
Kadın ve
erkeğin birbirleriyle çektirdikleri tüm fotoğraflar birbirlerinden kopmamak
üzere yaratılmış bu iki türün, bir tek merkezde olmak üzere birbirlerini
tutmaları gerektiğini gösterir. Yanyana, gözgöze, elele, birbirlerini
tamamlayarak bir tek merkez oluşturmak üzere çalışacakları gerçeği, şeytanların
özenle sakladıkları gizli bir umut olarak kalır.
Çoğunlukla ve sıklıkla umut gizli kalır ve İnsanlık
ölür.
Kadın
zihnindeki keçinin rengini erkeğe anlatmadıkça trajedi sürer.
Anlamların
kaybolmaması için, anlaşmak ve tek merkezde kalmak için, erkeğin zihninde renk
renk keçi üretmemesi için, sevgi ve merhamet koşulu var olmaya devam edecektir.
Kâşif M., 6 Eylül 2013, Sonsuz Ark, Derin
Ayrıntılar 4