Kiziroğlu Mustafa Bey
-3-
Subaşı
Macit, has odada sıkıntılı bir gece geçirdiği her halinden belli olan Rıfat
Bey’in huzuruna çıktı.
“Beyim!”
dedi. “Seyfiye huzurdadır; haber vereyim dedim”
Subaşı’nın
yakınına gelmesi için işaret etti. Yanına oturttu:
“Otur
hele.. beklesinler.. Bak a Macit yiğidim.. görüyorsun kendi evimde bile
fısıltıyla konuşur oldum.. bizim casustan bir işaret yok mu? Kimdir bu hain?
Ben Kiziroğlu’nun atı tarafından uyarıldığına inanmıyorum.. bunu çevremizden
biri, bizim toplantımızdan konuşmalarımızdan haberdar
biri yaptı. Hem hatırla bir değil iki
değil bu.. o itin inine kaç kez baskın yaptıysak kimseyi bulamadığımız gibi
pusuya düşen biz olduk.. aramızda bir hain var bunun başka bir izahı yok..”
“Haklısın
beyim.. sizi temin ederim ki yakalanacaktır.. eli kulağındadır..”
“Vaktimiz
yok subaşı.. vaktimiz yok Macidim” diye sızlandı Sancak beyi. “Seyfiyeden eksik
kimse var mı?” diye sordu.
“Herkes
yerini aldı. Eşraftan da Sarı Fuat ile Murat geldi.. Bodur gecikeceğini
bildirmiş..”
“Gece
uyuyamamıştır deyyus.. ulan bir adam bu kadar salak olur.. ama neylersin işte..
uzaktan da olsa akrabamız sineye çekeceğiz.. E maruzatı olan kaç kişi var..”
“Fazla değil beyim.. Sarı Fuat’tan şikayetçi
yaşlı bir köylü var, değirmenci imiş.. bir iki de esnaf sanırım ekmeğe
koyduğunuz narh ile ilgili..”
“Gözleri doymaz onların.. ya bu Sarı Fuat’tan
şikayetçi olan.. kimdir kimin nesidir hangi köydendir?”
“Kizir köyünden.. Sarı Fuat suyu mu kesmiş ne
öyle bir şey.. mühim bir şey değil.” diye cevapladı Subaşı.
Sancak
Beyi Macit’in elinden tutup birlikte ayağa kalktılar.
Rıfat
bey bıyıklarını burdu, Macit’e, “Kadı önünde bir pot kırmayalım.. bunun
hakkında bir şeyler öğrenebildin mi evvelki yerinden?”dedi
“Erzurum’dan bir arkadaşıma mektup yazdım..
daha cevap gelmedi. Ama buradaki davranışlarından pek pek hoşlanmadım. Bu da
önceki gibi baldırı çıplaklar ile fazla yüz-göz oluyor.”
“Bizim ne kem talihimiz var be Subaşı.. desene
bununla da işimiz var.. öncekini ne güç-bela hallettik.. desene bu da başımıza
bela olacak.. iyice bir huyunu suyunu öğren.. bunun da başına bir şey gelirse
payitaht epey şüphelenir. Derler eşkıya bir onlar da yok.. fakat gelgelelim
onların kadıları eşkıyaya kurban gidiyor.. izah edemeyiz değil mi Macidim?”
“Doğru söylüyorsun beyim. Ben bu ilk huzurda
bir falso olmasın diye gerekli tedbiri aldım. Esnafı ben çağırdım. Koyduğumuz
ekmek narhını biraz yükseltmelerini talep edecekler. Biz de tebaanın menfaatine
on para daha indirim yaparız.. göz dağı veririz, diye düşündüm. Değirmenci
davasında haksız. Onun için ona fırsat verdim. Değirmenci suyu Sarı Fuat’ın
kestiğini iddia ediyor. Oysa geçen selde dere yatağı bozuldu o yüzden değirmene
su az gidiyor. Değirmenci bunu bir türlü kabul edemedi. Haksızlığı nasılsa gün
yüzüne çıkar diye de mani olmadım huzura çıkmasına.”
“İyi
düşünmüşsün.. güzel.. haydi bakalım..”
Odadan
çıktılar. Huzur’un kapısına vardılar. Nöbetçiler kapıyı açtı. Sancak Beyi önde
Subaşı arkada huzura girdiler. Seyfiye saygı ile yerlerinde kıpırdadı. Sancak
beyi işaret edip kalkmalarına engel oldu. Baş köşeye geçip oturdu. Sağında yeni
kadı Cemalettin Efendi onun sağında Alaybeyi oturuyordu. Solunda da Sipahi
Kadir ve Subaşı. Onlardan az ötede geride Sarı Fuat ve Döngel Murat yerlerini
almışlardı.
Sancak
Beyi kadı Cemalettin’e:
“E..
kadı efendi Sancağımızı beğendiniz umarım.. pek hoştur. Gerçi siz sele denk
geldiniz ama seveceksiniz.. eminim..” dedi.
Kadı
Cemalettin Efendi genizden gelen bir sesle:
“Oldukça
güzel.. yeşillik.. bakımlı bir yer.. gezip tozulacak bir mekan..” karşılığını
verdi.
Sancak
Beyi “ Tebaayı nasıl buldunuz? İnşallah onları ihmal etmemişsinizdir.” diye
yokladı halkla konuştuğunu bilmiyormuşçasına.
Kadı
duyup tanık olduklarını anlatmak, gerçekliklerini sormak için vakit erken diye
düşünmüş, “ Eh işte her sancakta olan tebaa.. ya selden şikâyet eder, ya
susuzluktan.. halinden memnun hiç kimseyi görmedim ki..” demişti.
Sancak
beyi başını salladı:
“Haklısınız..
bu alemde halinden memnun birini bulsam secdeye kapanıp daha kalkmazdım..
nerde.. şükrü bilmez bir halkız vesselam! Hocam zatıalilerinizi bir kaç gün
önce ziyaret etmeyi düşünmüş fakat fırsat bulamamıştım. Neylersiniz tebaanın
işleri her şeyden önce gelir. Hem eşkıya ile uğraş hem sel felaketinden masun
olanların dertleri ile uğraş.. inşallah kusurumuza bakmamışsınızdır.”
Kadı
Efendi saygı ile:
“Aman
beyim o nasıl söz.. siz payitahtı temsil makamındasınız.. söylediklerinizle
beni mahcup ediyorsunuz?”
“Ben
babamdan böyle gördüm Hocam.. ilmiyeye, ilim erbabına saygıda kusur etme ki iki
cihanda da bahtiyar olasın derdi rahmetli babam..”
“Allah
rahmet etsin.. mekânını cennet eylesin..” dedi Kadı.
“Cemi cümlemizin!” karşılığını verdi Rıfat
bey.. diğer katılımcıları tek tek süzüp başıyla selamlaştı ve “Umarım herkes
afiyettedir!” dedi. Hafif bir “Ömrünüze duacıyız beyimiz!” sesi yükseldi. “Eh
artık maruzatı olanlar huzur alınsınlar Subaşı..”
Subaşı
yerinden kalktı. Huzur’un kapısını açıp dışarı seslendi, “Maruzatı olan huzura
gelsin!” diye yüksek sesle üç kere bağırdı. Bir süre sonra dört-beş esnaf ve
Macit’in sözünü ettiği kizirli değirmenci başları önde huzura çıktılar. Subaşı
kapıyı kapayıp bir adım ilerde yanlarında durdu.
Sancak
beyi el edip:
“Ağalar
yaklaşın korkmayın.. huzurdasınız.. öyle süt dökmüş kediler gibi de büzülmeyin!
Söyleyin bakalım nedir muradınız!” dedi.
Esnaftan
bir kişi ileri çıkıp:
“Beyimiz
ömrünüze duacıyız.. Allah sağlık ve afiyet versin inşallah.. ağzınızın tadı
bozulmasın.. sizden esnaf olarak bir istirhamımız olacak.. eğer lütfedip geçen
ay ekmeğe koyduğunuz narhı biraz daha yükseltirseniz bizi mesut edersiziniz..
başkaca bir sıkıntımız yoktur. Ama ekmeğe konulan narh bizi bir hayli sıkıntıya
soktu. Tüm esnaf beni bu isteği dile getirmem için aralarından seçtiler..” dedi,
başını öne eğdi.
Sancak Beyi
yapmacık bir hiddetle ayağa fırladı:
“Bakın a
ağalar beni bilmez misiniz? Kendi şahsıma ait servetimi isteseniz kızmam..
öfkelenmem.. ama siz bana emanet edilmiş tebaamın rahatını, huzurunu bozmamı
teklif ediyorsunuz.. el insaf.. sel beldemizi ve tabii tebaamızı müşkül duruma
sokmuştur. Sizden vergi artırımı isteseydim vergiye itirazınızı anlardım.
Hayır. Bu isteğiniz hiç makul değildir. Ve tayin ettiğimiz narhı da pek
muhterem evvelki Kadımız uygun bulmuş teklif etmiştir. Size bir garezi olduğunu
mu ima edersiniz rahmetlinin? Bunu duymamış olayım.”
Sancak Beyi,
Kadı’ya dönerek:
“Bir okka
ekmek yetmiş para idi, sizden evvelki Kadımız sizden iyi olmasın sel
felaketinden mütevelli 60 para olsun diye teklif etmiş seyfiye de onaylamıştı..
bunda bir yanlışlık var mı hocam?”
Kadı
önünde oynanan bu mizansene inanmış gibi yaparak:
“Pek
münasip bir şey yapmışsınız.. pek takdire şayan bir teklif olmuş..” dedi.
Sancak
beyi esnafa dönerek:
“İşte
gördünüz.. yeni kadı efendi de bunda bir yanlışlık görmüyor.. siz ne aç göz
insanlarsınız.. on para daha indirim teklif
ediyorum itirazı olan varsa söylesin.. hocam ne dersiniz?”
“Bence
uygun..”
“Bizce
de yuğun!” dedi seyfiye üyeleri.. esnaf temsilcileri hep bir ağızdan: “Aman
beylerimiz ocağınıza düştük.. etmeyin eylemeyin..”
“Sızlanmayı
kesin bir namertler.. tebaanın halini görmez misiniz? Subaşı! Toplantıdan sonra
tellal çıkarılsın yeni narh duyurulsun.. uymayanı falakaya yatırıp elli değnek
vurun! Başka diyeceğiniz yoksa çıkabilirsiniz.”
Subaşı
esnafı dışarı çıkarıp kapıyı örttü. Sancak beyi yaşlı değirmenciye:
“E, baba
senin derdin nedir? Az beri gel de söyle!”
İhtiyar
ihtiyatla bir iki adım attı. Seyfiyedekilere tek tek baktı. Kadı’ya tebessümle
baktı.
“Evet
seni dinliyorum!” diye seslendi Sancak beyi..
“Allah
sağlıklı ömürler ihsan etsin beylerimize.. ben Kizir köyünde değirmencilik
yaparım.. Allah’a şükür bir sıkıntım yoktu. Ama selden sonra değirmenim dönmez
oldu. Zira seli bahane edip suyun yolunu değiştirdiler.. güya dere yatağını sel
değiştirmiş.. oysa suyun yatağını değiştiren Fuat Bey’dir.”
Sarı
Fuat hışımla yerinden kalktı.
“Yalan
söylüyor bu namert.. yaşından başında da utanmıyor!”
“Otur
yerine!” diye ünlendi Sancak beyi.. “Huzurun huzurunu bozarsın.. sanki ilk kez
böyle bir yerde bulunuyorsun.. destur almadan, kişi şikâyetini bitirmeden,
sorulmadan nahak cevap verirsin.. yakışıyor mu sizin gibi bir Bey’e?”
“Ama
beyim..” diye kekeledi Fuat..
“Aması maması yok Fuat ağa.. aması maması
yok.. ihtiyar diyeceğini desin.. sıra sana da gelecek elbet! Söyle baba Fuat
ağa derenin yatağını nasıl değiştirir? Fuat ağa bir uğru mudur ki kamuya ait
bir malı kendi menfaatine uygun hale getirsin? Bir delilin var mı?”
Değirmenci
boynun biraz daha büktü. Dudakları kıpırdadı. Anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı.
Sancak beyi sesini biraz daha yükseltti:
“Baba
dediklerini anlamış değiliz.. yutkunup duruyorsun.. bir şeyler geveliyorsun..
eşraftan muhterem birini mesnetsiz suçlayıp sonra da susuyorsun! Subaşı nedir
işin gerçeği senin bu olup bitenlerden bir haberin var mı?”
Subaşı
bir süre değirmenciye baktı:
“Var Beyimiz!” dedi. “İlk önce bana iletildi
durum. Değirmene öğütülecek hububat götüren köylülerden geldi şikâyet. Gittim
durumu inceledim.. Fuat ağadan şikâyet olduğu için kendisini de alıp değirmenin
olduğu dereye vardım. Ki hem sipahi Kadir Bey hem Alaybeyi Remzi bey de katıldı
bizlere.. gittik gördük. Sel derenin yatağını tarumar etmiş. Dere yatağı
değişmiş. Fuat beyin arazisinin içinden geçer olmuş. Kocaman kayalar düşmüş..
sele kadar Fuat bey o dereden çok cüzi faydalanıyordu. Şimdi değirmene çok cüzi
su gider olmuş. O devasa kayaları değil Fuat bey ve birkaç adamı hindin bütün
filleri bir araya gelse taşıyamaz bulundukları yere.. bu bir afettir.. hem Fuat
bey elinden geldiğince değirmenin mağduriyetini gidermeye de çalışmıştır.. buna
şahidim. Ama olmamıştır. Köylü mağdur olmasın diye Fuat bey yeni bir değirmen
inşa etmeye başlamıştır. Hem değirmenci Yusuf ustaya kendisinin işletmesini
dahi teklif etmiştir. Bunu kendisi de itiraf eder herhalde.”
Sancak Beyi kaşlarını çatıp:
Ee.. Yusuf usta.. bu söylenenlere ne
diyeceksin?”diye sordu.
Yusuf
usta yutkundu. Rıfat bey Sipahi ve Alaybeyine hitaben:
“Ağalar
siz de gidip görmüşsünüz.. söyleyeceğiniz bir şeyler var mı? Değirmenci bir şey
dedi Subaşı bambaşka bir şey.. sizin fikriniz nedir?” dedi.
Sipahi
ile Alaybeyi birbirlerine baktılar.. Alaybeyi:
“Hem Kadir beyim hem ben Subaşı’nın
dediklerine harfiyen katılırız. O kayaları sel getirmiş.. derenin yatağı insan
eliyle değişecek bir yapıda değil.. hem Yusuf ustaya yeni değirmeni işletmesi
için Fuat beyin teklifini biz dahi işittik. Ordaydık..”
“Bak a
Yusuf usta ihtiyarlığına veriyorum.. büyüğümsün onun için fazla uzatmayacağım..
eh insanın yaşı kemale erdikçe hafızası çocuklaşıyor.. bir çok şeyi unutuyor,
kurduğuna inanıyor.. sanırım senin halde o hal! Sel dereyi elinden almış, sen
Fuat beyi işaret ediyorsun. Fuat mı istemiş su kendi arazisinden geçsin.. hem
bak yeni bir değirmene kavuşacaksın.. eğer kabul edersen..”
“Benden
uzak olsun..” dedi ihtiyar belli belirsiz.
“Ne
dedin?”
“Benden
uzak olsun.. görüyorum ki elbirliği çoktan yapılmış. Kimseyi suçladığım yok.
Fuat bey beni değirmenine ırgat ister.. ben bu yaştan sonra el kapısında
sürünecek, iş güveyliği yapacak durumda değilim. Aslında huzura çıkışım bu
oyunu bozmak için değil methini işittiğim Kadı Cemalettin efendiye durumumu
anlatmak idi. Sizlerden bir fayda gelmeyeceğini biliyorum.”
Öfkeyle
ayağa fırladı Sancak beyi..
“Yaşından
başından utan bir namert! Bire nankör.. tez bu melunu yıkın falakaya elli
değnek vurun!”
Kkadı
Cemalettin de ayağa fırlamış Sancak beyinin elini tutmuştu. Bir süre
bakıştılar. Rıfat’ın gözleri çakmak çakmaktı. Kadı efendinin alaycı
bakışlarında Döngel Murat’ı görür gibi oldu. Kolunu hırsla çekti.
Kadı
kendinden emin bir sesle:
“Aman beyimiz.. öfke sizi esir almasın! Yaşına
hürmeten affedin.. sizin de buyurduğunuz gibi yaşlılıkta kemale eren sadece yaş
oluyor.. ne akıl ne hafıza bu kemaliyetten payını alamıyor!”dedi
Sancak
beyi bir süre daha baktı Kadı efendiye. Elini indirdi. Subaşının yaka paça
dışarı çıkarmaya çalıştığı değirmenciye dönüp:
“Verilmiş
sadakan varmış ihtiyar melun.. kadı efendiye dua et.. subaşı vazgeçin falakadan.. on beş
değnek vurun evine gönderin.. belki aklı başına gelir de bir daha böyle bir
densizlik yapmaz..” diye bağırdı.
Subaşı ,“Emrin
başım üstüne beyim!” dedi, değirmenciyi adeta sürüyerek çıkardı dışarı.
Toplantı
bitmiş herkes bey konağından ayrılmıştı. Döngel Murat atına binmek üzereyken
subaşı nefes nefese kendisine yetişmişti.
“Murat Ağa beyimiz sizinle görüşmek ister. Eğer bir işiniz yoksa ikindi kahvesini
kendisiyle içmenizi arzu ediyor.”
Murat
başını sallayıp, “Eh madem öyle murat etti beyimiz gidelim. Benim için şereftir.
Ha başka kimse olacak mı?” dedi merakını gizleyerek.
“Yok!”
dedi subaşı.. “Sizinle baş başa görüşecek.. dün
geceden beri size muhabbeti oldukça arttı beyimizin. Ve hatta kendi
kendine hayıflanıp durdu meğer bir sadık yaren varmış o da Murat bey.. bunca
zaman niye ihmal etmişim.. niye görememişim böyle meziyetli birini, deyip
durdu.”
Murat
bey tebessüm ederek:
“İltifat
etmişler.. gidelim bakalım.. ha Subaşı Hamza beyimiz niye gelmedi huzura..
rahatsız falan olmasın!” dedi
Dudak
büküp başını salladı Subaşı:
“Valla beyim benim de bir malumatım yok..
kahyası ile gecikeceğini bildirmişti ama niye gelmedi bir bilgim yok..”
“Hasta olmasın!”
“Sanmam..
öyle olsa haber verirdi.. nasılsa öğrenirim!”
Konağa
doğru yürüdüler. Sancak Beyi has odada
kendisini bekliyordu. Yalnızdı. İçeri girince kendisine doğru gülerek yürüdü.
Sağ elini iki eliyle kavradı:
“Ne iyi
ettin de geldin! Beni kırmadığın için ne kadar teşekkür etsem azdır!”
Murat
saygı ile eğildi:
“Aman beyimiz kulunuzu şımartıyorsunuz.. siz
emrettiniz bize icabet etmek düşerdi.. biz de bize düşeni yaptık.”
“Hep böyle saygılısındır.. gıpta etmiyorum
desem yalan olur.. buyur şöyle pencere önündeki kerevete oturalım..”
Pencere
önünde karşılıklı oturdular. İki nargile hazırlatmıştı Rıfat bey. Murat
pencereden dışarı baktı. Şehir gözleri önüne serilmişti. Hoş bir manzaraydı.
Rıfat Bey:
“Güneşin doğuşunu batışını izlemek hoşuma
gidiyor.. o yüzden buraya böylesi bir kerevet yaptırdım. Ne zaman içim daralsa
kendimi buraya atarım. Buyur nargile sönmesin..” dedi.
Mahcup
tavırlarla nargileye uzandı marpucu eline aldı Murat. Rıfat Bey’in sipsiyi
ağzına götürmesini dumanı dışarı üflemesini bekledi. Rıfat’ı böylesine aciz
görmemişti Murat.
“Sizi
böylesine sıkkın görmemiştim beyim!” diye merakla sordu. Beyin cevaplamasını
beklemeden sürdürdü konuşmasını “Umarım hanede sıhhatle ilgili bir husus
değildir sıkıntınızı sebebi..”
Rıfat
bey başını dışarı çevirip ufka baktı. Derin bir nefes çekip Murat’a döndü.
“Şükür
mü demeli.. başka şey mi demeli bilmem amma hanemizde sıhhat ile ilgili bir
derdimiz yok.. gel gör ki durum ortada. Akıl sıhhatimiz bir kuş gibi uçmak
üzere!”
“Aman
Allah korusun beyimiz.. dünya dertleri çabuk geçer.. mutlak bir hal yolu
bulunur.”
“Bulunur elbet.. elbet bulunur.. aha işte
huzurda gördün.. Beylerbeyinin payitahtın gözleri üzerimizde.. sadece gözleri
üzerimizde olsa iyi.. Allah inandırsın ben yağlı ilmeği boynumda hisseder oldum
şu Kiziroğlu eşkıyası yüzünden..”
“Siz
güçlü kuvvetli birisiniz beyim.. ne vartalar atlattınız.. daha neleri de
karşılayacak güçtesiniz..” dedi, derin bir nefes çekip dumanı aşağı doğru
üfledi.
Rıfat
bey marpucu kucağında tutmuş dalıp gitmişti.
“Beni
sınıyor!” olmalı diye geçirdi içinden Murat. Böylesine kapıp koy verdiği
görülmüş şey değildi.
“Bence huzurda olan büyütülecek bir şey değil.
Yeni kadımız duyduğum kadarıyla hakkaniyetli biri imiş.. hem narh olayı bence
beyliğinizi onun gözünde oldukça yüceltmiştir. Dedikodulara kulak asacak biri
gibi gelmedi bana.”
“Bilmem.. bu adam geldiğinden beri sen de
farkındasındır baldırı çıplaklarla haşir neşir.. mutlak onu buraya gönderenler
sadece kadılık yapsın diye göndermemişlerdir. Besbelli bir şeylerden
şüpheleniliyor.. Allah için şüphelenilecek neyimiz var..” dedi ve sustu.
Murat
ağırdan alıp herhangi bir şey söylememiş, başını sallamakla yetinmişti.
Rıfat’ın daha da açılıp saçılmasını böylece eline epey koz geçmesini umuyordu.
“Bir şey
demedin Murat ağa.. dalıp gittin!” sözleriyle güya daldığı düşüncelerden
sıyrıldı ve:
“Evvelki
kadının Kiziroğlu’nun aveneleri tarafından öldürüldüğüne dair yeterli kanıtlar
sunamayışımızın birilerini işkillendirmiş olması muhtemel..” dedi. “Ama yine de
hem alaybeyinin hem subaşının, hem dizdarın kesin kanaatleri böylesi bir
şüphenin yaşamasına manidir. Bence tasalanmamalısınız. Kadı’nın katlinden en
fazla fayda bulan Kiziroğlu olmuştur. Böyle olduğunu görmeyenin gözü kör
demektir. Bence kadı için fazla tasalanmayın.. ben Bodur Hamza’nın bir
densizlik yapmasından çekiniyorum.”
Susup
Rıfat’ın tepkisini görmeyi bekledi. Bibisinin oğluna toz konduracak mıydı
acaba? Bakıştılar.
“Hiç dertlenme Murat Ağa” dedi Rıfat Bey. “O
ahmağı ciddiye bile alma!”
“Bugün
huzura niye gelmedi.. bir delilik edip yaralı yılana saldırmaya kalkarsa
büsbütün azdırırız. Bence bir süre suyundan gitmeli. Bak şu narh işi
Kiziroğlu’nun da kulağına gidecek ve bir süre bizimle uğraşmayacaktır. Ne de
olsa yaptıkları bütün işlerin tebaanın yoksulları için olduğunu işler durur. Bu
narh işi bence çok güzel düşünülmüş yapılmıştır. Bize soluk aldıracaktır. Ama
gelgelelim Bodur Hamza bu işi bozacak diye bir his var içimde.”
“Bir
bildiğin mi var hele açık de Murat ağa!” dedi gözlerini belertip.
“Huzura
gelirken uzaktan gördüm Hamza’yı on beş yirmi kadar atlı ile kizire doğru
gidiyordu.”
“Bak a
ahmağa.. dediğin doğru. Subaşıyı peşi sıra yollarım.. biz ne yapacağız Murat
ağa.. böyle daha ne kadar bekleyeceğiz?”
“Destur verirseniz benim bir planım var. Onu
uygulayalım.” diye cevapladı Rıfat’ı.
Rıfat
sevinçle:
“De hele
Murat ağa.. de hele.. aklı başında bir insanla konuşmak içini ferahlatıyor
insanın.” dedi.
“İltifat
ediyorsunuz beyim. Şimdi ben diyorum ki sizin halayık Şehrinazı çaşıtlık
suçundan suçlayıp idam kararı veriniz.”
Rıfat
öfkeyle ayağa fırladı:
“Ne.. Şehrinaz çaşıt mı? Vay melun karı!”
Hemen
atıldı Döngel Murat:
“Tövbe beyim.. kızcağızın bir günahı yoktur.
Kumpas için. Siz güya çaşıt diye suçlayacak idamına hükmedeceksiniz ben aracı
olup idamdan sizi vazgeçirmiş olacağım. Tabi siz Şehrinaz’ı kapı dışarı
edeceksiniz. Hatta bana vereceksiniz gözüm üzerinde olsun diye. Ben de
Şehrinaz’ı kızım Aysema’nın hizmetine vereceğim. Ve Aysema’nın Kiziroğluna
kaçmasını sağlayacağım. Şehrinaz’la birlikte kaçacaklar. Bunu Şehrinaz
ayarlayacak. Böylece ikisi birlikte kurdun inine girecek. Ve Şehrinaz
Kiziroğlunu zehirleyecek.”
“İyi de
Şehrinaz bakalım kabul edecek mi?”
“Ben
ağzını yoklatmıştım.. bu plana sadık kalacaktır. Dediklerimizi harfiyen
yapacaktır.”
Sustular.
Nargilenin fokurtusu egemen olmuştu odaya. Rıfat batmaya durmuş güneşe baktı.
Bu
hinoğlu hin acaba kendisi için ne planlar yapmıştır, yapıyordur kim bilir, diye
düşünüyordu. “Bu adamın elinden ab-ı hayat bile içmem!” diye iç geçirdi.
“Sen bu
zehir işine iyiden iyiye takmışsın be Murat ağa!” dedi mırıltıyla başını
çevirmeden.
Murat
omuzlarını silkti:
“Şimdilik
başka bir yol aklıma gelmiyor. Kiziroğlu denen eşkıya ne cengâverleri sırt üstü
yıktı. Kimini kendine ram etti, kiminin cendeğini yuvarladı bir hendeğe..
bunları Zatıaliniz de biliyor. Onun yanına sokulmadan alt edecek bir yol aklıma
gelmiyor.. hoş bir başka planım da var ya.. o bu plan işlemezse devreye
sokabiliriz. Amma biraz tehlikeli!”
Rıfat
bey merakla sordu:
“Nasıl
bir plan.. hele anlat!”
“Dedim
ya biraz tehlikeli.. malum bolu taraflarında da Köroğlu namlı bir eşkıya
vardır. O dahi baldırı çıplakların hakkını savunduğunu ilan etmiş, bolu
sancağına eşrafına kök söktürür olmuştur. Biz bir hile ile bu iki eşkıyayı
kapıştırıp ikisinden de kurtuluruz, diye
kuruyorum.”
“Nasıl
kapıştıracağız.. dediğin gibi pek tehlikeli.. ikisi bir olup üstümüze gelirse
Allah mahfaza..”
Murat
tehlikeli olduğunun kendisinin de farkında olduğunu belirtti. Ama bu iki
eşkıyayı kapıştırmanın pek kolay olacağını iddia etti.
“Beyim..” dedi Döngel Murat. “Köroğlu’na güya
Susuz halkından bir temsilci göndereceğiz. Aklıma gelen sizin seyis Serdar.
Niye dersen bu sizin seyisin babası Babür Köroğlu’nun babasının ahbabıydı
sanırım. Malum Köroğlu denen eşkıyanın babası Deli Yusuf da bir at
yetiştiricisiydi. Zaman zaman bizim buralara da gelirdi at için. Geldiğinde de
herhangi bir hana uğramaz doğrudan Babür’e konuk olurdu. Beylere eşrafa selam
vermez cıbılın kabadayısı, delinin tekiydi bu Yusuf seyis. İyi hatırlıyorum bir
gelişinde oğlu Ruşen Ali’yi de getirmişti. Ben o sıralar Babür ile bir atın
terbiyesi üzerinde çalışıyordum. O zaman gördüydüm şimdiki Köroğlu namlı
veledi. Babür’ün oğlu Serdar ile güreşip dururlar, çayır da bayırda oradan
oraya atlayıp zıplarlardı. Demem o ki Köroğlu Serdar’ı tanıyıp bildiğinden
ilettiklerimizin doğrulundan şüpheye düşmez. Dolayısıyla Susuz temsilcisi
olarak Serdarı göndermekle isabet etmiş oluruz, diye düşünüyorum. Göndereceğimiz
nâmede birçok insanın parmak izi de olur. Bir an önce Susuz’a gelmesini
isteriz. Nameye, Kiziroğlu denen bir namerdin türediğini, bu türedinin dağlarda
padişahlığa kalkıştığını, aldığı haraca vergi deyip bunu da zenginlerden
güçlülerden değil fakir-fukaradan garip-gurabadan aldığını yazarız. Bu
eşkıyanın halka eylediği zulmün arş-ı alaya ulaştığını, bu hali ne Sancak
beyinin ne Beylerbeyliğinin umursamadığına inandırdık mı iş tamamdır. Gerisi
çorap söküğü gibi gelir. Duyduğum bildiğim kadarıyla Köroğlu namlı eşkıya da
yiğitlik merakına pek kaptırmıştır kendini. Ben derim ki o halktan sandığı
nameyi aldı mı soluğu belki de yalnız başına burada alacaktır. Hem bütün
maiyetiyle buraya gelmesi akla yatkın değildir. İni Çamlıbel’i hepten sahipsiz
bırakamaz. Dedim ya öyle umuyorum ki yalnız başına belki bir iki kişiyle buraya
gelir. Buraya geldi de mi kapışmaları kaçınılmaz olur. Kiziroğlu’na da adı sanı
belirsiz bir eşkıyanın türediğini halkı haraca bağladığını işleriz ki bu kolay.
Kolaylığı o eşkıyanın yaptığı şeyleri kendimizin yapıp onun üzerine atmamız
olacak. Ne Kiziroğlu Köroğlu’nu tanır ne de Köroğlu Kiziroğlu’nu. Böylece
ikisini kapıştırırız. Onları kapıştırdık mı ikisinden biri değil ikisi de harap
olacaktır. Birbirlerini öldüremeseler bile ağır yaralayacaklardır. Biz dahi bu
durumda tepelerine biner ikisinden de kurtuluruz. Böylece olunca da hem bu baş
belasından kurtuluruz hem payitahtın mazhariyetine kavuşuruz.” diye ballandıra
ballandıra anlattı, şimdilik ilk planı devreye sokmalarının daha akıllıca
olduğunu belirtip birkaç gün sonra başlamalarını teklif etti.
Rıfat
Bey her iki plana da hayran kalmıştı. Utanmasa zil takıp oynamaya başlayacaktı.
Sevinçle Murat’ın ellerine sarılıp:
“Tamam! Dediğin gibi hele ilkini bir
oynayalım.. tehlikeli olsa da ben ikinci kumpası daha bir tuttum!” dedi göz
kırparak.
Şehrinazı
çağırtıp kendisinden yapmasını istedikleri şeyleri bir bir anlattı Murat. Rıfat
bey Şehrinaz’a bu konuda diline hakim olmasını, eğer boşboğazlık ederse hem
kendisinin hem de koca karı ana-babasının canının yanacağını, canları yanmakla
kalmayıp ibreti alem için meydanda başlarını kazığa vurulacağını belirtti. Ama
görevi bihakkın yerine getirirse yedi sülalesinin ihya olacağını hem mala hem
mevkie kavuşacakların vadetti.
Şehrinaz
bütün anlatılanları can kulağıyla dinlemiş ve sonra destur alarak, “Bugüne
kadar nasıl canı gönülden hizmet ettiğime beyimiz dahi şahitlik eder. Gözünüz
arkada kalmasın. Bu işi bilmiş olun! Ser verip sır vermem Beyim!” demişti.
Murat:
“Haftaya cumaya kadar tebaanın kulağına beyin
konağında bir çaşıt bulunduğu, bu çaşıdın da kuvvetle muhtemel Şehrinaz olduğu
fısıldansın. Cuma günü de idam kararı verildiği ilan edilsin.. ondan gerisi
tamamdır.”
“Tamam..
kararlaştırıldığı gibi olacak.. Kızım
Şehrinaz sen gidebilirsin!” dedi Rıfat.
Kız
çıkarken Murat ta ayağa kalkmıştı:
“Hayrola
sen niye kalktın Murat ağa? Akşam yemeğini birlikte yerdik!”
“Şeref duyarım beyim.. ancak eve gidip
hazırlıklara başlıyayım.. bu arada siz de subaşını gönderseniz Bodur Hamza bir
delilik etmeden önün alsanız!” cevabını verdi.
“Tüh ben
onu unuttum bile..”
Has
odadan çıktılar. Turab kapının önünde bekliyordu. Turab’a:
“Turab tez bana Macidi bul.. yok.. söyle Bodur
kizire doğru gidiyormuş, tez varıp önünü alsın! Sen de Murat ağana eşlik et!”
Turab
başını eğip, “Baş üstüne..” dedi. Murat ağanın bir adım gerisinde çıkışa doğru
yürüdüler.
Rıfat
Bey has odaya güneşin batışını izlemenin keyfine koştu.
Puran Tilmiz, 12.09.2013,
Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar