"Yeni Denge Hesapları Türkiye'nin, soğuk savaş döneminin aksine "güçlü ve sağlam" bir yapı olarak kabullenilmesi üzerine bina ediliyor."
Birleşik Devletler' in on altı ayrı istihbarat biriminin hazırladığı İran'ın nükleer silaha sahip olmadığını, nükleer silah üretmeyi hedefleyen nükleer çalışmaların 2003'ten beri durdurulduğunu içeren istihbarat raporu, dünya basınına yansıdı. ABD, bir süredir İstihbarat raporlarının "gizlilik" özelliğini ortadan kaldıran uygulamalar yapıyor. Ya da sık sık yaptığı gibi bazı istihbarat raporlarının dünya ile paylaşılmasını, tasarladığı hamleler için gerekli görüyor. Bir süre önce Irak ve Suriye için uyguladığı saldırgan stratejilere benzer bir strateji; ancak bu kez son rapor İran'ı hedef olmaktan çıkaran bir özelliğe sahip. Üstelik, İran'a saldırı olasılığının olasılıktan çıkıp kesine dönüştüğünden, saldırının sadece zamanlama sorunu olduğundan bahseden görüşler havada uçuşurken oldu bu.
Olağanüstü ilginç olan bu durum aslında olayları dikkatle izleyenler için sürpriz değildi. Amerika'nın orta doğu dengeleri adına (Mayıs 2007, Başbakan Mâlikî' nin bürosu, İran ve ABD Irak Büyük elçileri görüşmesi) gizlice anlaştığı İran'la hangi zaman, hangi zemin ve hangi koşullarda "barış çubuğu tüttüreceği" ni merak edenler için son istihbarat raporu bir çok sorunun cevabını verdi. Birleşik Devletler İran'a saldırmaktan vazgeçmişti, ancak neden vazgeçtiğini dünya'ya açıklamak zorundaydı.
ABD daha önceki İran ve Saddam raporları gibi bu raporu da açıklarken yine diplomatik manevralar yapmaktaydı; Uluslararası denetçilerin İran'ı aklayan raporlarını ciddiye almayan, İsrail'in saldırı planlarını önemseyen Birleşik Devletler Yönetimi kendi istihbarat birimlerinin hazırladığı İran'ı aklayan raporu neden manipule etmemişti, neden olduğu gibi açıklamıştı? Ya da hâlihâzırda bu da bir manipulasyon muydu? İsrail'in Kuzey Afrika'nın en batısından Güneydoğu Asya'nın en doğusuna kadar tasarladığı egemenlik rüyalarını ertelemesine neden olacak olan bu raporun açıklanmasının gerçekte amacı neydi?
Birleşik Devletlerin Irak'ta Vietnam benzeri bir sonla karşılaşmasını direniş üzerinde baskı kurarak engelleyen İran, bu büyük yardım karşılığında çok daha büyük iki şey elde etmişti. Bunlardan ilki İsrail'in başlattığı ve körüklediği kendisine yönelik tehditlerin/saldırıların ortadan kalkması, ikincisi; Irak üzerinde kendi egemenliğini sağlamlaştırması.
Rapor'un açıklanmasından sonra Bush yönetiminin raporun bir şeyi değiştirmeyeceğini ifade etmeleri ne anlama geliyordu? Kendi müttefiklerinin tepkilerini mi kontrol etmeyi hedefliyordu yoksa dünya kamuoyunu alıştırmaya yönelik bir açıklama mıydı bu? ABD Savunma Bakanı Gates'in Bahreyn'deki konferansta İran'a karşı körfez ülkelerinin işbirliği yapmalarını önermesi ne demekti? ABD yıllardır gizlice organize ettiği bir şeyi neden açıkça öneriyordu? Bu bir geri çekilme belirtisi, bundan sonra İran'la baş başasınız, demek değil miydi?
Kuşkusuz bu gizli anlaşmayla çok şey değişti. Diplomatik çevrelerin tümünde ABD de yeni bir "vietnam sendromu" oluşturduğuna kesin gözle bakılan, hatta Birleşik Devletler kamuoyunda aynı damgayı yediği kesinleşen "Irak Savaşı", Bush yönetimi için büyük bir bozgun olmaktan çıktı.
Büyük yalanlarla başlayan savaş belli bir süre sonraya ertelenen hesaplar doğrultusunda sona erdi. Petrol paylaşımları bitti, imtiyazlı şirketler belirlendi. İran'a saldırı dönemsel koşullar gereği sonraki bir zamana ertelendi. İran'ın Irak üzerinde söz sahibi olduğu kabul edildi. İsrail'in İran'la ilgili beklentilerinin üzerine de bir şâl örtüldü. Bütün bunlara karşılık Rusya'nın Irak'la ilgili taleplerinin tümü reddedildi. Rus şirketlerinin Saddam Dönemindeki sözleşmelerinin hiçbiri geçerli sayılmadı. ABD çok boyutlu diplomasisiyle İran'a saldırıyı dünya gündeminde tutarken, yaptığı gizli pazarlıklarla İran'la anlaşarak Şangay Beşlisi'ne darbe vurdu.
İran'ı kaybettiğini anlayan Rusya karşı manevralarla AKKA anlaşmasını askıya aldığını duyurdu. Doğu Avrupa semâlarında tatbikatlar yaptı ve en son savaş filosunu Akdeniz'in sıcak sularına gönderme kararı aldı. Büyük oyunu okuyan Vladimir Putin, kendi devlet başkanlığı süresini uzatmanın yollarını aramaya başladı. Bu çerçevede Belarus' la birleşme çalışmalarına hız verdi.
1989'da SSCB'nin çöküşünden sonra Nato yeni hedef olarak "İslam"ı seçtiğini deklâre etmişti; bu hedefini de ABD güdümündeki Müslüman Ülkeleri ürkütmemek için "fundamentalist İslam" olarak perdelemişti. Amerika ve silah üreticisi diğer NATO ülkelerinin ekonomileri, geçen on sekiz yıllık sürede "yeni düşman"a karşı yeterli silahlanmayı sağlayamadıkları için çöküşe geçtiler. İran Rapor'u, Nato'nun on sekiz yıllık hedefinin değiştiğinin, yeni hedef'in SSCB mirasını korumaya çalışan Rusya olduğunun ilanı demek oldu. Bu düşünceyi destekleyen unsurlardan biri, Müslüman olmayan dünya'da oluşturulan "İslâm Düşmanlığı"nı ortadan kaldırmayı hedefleyen uluslararası konferansların artışıdır. İngiltere'de ve Türkiye'de (İstanbul) art arda yapılan konferanslar, İslam düşmanlığını körükleyen diğer aktivitelerin bizzat ABD baskısıyla sona erdirilmesi (Kuzey Avrupa, Avustralya ve Kanada'daki bazı olaylar), İspanya ve Türkiye eş başkanlığında kurulan BM/ABD destekli diyalog formasyonu vb gibi olgular ve olaylar, yeni düşmanın Rusya olduğuna dair deliller olarak değerlendirilebilir.
Bu arada ABD, kendisine karşı olduğunu ilan eden ülkelerin mübadele aracı olarak dolar'ı terk edecekleri tehdidinden de ince hamlelerle sıyrılmaya çalışıyor. Irak'a saldırarak, diğer ülkelere gözdağı veren ABD düşük faiz ile doları tarihin en düşük seviyesine indirerek dünya ekonomisini kontrol etmeye devam ettiğini vurgulamaktan vazgeçmiyor. Düşük kur tercihiyle kendi ihracatını arttırıyor, yükselen (dört kat artan) petrol fiyatlarıyla kurduğu döngüden karlı çıkmayı başarabiliyor. Oluşturmak istediği iki kutuplu dünya ile de silah sanayinin yeniden canlanmasını planlıyor.
İran'ın son günlerde petrol fiyatlarını euro'ya endekslediğini ilan etmesi de (Irak'ın işgâli ve ABD tehdidi sürerken bu değişikliği neden yapmadığı da merak konusu, oysa Venezuella çok daha önce Saddam ile beraber bunu ilân etmişti), söz edilen ABD politikalarını etkilemeyecek. Zira; Birleşik Devletler için "Dolar Egemenliği'nin Sona Ermesi Riski"kontrol altına alınmış durumda.
Dünya'da yeni dengeler oluşuyor, Irak'ın işgâli bu dengelerin oluşum aşamalarından biriydi. Yeni dengeler içinde İsrail artık bir çıban olamayacak. Son raporun açıkça ifade ettiği gerçeklerden biri de bu. Bundan sonraki aşamalarda İsrail Hükümetleri ABD'nin yeni dünya dengeleri adına dayattığı, ancak kendi stratejistlerinin ve kamuoyunun onaylamadığı bir çok kararı uygulamak zorunda kalacak. Bundan önce de ABD'nin kendi çıkarları için uygun gördüğü adımları atıyordu İsrail.
Yeni dönem İsrail de büyük istikrarsızlıkların arttığı, ekonomisinin çöktüğü, hükümetlerin sık sık değiştiği bir dönem olacak. Sıkı tedbirlerle vatandaşlarının ülkeden kaçışı engellemeye çalışan İsrail bunda başarılı olamayacak. Annapolis'te yapılan toplantı (sanılanın/beklenenin aksine) bundan sonra izlenecek olan rotayı belirlemiş durumda. Zira çok uzun bir süreç sonunda ve zahmetli diplomatik çabalarla yapılan bir toplantıydı Annapolis Toplantısı. Bu toplantıya da İsrail istemeyerek katıldı.İran toplantıdan önce toplantıyı eleştirse de toplantı sonrasında tepkilerini sakladı.
Yeni konseptte Ortadoğu'da savaş öngörülmüyor. Dünya kamuoyu bu konudan yeterince sıkılmış durumda. Irak İşgali işbirlikçi/müttefik birçok ülkede yönetimlerin değişmesine neden oldu. Meşgul olunan "Yeni Düşman" Müslüman Ülkelerdeki baskıcı/totaliter rejimlerin değişmesine de fırsat verecek. Kuzey Afrika'dan Bangladeş'e kadar seçimle gelen hükümetlerce yönetilen Türkiye ve İran dışında başka Müslüman ülke yok.
Türkiye ve İran'daki güçlü hükümetleri bilinen yöntemlerle değiştiremeyen Washington, bu iki ülkedeki özgün durumun önemini azaltmak ve diğer Müslüman ülkelere örnek olmalarını engellemek için kontrollü olarak dikta rejimlerini sona erdirecek. Türkiye ve İran'ın İşbirliğini "reddetmeyerek" onaylayacak ve böylelikle süreci kontrol etmeye devam edecek.
Yeni Denge Hesapları Türkiye'nin, soğuk savaş döneminin aksine "güçlü ve sağlam" bir yapı olarak kabullenilmesi üzerine bina ediliyor. Bunun için de AB'ye üye olmayan, ancak ondan da kopmayan bir sistem içinde tutulması sağlanacak. Fransa ve Almanya'nın ABD ile sıkı işbirliği içinde sık sık dillendirdikleri "imtiyazlı ortaklık" önerisi gittikçe bu sebeple destek buluyor.
Türkiye, açık bir şekilde iki kefeli teraziye dönüştürülecek olan Dünya'nın (güçlü ve zengin) ağırlık merkezi olarak yerini alacak.
Seçkin Deniz, 09.12.2007, Sistematik Analizler 42
Seçkin Deniz Yazıları
Not 1: 2007'deki Rapor: 06.12.2007, Ahmedinecad, Amerikan istihbarat raporu için “İran’ın zaferi” dedi.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, ABD istihbaratının İran’ın nükleer programına ilişkin açıkladığı raporun, “İran’ın büyük güçlere karşı kazandığı zaferin ilanı olduğunu” söyledi. Raporun, “ABD hükümetinin karşılaştığı çıkmaz sokaktan kurtarmak için yayımlandığını” belirten Ahmedinecad, “Ama gerçekte bu rapor, İran halkının zafer bildirisidir. Çok açık bir şekilde, nükleer konuda İran’ın doğru bir yolda ilerlediğini ve haklı olduğunu teyit etmiştir” dedi. ABD istihbarat servisinin “Ulusal İstihbarat Tahmini” raporunda, İran’ın nükleer silah programının uluslararası baskılar sonucunda 2003 yılında durdurulduğu belirtilmişti. Raporda, ABD’nin İran’ın nükleer çalışmaları konusundaki iddiaları abarttığı vurgulanırken, İran’ın 2015’te nükleer silah üretme kapasitesine erişeceği ifade edilmişti.
Rapor dünyada da yankı uyandırdı. Çin’in BM Büyükelçisi Wang Guangya, BM Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir adım atmadan önce Amerikan istihbaratının raporunu gözden geçirmesi gerektiğini söyledi. Raporun, BM’nin İran’a yeni yaptırımlar getirme ihtimalini azalttığını ifade eden Wang, “Artık durum değişti” diye konuştu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, İran’ın nükleer silah geliştirdiğine dair herhangi bir delil olmadığını söyledi. Rapora değinen Lavrov, “İran’ın nükleer askeri programı olmadığına dair bilgiler daha önceden bizim elimizde de vardı. Bu sadece elimizdeki bilgilerin bir kez daha teyit edilmesi oldu” dedi. Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ise Amerikan istihbaratının “İran’ın nükleer silah programını 2003’te durdurduğuna” ilişkin son raporunun, bu ülkenin artık tehdit oluşturmadığı anlamına gelmediğini dile getirdi.
Rapora sayfalarından geniş yer veren İngiliz The Guardian gazetesi de konuyla ilgi farklı bir iddia ortaya attı. Gazete rapordaki bilgilerin, bir süre önce Türkiye’de kaybolan İran Devrim Muhafızı General Ali Rıza Askeri’den alınmış olabileceğini ileri sürdü.
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a357182.aspx
Not 2: 2012'deki Rapor: Los Angeles Times, 25 Şubat 2012, ABD istihbaratı: "İran nükleer silah üretmiyor"
ABD'li
ve İsrailli yetkililer kamuoyu önünde İran'ın nükleer programını durdurmak için
askeri müdahalede bulunulabileceğinden söz ediyorlar ancak bir noktayı
atlıyorlar: ABD istihbarat örgütleri İran'ın atom bombası yapmaya çalıştığına
inanmıyor. Geçtiğimiz
yıl ABD'li üst düzey yetkililere dağıtılan "çok gizli" ibareli bir
rapor 2003 yılında İran'ın nükleer silah üretmekten vazgeçtiği görüşünü
taşıyor. Aynı görüşe 2007 yılındaki bir diğer istihbarat raporunda da yer
verilmişti. Son rapor ABD'nin 16 istihbarat örgütünün onayını taşıyor.
İran'ın
uranyumu zenginleştirme çalışmalarının sürdüğü görüşüne yer verilen raporda,
ancak bunun Tahran'ın aktif olarak silah üretme çalışmaları içinde olduğu
kanaatine neden olmaması gerektiği ifade ediliyor. Üst
düzey ABD'li yetkililer İsrail'in temel istihbaratı reddettiğini ve analiz
yeteneğinden mahrum olduğunu düşünüyor.İsrail
yönetimi ise ABD'yi İran'a karşı bir askeri operasyon için zorluyor. Nükleer
silah üretme kapasitesine sahip olduğunu düşündükleri İran'ı bir tehdit olarak
görüyorlar. Bazı İsrailli yetkililer İran'ı çok geç olmadan durdurmak için
askeri bir müdahale seçeneğini gündeme getiriyor.
Uluslararası
Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), geçtiğimiz Kasım ayında İran'ın nükleer silah
geliştirmeye çalıştığına dair "derin kaygılarını" ifade eden bir
rapor yayınlamış, ancak kesin kanıt sunamamıştı. İran, nükleer faaliyetlerini
tıbbi araştırmalar için sürdürdüğünü belirtiyor. Ulusal
İstihbarat Servisi Başkanı James R. Clapper, geçtiğimiz hafta ABD Senatosu'nun
Silahlı Kuvvetler Komisyonu'nda yaptığı konuşmada, İran yönetiminin nükleer
silah yapmaktan uzakta olduğunu belirtmişti. CIA
Başkanı David H. Petraus ise Senato'ya İran'ın elindeki uranyumu yüzde 20
saflığa kadar zenginleştirdiğini söylemişti. Uranyum, yüzde 90 saflığa kadar
zenginleştirildiğinde nükleer silahlarda kullanılabiliyor.
Bilim ve
Ulusal Güvenlik Enstitüsü Başkanı David Albright da ABD'li casusların İran'ın
nükleer silah yapmakta olduğuna dair herhangi bir kanıta ulaşamadıklarını ifade
etmişti.
Not 3: Jeremy
Bowen, BBC,
Orta Doğu Editörü, 25 EYLÜL 2013: İran: Ruhani'nin yeni tonu, Batı ile eski ayrılıklar
Orta
Doğu'da İran ile Amerika ve Batı arasında gerçek bir diyaloğa ihtiyaç var.
Bunun gerçekleşip gerçekleşmemesi ise ayrı bir konu. Hasan
Ruhani'nin İran'ın tıklayın yeni Cumhurbaşkanı seçilmesi, Tahran ile Washington
arasında 30 yıldır işlevsiz olan ilişkinin gelişmesi yönünde beklentileri
arttırdı. Obama ile Ruhani karşılıklı kibar mesajlar verdi.
Orta
Doğu'nun, son yıllarda belirginleşen derin fay hattı nedeniyle Batı ile İran
arasında diyaloga ihtiyacı var. Bu, bölgede İran'ı destekleyen ülkelerle ABD'yi
destekleyen ülkeler arasındaki fay hattı. Amerika
ve müttefiklerinin 2003'te Irak'ı işgali ile bu hat daha da derinleşti. En
büyük bölgesel düşmanı olan Saddam Hüseyin'in devrilmesiyle İran'ın stratejik
konumu güçlendi.