Kiziroğlu Mustafa Bey
-4-
Turab, Murat ağayı geçirdikten sonra Subaşı Macit’i
aradı. Seyis odalarından birinde Macit’i Piç Serdar’la kafa kafaya vermiş
fısıldayarak konuşuyorlarken buldu. Parmak uçlarına basarak iyice yaklaştı. Ne
konuştukları pek anlaşılmıyordu, ama bir iki kez yeni Kadı Cemalettin’in adını duymuştu.
“Yine bir kumpas kurdukları besbelli” diye iç
geçirdi Turab. Keşke konuşmaların tümünü duyabilseydi. Ama Çıfıtlar oldukça
tedbirliydi. Usulca sindiği yerden doğrulup öksürdü. Macit ve Serdar susup
uzaklaştılar. “Bak Serdar usta.. atların durumu beyin hiç hoşuna gitmiyor..
bakımlarını ihmal mi ediyorsunuz nedir? Ayağınızı denk alın!” dedi. Çıkışa
doğru yürüdü. Turab ile karşılaştı.
“Sen miydin Turab.. hayırdır?”
“Beyimiz derhal kizire doğru yola çıkmanızı Hamza
Ağanın yolunu çevirmenizi buyurdu. Murat ağa, Hamza ağanın on beş yirmi atlı
ile kizire doğru gittiğini görmüş..”
“Çok oldu mu?”
“Valla Beyim bir yarım saat olmuştur sizi buluşum.”
Subaşı Macit başını salladı.
“Baksana hava kararmaya durdu. Ben varıncaya kadar o
gideceği yere çoktan varır. Hele ben beyin yanına varayım..” deyip koşarak
konağa doğru yürüdü.
Sancak beyini has odada buldu. Olan biteni anlattı.
Huzurdan çıkışta kadı efendiyi takip ettirmiş, her adımını, her halini
gözetletmişti. Kadı Cemalettin ikindi
namazından sonra huzura çıkan esnaf temsilcileriyle bir süre sohbet etmiş.
Onlardan ayrıldıktan sonra evine gitmiş, bir süre sonra da evinden çıkıp on beş
değnek vurulan değirmencinin damadının evine varmış epey bir süre yanlarında
kalmıştı.
Anlatılanları can kulağıyla dinleyen Sancak beyi
renkten renge girmiş avurtları şişirip odada bir aşağı bir yukarı öfkeyle
dolaşmıştı.
“Belliydi..” dedi Sancak Beyi. “Bu da başımıza bela
olacak.. hayır ikinci bir ölümü payitahta nasıl anlatırız? Bu kere olmaz.. hele
bir akıl ver bunun önün nasıl alırız Macit? Bir kaza geçirip ölse bile
anlatamayız.. mendebur eceliyle ölse.. hoş bu da çare değil.. evvelki öldü de
ne oldu? Ne geçti elimize.. eskisinden daha şüpheci bir kadımız oldu.. hadi
bakalım..”
Başı önünde heykel gibi duran Macit istifini
bozmadan:
“Henüz kadı için bir şeyler yapmayı düşünmek bence
erken.. ben onun bizim yanımıza geçeceğini düşünüyorum.. azledilen Sadrettin
Efendi gibi bizden yana olacak sanki..” dedi.
Dudak büküp hayret dolu bir sesle konuşmaya başladı
Sancak Beyi:
“Bunu da nereden çıkardın? Hem bizden yana olacak
biri ne diye baldırı çıplaklar ile düşüp kalksın? Al işte değirmenci Yusuf’un
damadının yanında işi ne? Duyduğun bir şey mi var da böyle şeyler kurarsın?”
“Hayır!” diye cevapladı Subaşı. “Ama sanki Sadrettin
Efendi’nin azlinde kimlerin rolü olduğunu araştırır gibi sorular sormuş
esnafa.. sorduğu sorular hep Sadrettin Efendi’nin yapıp ettikleriyle ilgiymiş..
siz buradan ne çıkarırsınız? Hadi eşkıyanın katlettiği Mahmut Efendiyi sorsa
bir parça anlarım.. niye azledileni soruşturur ki bir insan? Bence milletin
ağzını arıyor.. onu azlettiren baldırı çıplakların bir şekilde ulaştırdıkları
şikâyetler değil mi? Bizim yanımıza geçmeden evvel kimin ne mal olduğunu öğrenmek
ister gibi bir hava sezdim.”
Sancak Beyi kısa sakalını sıvazladı. Bir süre sessiz
kaldılar.
“Olabilir be Macit yiğidim.. bu iyi bir haber.. ama
gözden kaçırmayasın! Zinhar temkini elden bırakmayalım.. Turab seni görmedi mi?
Bizim bibi oğlu, o ahmak yine bir haltlar karıştırmaya niyetli galiba.. Döngel
iti Bodur’un birkaç atlıyla kizire doğru gittiğini görmüş.. yetişip önün almanı
istemiştim.”
Subaşı:
“Turab’la
rastlaştık.. ama Hamza bey çok yol aldığı için vazgeçip Kadı efendinin durumunu
anlatayım istedim.. ama isterseniz şimdide yola çıkabilirim..”
“Gerek yok.. dediğin gibi bir hayli geç oldu.. ok
yaydan çıktı. Bu arada Murat ile yeni bir kumpas kurduk. Bizim Şehrinaz’ın
çaşıt olduğunu esnafa çıtlat.. Kiziroğlu’nun çaşıdı diye hemen herkes
işitsin..”
Büyük bir şaşkınlık içine düşen Subaşı hayret nidası
koparıp “Essah mı beyimiz?” diye sordu. “Döngel nasıl öğrenmiş onun çaşıt
olduğunu?”
Sancak Beyi gülümsedi elini Subaşının omuzuna atıp:
“Yok be yiğidim öyle değil.. Şehrinaz ile de
konuştuk. Güya çaşıt o imiş.. öğrenmişiz. İdamına hükmedeceğim. Araya Döngel
Murat girecek. Ricacı olacak. Pahasını verip satın alacak. Kızının hizmetine
verecek. Şehrinaz Döngel’in kızını şişirip Kiziroğluna kaçmasını sağlayacak.
Tabii kendisi de onunla gidecek. Kurdun inine girmiş olacağız böylelikle. Sonra
da Şehrinaz yavaş yavaş zehirleyecek eşkıyayı. Ateşli hummadan geberip
gidecek.. biz de böylece kurtulmuş olacağız. Nasıl?” dedi.
Sancak Beyini ağzı açık dinleyen Subaşı dudaklarını
büküp, “Vallah iblisin aklına gelmez.. pek müthiş bir kumpas. Allah vere de bir
terslik olmaya..” karşılığını verdi.
Kendinden emin Sancak Beyi omuz silkip, “Ne terslik
olacak ki? Şehrinaz sen ben ve Döngel Murat’tan başka bilen yok. Yani
saççaktaki perimiz duymadıkça terso durum yok.. eğer çaşıt Şehrinaz değilse..
ki değil. Gözünü öyle bir korkuttum, içine öyle bir sevinç ektim ki..” gülerek
“Yoksa çaşıt sen misin?” deyip Subaşının omuzunu silkeledi.
Subaşı başını eğip omuzlarını düşürdü yutkunarak,
“Aman beyim.. sabaha çıkmayayım..” yanıtını verdi. Sancak beyi Subaşının
getirdiği haberle şakalaşacak kadar keyiflenmişti. İki eliyle Subaşının
omuzlarını tutup sarstı:
“Yarenlikten
de anlamıyorsun be Subaşı.. kendimden şüphe ederim senden etmem.. artık git
istirahat et.. bugün iyi iş çıkardın!”
Subaşı eğilip selam verdi. Has odadan çıkarken
Sancak Beyi sordu:
“Ha.. bizim haytadan haber var mı?”
Sancak Beyi’nin hayta dediği oğlu Şeref’ti.
Babasının bütün ısrarlarına, azarlamalarına karşın devlet işleriyle ilgilenmez
işret alemlerinde gününü gün ederdi. Subaşı, Şeref’in birkaç arkadaşıyla dere
kenarında çadır kurduğunu çengi oynatıp alem yaptıklarını söylese miydi, diye
düşünmüş.. başını sallayıp düşüncesinden vazgeçmişti. Günler sonra ilk kez beyi
keyiflenmişti. Ne alemi vardı bu keyfi bozmaya..
“Yok beyim belki beylerbeyliğine gitmiştir. Evvelki
gün birkaç arkadaşıyla konuşurlarken çalınmıştı kulağıma. Herhangi bir maraza
yoktur.” deyip dışarı çıktı, kapıyı kapattı. Turab’la burun buruna geldi. Bir
süre birbirlerine imalı imalı baktılar Turab’la. Turab, has odaya girdi.
Subaşı başını salladı uzun loş koridorda düşünceli
adımlarla yürüdü. “Bu kösede bir iş var!” diye geçirdi içinden. Neredeyse hemen
her defasında birden karşısında bitiyordu bu adam. Hiç renk vermeyen bir yüzle,
küstahça bir gülüşle aniden ortaya çıkışları bunca zaman nasıl olur da
dikkatimi çekmedi, diye düşündü. Kösenin ağzını aramaya karar verdi. Yana
yakıla aradıkları çaşıt olabilirdi. Ya da beyin kendisi için görevlendirdiği
casustu. Bey zaman zaman kendi gölgesinden bile kuşkuya kapılacak kadar kuşkucu
bir kimliğe bürünen ilginç biriydi. Yine kuşkuların cenderesine düştüğü bir
anın da kendisini takiple görevlendirmiş olması hiç de yabana atılır bir
ihtimal değildi. “Her ne halt ise! Bu herife bir yoklama çekmek farz oldu!
Meymenetsiz de tam bir muhbir suratı var..” diye geçirdi içinden. Avluda çıkış kapısına yakın kemerin altında
Turab’ı beklemeye koyuldu. Geceydi. Turab da birazdan istirahata çekilecekti.
Baharın ilk günleriydi. Tatlı bir serinlik vardı.
Hafiften bir rüzgâr esiyor birkaç gün önce delice yağan yağmurla dirilen
toprağın insanı sarhoş eden o kokusunu oradan oraya sürüklüyordu. Gökyüzünde
tek tük bulutlar vardı. Yarım ay bütün haşmetiyle yeryüzünü aydınlatıyordu. “Şu
deli oğlanın yanında olmak vardı!” dedi kendi kendin Subaşı. Ama Turab’ı çözümleme
işi daha önemliydi. Konağın iç kapısı açıldı. Elinde idare bir gölge bulunduğu
yöne doğru geliyordu. Bu Turab’dı. Subaşı kemeri sırtlayan sütunun arkasına
kıvrıldı yavaşça. Bu melun muhbir doğrudan odasına mı gidecekti, başka bir yere
mi? “Keşke odasına gitmese!” diye fısıldadı. “Konaktan çıksa doğruca eşkıya
muhbirlerinden birinin evine varsa.. ben de suçüstü kıskıvrak yakalasam!” diye
düşündü.
Turab doğruca odasına yönelmişti. Hemen fırladı
yerinden. Duyulur-duyulmaz bir sesle seslendi:
“Hey Turab ağa.. Turab ağa!”
Turab durdu. Kim olduğunu anladığı halde tanımamış
gibi yaparak, “Destur.. kim o!” Subaşı bir adım önünde durmuş “Aman Turab’ım..
benim Macit.. görende bugün tanışmışız sanacak.. bugün tanışmışız da
unutulmuşuz.. yapma be Ağam!”
Turab sahte bir kaygıyla “Aman Macit bey.. bir uşağa
ağa ağa diye seslenilince şaşırdım.. eh gözlerim de bu karanlıkta adam seçecek
çağı çoktan geçti.. hayırdır beyim bir emriniz mi vardı?” dedi.
Subaşı, Turab’ın koluna girdi.
“Ne emrim olacak.. can sıkıntısı.. ev beylerbeyinde
akrabaları ziyaret gitti. Ben yalnız kaldım.. şu güzel gecede dertleşecek,
yarenleşecek kimim kimsem yok.. beyin yanına gitmeden önce düşünüp taşınmış ne
edeceğime karar verememiştim. Çıktığımda seninle karşılaşınca hah dedim.. Turab
bilgedir, sohbetine doyum olmaz.. onunla biraz sohbet edeyim!”
Turab, Subaşı’nın kolundan sıyrılıp, “Aman beyim..
benim gibi bir uşağın sohbetinden ne çıkar.. benimle eğlenmeyin!”dedi. Subaşı
ısrarla koluna girdi.
“Hadi hadi.. geçen de Şeref Beyimle sohbetinize
şahit olmuştum.. laf aramızda sohbetiniz hoşuma gitmiş, azıcık kulak misafiri
olmuştum.. yani biz Beyoğlu değiliz diye mi? Bu yüzden mi bizim fakirhaneye
konuk olmayı istemezsin?”
Turab, Subaşıdan kurtulamayacağını anlamıştı. Bu
iblis aklından ne geçiriyordu. Son bir gayretle, “Ah beyimiz o nasıl söz.. beni
yaralıyorsunuz.. ben hangi gece ne zaman ayrılmışım ki beyin konağından.. hangi
saat beni çağıracak belli olmaz. Bir bakarsın şimdi bir haber gönderirler.. her
an hazır olmak benim işim.” dedi.
Subaşı kızgınlığını belli etti:
“Yeter
nazlandın be köse.. bey çağırtsa bile benimle olduğunu öğrendiğinde hiç bir şey
demez. Beyin yanındaki yerimizi bilmez misin? Yalnızım arkadaşlığını istedim
hepsi bu!”
Turab, “Eh madem öyledir!” dedi. “Madem
emredersiniz.. müsaade edin şu idareyi odama bırakıp, ufak tefek bir iki işim
var onları yapıp geleyim..”
“Tamam.. ha burada kapı önünde bekliyorum!” dedi.
Turab bir şey söylemeden odasına girdi. Kapıyı aralık bırakıp gözden kayboldu.
Subaşı bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı. Bir
uşak parçasının kapısı önünde beklediğini bir gören olsa tefe kor dünya aleme
duyurulup rezil edilirdi. Etrafına bakındı. Kimse yoktu elbet. Beyin konağında
iç avluda kim olacaktı, kendisini kim gözetleyecekti? Uşak parçasının bu
yaptığının hesabını elbet bir gün sorardı. Eğer beyin casusu değilse.. bu
Allah’ın belası şüphe nereden de gelip yer etmişti içine? Bey ne diye kendisini
takip ettirsin ki? Ne falsosu olmuştu ki? Allah için beyine sadık olmadığını
kim söyleyebilirdi ki? Ama bu Şehreminoğlu Rıfat’tı ve sağı solu pek te belli
olmazdı. Bunu biliyordu. Birçok kereler buna şahit olmuştu. Öz oğlunu bile
takip ettiren, öz oğlunun bile peşine casuslar takan biri ne yapmazdı ki? “Yok
yok..” dedi kendi kendine. Birkaç ay öncesine kadar Piç Serdar’dan kapıldığı
şüpheyi düşündü. Ne yersiz bir şüphe olduğunu anlamış o günden sonra da
Kiziroğlu’nun muhbirlerinin peşine takmıştı Serdar’ı. Şimdi de Turab! Başını salladı.
“Beye şüpheci derim.. ondan aşağı kalır yanım yok..” diye düşündü. “İblis
nerede kaldı.”
Konağın açılan iç kapısının sesi ile durdu kapıya
doğru baktı. Bir kadın silueti belirdi. Kadın bir elinde idare Turab’ın odasına
doğru geliyordu. Sol eliyle de yaşmağını tutmuştu. Subaşı saklanacak bir yer
bulamamıştı. O da Turab’ın odasına doğru yürüyormuş gibi yaptı. Gelen
Şehrinaz’dı. Subaşını görünce, “Destur.. beyim siz miydiniz?” diye sordu.
Subaşı, “Benim Şehrinaz hanım Turab’a Şeref Bey’le ilgili bir şeyler
soracaktım.. hayırdır siz ne için geldiniz?” cevabını verdi.
Turab kapıda belirmişti. Şehrinaz Turab’a bakarak,
“Beyimiz Turabı çağırmamı istedi.” Turab rahat bir nefes aldı. “Hemen geliyorum
Şehrinaz!” dedi. Kapısını kapayıp Şehrinaz’ın peşinden koşarcasına konağa doğru
yürüdü. Peşi sıra “Bir başka sefer konuşalım Turab!” diye seslendi Subaşı.
Turab oralı olmadan konağa girip kapıyı kapadı.
“Kurtuldum sanma Turab efendi.. kurtuldum sanma!” dedi kendi kendine ve ahırlara doğru yürüdü. “Bey
oğlu Şeref’in sunacak bir iki kadehi vardır her hal! Hepten nasibimiz kesilmiş
değil ya!” diye neşeyle söylendi.
Puran Tilmiz, 01.10.2013, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar