"Türkiye, kendisine mecbur olan bütün oyuncuları poker masasında bırakıp insanlığın yeni lideri olma yolunda kararlı adımlarla ilerliyor."
Putin gibi katil, entrikacı bir KGB ajanını, Obama’nın Suriye’ye askerî müdahale planlarını engellediği ve kendi planını dayattığı için ‘Dünya Lideri’ olarak öne çıkaran küresel medya, insanlığın yüz karası olmaya devam ederken, dünyanın az sayıdaki vicdanlı sesi artık ruhlarındaki ızdıraplarla meşgul. Aklın durduğu ve ikiye ayrıldığı bu çağ elbette geçecek; ama tarih asla bu vahşet konseptini es geçmeyecek.
Obama’nın
saldırıyormuş, Putin’in kaçıyormuş gibi yaptığı, sonra Putin’in geri dönüp Doğu
Akdeniz sularına 14’ten fazla, nükleer savaş başlığı dahil her türlü sofistike
silahla yüklü destroyer ve denizaltı avcısı denizaltılarla dalmasından hemen
sonra, Obama’nın 7 adet destroyerine ek olarak Almanya’nın, Fransa’nın, İtalya’nın,
İngiltere ve Kanada’nın birer ikişer savaş gemisi Kıbrıs’ın Güney açıklarına
demirledi. Kerry ağzından çok çalışıldığı belli olan ‘Esed kimyasal silahlarını
teslim ederse…’ repliğini kaçırdı(!)
Oyun hızlıca
sahneye kondu ve Putin hemen pası alarak liderliğe doğru kanat çırptı. Rusya, İran
ve fino köpeği Esed sevinçle el çırparak zafer kazandıklarını iddia ettiler.
Obama askerî müdahaleden vazgeçmişti. Yeni ‘Dünya Lideri’ kasıla kasıla poz
verirken, mır mır Lavrov ve hoppa Kerry koşar adım Paris’e uçtular. Kerry, Davutoğlu’nu da Paris’e davet etti.
Küstah ve kibirli bir edayla omzuna birkaç kez vurarak onu kucakladı.
Türkiye
bir kez daha askıda bırakılmış olmanın kızgınlığıyla 16 Eylül günü Esed’in bir
helikopterini düşürdü. İki uçaktan birine ve yüzlerce havan mermisi ile
binlerce silah mermisine karşılık sadece bir helikopter düşürmek değildi
mesele. Sıfır Sorun Stratejisinin güçsüz çok fazla işe yaramadığını vahşi dünya
Türkiye’ye öğretmişti ve Türkiye onların oyununa ait sıradan bir hamle yaparak
kendi oyun sahasına ait olmayan refleksler vermişti. Uzaktan görünen Türkiye’nin
korktuğu idi, barış çabası değil. Helikopteri düşürmek barış çabasının değerini göstermeye yarayacaktı.
Üç
yıldır süren Türkiye’yi Suriye’de savaşa sokma stratejisini kullanarak Davutoğlu’nu ve Erdoğan’ı sersemletmeye
çalışan ABD, İsrail, İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya ve İran’ın yaptıkları
derin ve gizli pazarlıklar son Paris anlaşmasıyla iyice açığa çıkmıştı. 21 Ağustos’tan bu yana hemen her gün Esed’e saldıracağını
söyleyen sonra adım adım kongre ayağını, BM kararını, müttefik devletler
(İngiltere, Fransa) desteğini tartışan, tartıştıran Obama zihnindeki şeytan
elmasını hep tekrarlamıştı. “Sınırlı bir operasyon olacak; Esed rejimini
devirmeyeceğiz!”
Esed’in
tüm füzeleri Türkiye’deki İncirlik ve diğer füze rampalarına yöneltilmişti;
Doğu Akdeniz’deki Amerikan, İsrail ve Fransız destroyerlerine değil. Putin, Obama’dan aldığı suffle’la Mersin’deki nükleer santral
inşaatını bölge güvenliğini bahane ederek askıya alacağını duyurarak Türkiye’ye
baskı uygulamaya kalktı.
Türkiye
düşürdüğü helikopterle hepsine birden mesaj verdi. Suudi Arabistan, Katar, BAE,
Ürdün gibi garsoniyer artığı ÖSO destekçisi ülkelerden sadece ilk ikisine bilgi
veren Türkiye, angajman kuralları ile savaş kurallarını birbirinden net bir
şekilde ayırdı ve gerekirse böyle devam edeceğini bütün dünyaya ve özellikle
yeni ‘Dünya Lideri’ Putin’e haber verdi. Putin gibi, önce vurmak sonra da olanları
izlemekti Erdoğan’ın yaptığı…
Yolsuzluk
uzmanı, katliamın genel sekreteri Ban ki-moon, bir türlü açıklanmayan 21
Ağustos’ta Şam/Guta’da kullanılan Kimyasal Silahları Araştırma raporunu, rapor
kendisine sunulmadan açıklayıvermişti; kimyasal başlıklı roketler
kullanılmıştı, ancak kimin kullanıldığı belli değildi. Suçlunun, Esed dışında
bir başkasının olması imkansızken, Obama ile Putin yaptıkları anlaşmayla Esed’in
kimyasal silah kullandığını tescil etmişken yüzsüz genel sekreter hala katilin
adını anmıyordu. Kendisine verilen görev buydu. Çünkü Putin, Esed kimyasal silah kullandıysa müdahaleye onay vereceğini ilan etmişti. Kimyasal silah kullanılmıştı, ama fail belirsizdi raporda. Oyun eksiksiz oynanıyordu.
Yüz on bin
insan öldürülsün diye bekleyenler ve gelecekte kendilerine yönelik kimyasal bir
tehdidi ortadan kaldırmak ve milli silah sayılabilecek kimyasal silahların ÖSO’nun
eline geçmemesi için Esed’in elinden alarak İsrail’i bütün tehditlerden
kurtarıp Suriyelilerin birbirini öldürmesini teşvik edenler, şu anda BMGK’de
gelmiş geçmiş en büyük şeref yoksunu bileşenlerle temsil ediliyorlar. Masumların
kanlarıyla Doğu Akdeniz’de, Mısır’da ve Suriye’de poker oynuyorlar.
Suriye
bütün stratejik savunma silahlarını ve insan kaynağını kaybediyor. Türkiye’nin
genişleyeceği alan bombalarla ve ölülerle dolduruldu. Sıfır Sorun Stratejisini
ağır bir şekilde yaralayanların unutmaması gereken bir şey var; ne yaparlarsa
yapsınlar, kendileri artık medeniyeti ve iyiliği temsil etmiyorlar, insanlık
tarihi onları kaybetmiş ve yok olmuş katiller sürüsü olarak kaydetmeye devam
ediyor.
Şu andan
sonra Türkiye’nin genişlemesi sıçrayarak sürecek. Obama, korkaklığı ve sinsiliği
ile Putin, acımasız katliamlara verdiği destekle insanlığın son kredisini de
tükettiler. BMGK artık sokak çetelerini kollayan tipik mafya konsorsiyumu gibi.
ABD’yi
ve özellikle Cameron’un şahsında İngiltere’yi yüz yıllık çöküşünün sonunda
lağımın dibine gönderen son bir aylık uluslar arası siyaset ya da diplomasi
denen iğrenç tiyatro, artık kendi doğal ölümünü kendi elleriyle hazırlayan
domuz sürüsünün resmî geçidi gibi.
İran
ise, din düşmanı politikalarla İslam coğrafyasından uzakta tutulan Türkiye’nin
yokluğunda ele geçirdiği liderliği tarihin sonuna kadar kaybetti. Türkiye,
Suriye ve Mısır’daki tutarlı, dengeli ve ısrarlı kan ve katliam karşıtı
politikalarıyla tarih ve siyaset felsefesi için insanlık adına saygın
tutanaklar inşa ediyor.
Türkiye,
kendisine mecbur olan bütün oyuncuları poker masasında bırakıp insanlığın yeni
lideri olma yolunda kararlı adımlarla ilerliyor. Bu tarihe geçecek olan bir
başarı hikâyesidir. Kısa ve anlık zaferler, ancak katillerin ömrünü uzatabilir,
ancak Türkiye gibi ülkelerin elde ettikleri uzun soluklu zaferler tarihleri
değiştirir ve milletlerin egemenlik ve medeniyet tekliflerinin ömrünü uzatırlar.
Türkiye,
kan ve gözyaşı ile, ahlaksızlığın her türlü modeli ile dolu dünyayı reddedip
yeni bir teklifle dünyaya fırsat sunuyor.
BMGK’daki domuzların ve onların garsoniyer hizmetkârlarının bunu duyması
ve önemsemesi gerekmiyor. Doğurgan ve yoksul ülkelerin duyması, insanlığın
bilinçaltının buna tepki vermesi yeterli. Bu tepki uzunca bir süredir doğdu ve büyüyor.
Âkil Ağazâde,
Sonsuz Ark, 17.09.2013