4 Ekim 2013 Cuma

SA433/ÂA23: HQ9, Türkiye’nin Savunma Sistemindeki Hipotetik Sorunlar ve Türk-ABD İlişkilerinin Geleceği

“Türk-Rus ilişkilerinin geleceği karanlık değil, ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği artık eskisi gibi ABD lehine parlak olmayacak!”

21. Yüzyılın ikinci on yılında Dünya’nın elinde bütün kumpasların ana kaynağı olan Amerika Birleşik Devletleri’nden kurtulmak için büyük bir fırsat var, ancak kullanamıyor. 3 Ekim günü ABD Kongre binasından duyulan silah sesleri, ABD’ye bir 3. Dünya ülkesi profili kazandırmış durumda.

Silah seslerinin Washington'daki Kongre ile Beyaz Saray’ın bütçe kavgasına renk kattığı açık. 30 Eylül 2013 Pazartesi akşamı bütçe mali yılı bitti, ama ABD Kongresi 1 Ekim’de başlayan yeni bütçe için Obama hükümetine yetki vermedi ve Amerikan hükümeti kapatıldı. Obama, çaresizlikle kıvranırken devletin 'temel' görevlerini ifa edenler olarak sınıflandırılanların dışındaki çalışanlara 1 Ekim’de zorunlu iş bırakma emri verdi.  İstihbarat teşkilatlarının istihdam edilen personelinin %70’i bile zorunlu izne ayrıldı.

Kapatma’da 3. gün yaşanırken Obama çılgına dönmüştü: "Bu 'pervasız ve zarar verici Cumhuriyetçi hükümet kapatması'nın sonlanmasının tek yolu var: Kongre'nin hiçbir ideolojik koşullar eklemeden hükümetin fonlanmasına yönelik bütçeyi geçirmesi. Bütçeyi oylayın, bu maskaralığı durdurun, bu kapanmaya son verin hemen!"

Dünyanın herhangi bir ülkesinde toplu bir çöküş anlamına gelebilecek bu durum, söz konusu ABD olunca mavi gezegen sessiz ve derin bir bekleyişi seçmişti. Çünkü; dünyanın bütün hayat damarlarını tutan eller Amerika’daydı. Bütün ak ya da kara paranın kontrol edildiği merkez Washington’du. Fırsatı değerlendirebilecek olan ülkeler de bu çarka bağlıydı. Herkes suskundu, tepkisizdi ve korkuyordu. Türkiye hariç.

Türkiye’nin terörle mücadele için istediği Predatörleri ve ülkenin savunması için kullanılacak olan Patroit füzelerini onay vermeyerek bloke eden Kongre bu kez bizzat Obama’yı çılgına çevirmişti. Maskaralık sürüyordu: Neo-conlar öldürmeyi düşündükleri Obama’yı bu kez bütçe silahıyla vurmayı seçmişlerdi. Libya Büyükelçisinin öldürülmesi, Boston Bombaları, İsrail’in ve Süveyş Kanalı’nın güvenliği için yaptırılan Mısır’daki askerî darbe, Suriye’de yaşanan katliama verilen dolaylı destek Obama hükümetinin imaj katline yürüyen süreçlerdi; temel aktörler de neo-con vahşilerdi.

Bunlar, aynı zamanda İslamî duyarlılıkları güçlenen Türkiye’nin küresel güç olma stratejisini de özel hedef olarak seçen gelişmelerdi. Neredeyse bütün komşularıyla sınırları kaldıran Türkiye’yi durdurmuşlardı. 2011 sonrası sınırlara ordularını, uçaklarını, füze rampalarını sürmekten başka seçeneği olmayan bir Türkiye resmediliyordu dünyada.  Duran, durmaktan başka çaresi olmayan, Sıfır Sorun Stratejisini askıya almaya zorlanan ve aslında aşağılanan Türkiye’nin sıkışmışlık psikolojisini yırtan doğru politikalar üretmemesi imkansızdı.

Türkiye, ABD’nin yaşadığı iç kargaşalıkları ve kaybettiği stratejik aklı akıllıca analiz ediyor ve doğru değerlendiriyor. NATO üyesi bir ülke olarak Füze Savunma Sistemi ihalesini kazanan Çin’li bir devlet firması ile anlaşma aşamasında. Türkiye’nin bu manevraları 1952’den beri süregelen yükü, tepkisel bir tutumdan ziyade stratejik bir projeksiyonla sırtından atma girişimlerinden kaynaklanıyor. Bağımsızlık postulatları ile daha sık bir araya gelen Türkiye, reflekslerini doğru koordine ediyor. Isıracağını gösteriyor, ama ısırmadan önce suçların adresini netleştiriyor

Erdoğan’ın ilkesel lider diye sıraladığı liderlerden biri olan Özal’ın bile Batı mesnedinden beslenebilmek için gönüllü NATO karakolluğunu sürdürme stratejisini de artık tarihe gömen yeni perspektifin dişleri sivri ve can yakacak güçte.

120 bin Suriyeli insanın katili olan ‘Kimyasal Esed’’in hava savunma sistemini aşamadığında, iki uçağını kurban vermişti Türkiye. NATO’nun taraflara itidal tavsiye eden alçaklığı, Türkiye’de konuşlanan Patroit füzelerini taşıyan araçların yakıt parasını ve görevli NATO askerlerinin gıda vb gibi harcırahlarını bile gündeme taşıması, batarya sorumlusu ülkelerden Almanya ve Hollanda’nın Patroitleri geri çekme tartışmaları ve nihayetinde Türkiye’nin herhangi bir füze saldırısında savunmasız kalacağını kesin bir şekilde anlaması, çıkarlarının koordinatlarını sorgulamasını sağladı.

Sağladı, çünkü Türkiye itiraz edilemeyecek kadar güçlü nedenlerden bahsediyordu. Ulusal güvenlik,  savunmadaki aşırı bağımlılıkla sağlanamazdı. 2002’de bir NATO tatbikatında saldırı altındaki Türkiye’nin savunulması ile ilgili anlaşmazlıklar da derin bir deneyim kazandırmıştı Türk Dış işlerine ve Genelkurmayına. Malatya/Kürecik’e neredeyse zorla yerleştirilen Füze Kalkanı’nda komuta yetkisi bile alamayan bir Türkiye, herhangi bir saldırıda âciz kalacağını acı bir şekilde öğrenmişti; yapayalnızdı. Bu yalnızlığın kazandırdığı haklılıkla uzun süredir devam ettiği savunma stratejisindeki yeniliklere büyük bir sıçrama özelliği kazandırdı. 2011'den beri askıda tuttuğu, sürekli ertelediği ihale için karar vermişti.

Türkiye'nin füze alım ihalesinde şu şirketler yarışıyordu: Raytheon-Lockheed Martin ortaklığı (ABD - Patriot füzesi), Rosoboronexport (Rusya - S400 füzesi), CPMIEC (Çin - HQ9 füzesi) ve Eurosam (İtalya-Fransa ortaklığı - SAMP/T Aster 30 füzesi).  NATO, Temmuz 2011'de Türkiye'yi tehdit etmişti:  "Rus veya Çinliler'den füze alırsanız, sizinle balistik füze istihbaratı paylaşımını durdururuz!"

NATO bu şantajla ihaleyi Raytheon-Lockheed Martin ortaklığının ya da Eurosam'in kazanmasını sağlamaya çalışıyordu. İki yıl sonra, bugün, bu tehdit Türkiye tarafından çöpe atılmış görünüyor. Lockheed Martin’in Başkan Yardımcısı Michael Trotsky, NATO'nun iki yıl önceki tehdidini ihale açıklanmadan iki hafta önce yinelemişti:

“Eğer Türkiye, Çinlilerin teklifini kabul ederse, NATO sistemiyle entegrasyon çok zor olur. Rusya ve Çin için teknik olarak NATO sistemine uyumlu operasyon oldukça güç. Ancak hem Avrupa hem ABD’nin teklifleri NATO ile uyumlu operasyon imkânı sunuyor. Patriotların halihazırda bu özelliği var. NATO kapsamında çalışacaksak bunun nasıl olacağını biliyoruz. Avrupalılar da kendi sistemlerinin NATO’ya bağlı olacağı sözü verdiler. Ruslar ve Çinliler ise bunu yapamazlar."

Türkiye, toplam proje bütçesini 4 Milyar Dolar olarak planladığı Türk-Uzun Menzilli Füze Savunma Sistemi (T-LORAMIDS) ortak üretim ihalesini, China Precision Machinery Import and Export Corparation (CPMIEC) adlı Çin devlet kuruluşunun 3 Milyar Dolar bedel ile kazandığını açıkladı. Projenin en önemli özelliği %50 oranında yerli üretimi de şart koşmasıydı. Proje kapsamında üretimi gerçekleştirilecek Çin füze sistemi HQ-9, halen Çin ana kıtasının yüksek irtifa ve uzun menzilli hava savunmasında kullanılan temel sistemi durumundaydı. Türkiye yüksek irtifadan gelebilecek uçak ve helikopter türündeki tehditleri, F-16 savaş uçağı kullanarak önleme gücüne sahipti, ama balistik füze ve uzun menzilden yaklaşmakta olan seyir füzelerini engelleyemiyordu. 

Türkiye’nin  %50 yerli üretim koşulunu kabul eden Çin’li firmayı tercih etmesi, ABD’yi aşırı bir şekilde kaygılandırdı. ABD, Rusya, Fransa-İtalya Ortaklığı, Türkiye’nin kendi çıkarlarını öne çıkaran yerli üretim şartını kabul etmemişlerdi. Türkiye’nin kendi savunma araçlarını üretmesine tahammül edemiyorlardı. Ancak Çin’in Türkiye ile stratejik bir düşmanlığı olması, coğrafi nedenlerle de olsa yakın zamanda imkansızdı. Çin, bir partner bulma heyecanı ile Türkiye’yi tanımayı seçmişti.

ABD hükümetinin mâli olarak kapandığı gün, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, günlük basın toplantısında Türkiye'nin uzun menzilli füze savunma sistemi ihalesinde Çin Halk Cumhuriyeti'nden CPMIEC firması ile sözleşme görüşmelerine başlanılmasına karar vermesine yönelik soru üzerine, “Türk hükümetine, NATO sistemleriyle veya kolektif savunma kapasitesiyle birlikte çalışmayacak bir füze savunma sistemiyle ilgili olarak ABD’nin yaptırım uyguladığı bir şirketle anlaşma görüşmelerine yönelik ciddi kaygılarımızı ilettik. Görüşmelerimiz devam edecek” demiş ve “Türk hükümetinin yaptırımlı bir firma ile ortaklığının sonuçlarının ne olabileceğine” dair soru üzerine Psaki, bu noktada bu sorunun hipotetik kaldığını ama kararın verilmesi halinde, bu konuda konuşabileceklerini belirtmişti.

Türkiye, önce sözcü vasıtasıyla sonra da doğrudan Dış işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile 2 Ekim’de Psaki’ye cevap verdi: "Bu sisteme ilişkin kararımız ne olursa olsun NATO'yla çelişkili bir savunma yapısına girmemiz hiçbir şekilde söz konusu değil. Sıralamanın başında Çinli şirket var, ancak bu nihai bir tercih değil." Davutoğlu’nun opsiyonel tavrı ‘Hipotetik Sorunlar’ın tartışılması için ABD’ye ve NATO’ya son bir fırsat ya da yeni bir dille şans veriyordu. Ancak görünen o ki kendi güvenliğinin tehdit altında olduğunu kesin bir şekilde anlayan Türkiye takındığı katı tutumdan vazgeçmeyecek. Savunma Sanayii Müsteşarı Murat Bayar, 3 Ekim'de yol haritasını açıkladı: "Uzun menzilli füze savunma ihalesinin sözleşmesi 6 ay içerisinde imzalanabilir."

Çin Dış işleri Bakanlığı sözcülerinden Hong Lei, 28 Eylül'de, "Çin hükümeti, dikkatli ve sorumlu bir şekilde savunma ticari işbirliği yürütmektedir. Çin ve Türkiye arasındaki savunma ticari işbirliği normal şartlar altında gerçekleşiyor." demişti.

Türkiye yaşadığı küresel sıçramalarla yakın çevresinde karşılaştığı engelleyici girişimleri ekarte etmeyi kafasına koymuş durumda. Almanya, Fransa ve İtalya’nın Türk Savunma Sanayiinde dışa bağımlılığın azalmasının ve silah pazarlarına yeni bir satıcı olarak girişini hazmedebilmiş değiller; hazmedecek gibi görünmedikleri de apaçık belli.

Türkiye’nin Suriye ile ilgili seçeneklerde anlaşamadığı Rusya’dan nükleer santralle ilgili aldığı geciktirici tehdidi unutmadığı da açık. Türk-Rus ilişkilerinin geleceği karanlık değil, ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği artık eskisi gibi ABD lehine parlak olmayacak.

 


Âkil Ağazâde, Sonsuz Ark, 03.10.2013


Seçkin Deniz Twitter Akışı