“Türk-Rus
ilişkilerinin geleceği karanlık değil, ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin
geleceği artık eskisi gibi ABD lehine parlak olmayacak!”
21.
Yüzyılın ikinci on yılında Dünya’nın elinde bütün kumpasların ana kaynağı olan Amerika
Birleşik Devletleri’nden kurtulmak için büyük bir fırsat var, ancak
kullanamıyor. 3 Ekim günü ABD Kongre binasından
duyulan silah sesleri, ABD’ye bir 3. Dünya ülkesi profili kazandırmış durumda.
Silah
seslerinin Washington'daki Kongre ile Beyaz Saray’ın bütçe kavgasına renk
kattığı açık. 30 Eylül 2013 Pazartesi akşamı bütçe mali yılı bitti, ama ABD
Kongresi 1 Ekim’de başlayan yeni bütçe için Obama hükümetine yetki vermedi ve Amerikan
hükümeti kapatıldı. Obama, çaresizlikle kıvranırken devletin 'temel'
görevlerini ifa edenler olarak sınıflandırılanların dışındaki çalışanlara 1
Ekim’de zorunlu iş bırakma emri verdi. İstihbarat
teşkilatlarının istihdam edilen personelinin %70’i bile zorunlu izne ayrıldı.
Kapatma’da
3. gün yaşanırken Obama çılgına dönmüştü: "Bu 'pervasız ve zarar verici
Cumhuriyetçi hükümet kapatması'nın sonlanmasının tek yolu var: Kongre'nin
hiçbir ideolojik koşullar eklemeden hükümetin fonlanmasına yönelik bütçeyi
geçirmesi. Bütçeyi oylayın, bu maskaralığı durdurun, bu kapanmaya son verin
hemen!"
Dünyanın
herhangi bir ülkesinde toplu bir çöküş anlamına gelebilecek bu durum, söz konusu
ABD olunca mavi gezegen sessiz ve derin bir bekleyişi seçmişti. Çünkü; dünyanın
bütün hayat damarlarını tutan eller Amerika’daydı. Bütün ak ya da kara paranın
kontrol edildiği merkez Washington’du. Fırsatı değerlendirebilecek olan ülkeler
de bu çarka bağlıydı. Herkes suskundu, tepkisizdi ve korkuyordu. Türkiye hariç.
Türkiye’nin
terörle mücadele için istediği Predatörleri ve ülkenin savunması için
kullanılacak olan Patroit füzelerini onay vermeyerek bloke eden Kongre bu kez
bizzat Obama’yı çılgına çevirmişti. Maskaralık sürüyordu: Neo-conlar öldürmeyi
düşündükleri Obama’yı bu kez bütçe silahıyla vurmayı seçmişlerdi. Libya
Büyükelçisinin öldürülmesi, Boston Bombaları, İsrail’in ve Süveyş Kanalı’nın güvenliği
için yaptırılan Mısır’daki askerî darbe, Suriye’de yaşanan katliama verilen
dolaylı destek Obama hükümetinin imaj katline yürüyen süreçlerdi; temel
aktörler de neo-con vahşilerdi.
Bunlar,
aynı zamanda İslamî duyarlılıkları güçlenen Türkiye’nin küresel güç olma
stratejisini de özel hedef olarak seçen gelişmelerdi. Neredeyse bütün
komşularıyla sınırları kaldıran Türkiye’yi durdurmuşlardı. 2011 sonrası sınırlara
ordularını, uçaklarını, füze rampalarını sürmekten başka seçeneği olmayan bir
Türkiye resmediliyordu dünyada. Duran,
durmaktan başka çaresi olmayan, Sıfır Sorun Stratejisini askıya almaya zorlanan
ve aslında aşağılanan Türkiye’nin sıkışmışlık psikolojisini yırtan doğru
politikalar üretmemesi imkansızdı.
Türkiye,
ABD’nin yaşadığı iç kargaşalıkları ve kaybettiği stratejik aklı akıllıca analiz
ediyor ve doğru değerlendiriyor. NATO üyesi bir ülke olarak Füze Savunma
Sistemi ihalesini kazanan Çin’li bir devlet firması ile anlaşma aşamasında. Türkiye’nin
bu manevraları 1952’den beri süregelen yükü, tepkisel bir tutumdan ziyade
stratejik bir projeksiyonla sırtından atma girişimlerinden kaynaklanıyor.
Bağımsızlık postulatları ile daha sık bir araya gelen Türkiye, reflekslerini
doğru koordine ediyor. Isıracağını gösteriyor, ama ısırmadan önce suçların adresini
netleştiriyor
Erdoğan’ın
ilkesel lider diye sıraladığı liderlerden biri olan Özal’ın bile Batı mesnedinden
beslenebilmek için gönüllü NATO karakolluğunu sürdürme stratejisini de artık
tarihe gömen yeni perspektifin dişleri sivri ve can yakacak güçte.
120 bin
Suriyeli insanın katili olan ‘Kimyasal Esed’’in hava savunma sistemini
aşamadığında, iki uçağını kurban vermişti Türkiye. NATO’nun taraflara itidal
tavsiye eden alçaklığı, Türkiye’de konuşlanan Patroit füzelerini taşıyan
araçların yakıt parasını ve görevli NATO askerlerinin gıda vb gibi harcırahlarını
bile gündeme taşıması, batarya sorumlusu ülkelerden Almanya ve Hollanda’nın
Patroitleri geri çekme tartışmaları ve nihayetinde Türkiye’nin herhangi bir
füze saldırısında savunmasız kalacağını kesin bir şekilde anlaması, çıkarlarının
koordinatlarını sorgulamasını sağladı.
Sağladı,
çünkü Türkiye itiraz edilemeyecek kadar güçlü nedenlerden bahsediyordu. Ulusal
güvenlik, savunmadaki aşırı bağımlılıkla
sağlanamazdı. 2002’de bir NATO
tatbikatında saldırı altındaki Türkiye’nin savunulması ile ilgili
anlaşmazlıklar da derin bir deneyim kazandırmıştı Türk Dış işlerine ve Genelkurmayına.
Malatya/Kürecik’e neredeyse zorla yerleştirilen Füze Kalkanı’nda komuta yetkisi
bile alamayan bir Türkiye, herhangi bir saldırıda âciz kalacağını acı bir
şekilde öğrenmişti; yapayalnızdı. Bu yalnızlığın kazandırdığı haklılıkla uzun
süredir devam ettiği savunma stratejisindeki yeniliklere büyük bir sıçrama
özelliği kazandırdı. 2011'den beri askıda tuttuğu, sürekli ertelediği ihale için karar vermişti.
Türkiye'nin füze alım ihalesinde şu şirketler yarışıyordu: Raytheon-Lockheed Martin ortaklığı (ABD - Patriot füzesi), Rosoboronexport (Rusya - S400 füzesi), CPMIEC (Çin - HQ9 füzesi) ve Eurosam (İtalya-Fransa ortaklığı - SAMP/T Aster 30 füzesi). NATO, Temmuz 2011'de Türkiye'yi tehdit etmişti: "Rus veya Çinliler'den füze alırsanız, sizinle balistik füze istihbaratı paylaşımını durdururuz!"
NATO bu şantajla ihaleyi Raytheon-Lockheed Martin ortaklığının ya da Eurosam'in kazanmasını sağlamaya çalışıyordu. İki yıl sonra, bugün, bu tehdit Türkiye tarafından çöpe atılmış görünüyor. Lockheed Martin’in Başkan Yardımcısı Michael Trotsky, NATO'nun iki yıl önceki tehdidini ihale açıklanmadan iki hafta önce yinelemişti:
“Eğer Türkiye, Çinlilerin teklifini kabul ederse, NATO sistemiyle entegrasyon çok zor olur. Rusya ve Çin için teknik olarak NATO sistemine uyumlu operasyon oldukça güç. Ancak hem Avrupa hem ABD’nin teklifleri NATO ile uyumlu operasyon imkânı sunuyor. Patriotların halihazırda bu özelliği var. NATO kapsamında çalışacaksak bunun nasıl olacağını biliyoruz. Avrupalılar da kendi sistemlerinin NATO’ya bağlı olacağı sözü verdiler. Ruslar ve Çinliler ise bunu yapamazlar."
Türkiye,
toplam proje bütçesini 4 Milyar Dolar olarak planladığı Türk-Uzun Menzilli Füze
Savunma Sistemi (T-LORAMIDS) ortak üretim ihalesini, China Precision Machinery
Import and Export Corparation (CPMIEC) adlı Çin devlet kuruluşunun 3 Milyar
Dolar bedel ile kazandığını açıkladı. Projenin en önemli özelliği %50 oranında
yerli üretimi de şart koşmasıydı. Proje kapsamında üretimi gerçekleştirilecek
Çin füze sistemi HQ-9, halen Çin ana kıtasının yüksek irtifa ve uzun menzilli
hava savunmasında kullanılan temel sistemi durumundaydı. Türkiye yüksek
irtifadan gelebilecek uçak ve helikopter türündeki tehditleri, F-16 savaş uçağı
kullanarak önleme gücüne sahipti, ama balistik füze ve uzun menzilden
yaklaşmakta olan seyir füzelerini engelleyemiyordu.
Türkiye’nin
%50 yerli üretim koşulunu kabul eden Çin’li
firmayı tercih etmesi, ABD’yi aşırı bir şekilde kaygılandırdı. ABD, Rusya,
Fransa-İtalya Ortaklığı, Türkiye’nin kendi çıkarlarını öne çıkaran yerli üretim
şartını kabul etmemişlerdi. Türkiye’nin kendi savunma araçlarını üretmesine
tahammül edemiyorlardı. Ancak Çin’in Türkiye ile stratejik bir düşmanlığı
olması, coğrafi nedenlerle de olsa yakın zamanda imkansızdı. Çin, bir partner
bulma heyecanı ile Türkiye’yi tanımayı seçmişti.
ABD
hükümetinin mâli olarak kapandığı gün, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen
Psaki, günlük basın toplantısında Türkiye'nin uzun menzilli füze savunma
sistemi ihalesinde Çin Halk Cumhuriyeti'nden CPMIEC firması ile sözleşme
görüşmelerine başlanılmasına karar vermesine yönelik soru üzerine, “Türk
hükümetine, NATO sistemleriyle veya kolektif savunma kapasitesiyle birlikte
çalışmayacak bir füze savunma sistemiyle ilgili olarak ABD’nin yaptırım
uyguladığı bir şirketle anlaşma görüşmelerine yönelik ciddi kaygılarımızı ilettik.
Görüşmelerimiz devam edecek” demiş ve “Türk hükümetinin yaptırımlı bir firma
ile ortaklığının sonuçlarının ne olabileceğine” dair soru üzerine Psaki, bu
noktada bu sorunun hipotetik kaldığını ama kararın verilmesi halinde, bu konuda
konuşabileceklerini belirtmişti.
Türkiye, önce sözcü vasıtasıyla sonra da doğrudan Dış işleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile 2 Ekim’de Psaki’ye cevap verdi: "Bu
sisteme ilişkin kararımız ne olursa olsun NATO'yla çelişkili bir savunma
yapısına girmemiz hiçbir şekilde söz konusu değil. Sıralamanın başında Çinli
şirket var, ancak bu nihai bir tercih değil." Davutoğlu’nun opsiyonel
tavrı ‘Hipotetik Sorunlar’ın tartışılması için ABD’ye ve NATO’ya son bir fırsat
ya da yeni bir dille şans veriyordu. Ancak görünen o ki kendi güvenliğinin
tehdit altında olduğunu kesin bir şekilde anlayan Türkiye takındığı katı
tutumdan vazgeçmeyecek. Savunma Sanayii Müsteşarı Murat Bayar, 3 Ekim'de yol haritasını açıkladı: "Uzun menzilli füze savunma ihalesinin sözleşmesi 6 ay içerisinde imzalanabilir."
Çin Dış işleri Bakanlığı sözcülerinden Hong Lei, 28 Eylül'de, "Çin hükümeti, dikkatli ve sorumlu bir şekilde savunma ticari işbirliği yürütmektedir. Çin ve Türkiye arasındaki savunma ticari işbirliği normal şartlar altında gerçekleşiyor." demişti.
Türkiye
yaşadığı küresel sıçramalarla yakın çevresinde karşılaştığı engelleyici
girişimleri ekarte etmeyi kafasına koymuş durumda. Almanya, Fransa ve İtalya’nın
Türk Savunma Sanayiinde dışa bağımlılığın azalmasının ve silah pazarlarına yeni
bir satıcı olarak girişini hazmedebilmiş değiller; hazmedecek gibi
görünmedikleri de apaçık belli.
Türkiye’nin
Suriye ile ilgili seçeneklerde anlaşamadığı Rusya’dan nükleer santralle ilgili aldığı
geciktirici tehdidi unutmadığı da açık. Türk-Rus ilişkilerinin geleceği
karanlık değil, ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği artık eskisi gibi
ABD lehine parlak olmayacak.
Âkil Ağazâde, Sonsuz
Ark, 03.10.2013