Bugün, 9 Ekim Demokrasi ve İnsan Hakları Bayramı; kutlu olsun!
Çok direndiler; ama işe yaramadı. Ak Parti’nin tek başına iktidar çıkacağını bildiklerinden 2002’deki seçimlerden sonra darbe planlarını uygulamaya soktular. 2003’ün tamamı sessiz darbe planlarının ilk aşamasını uygulamakla geçti. İrtica yaygaraları işbirlikçi medyada dönüp duruyordu, orglar rahatsızdı.
Hükümet dâhil herkes ne yaptıklarını biliyordu; biz sıradan insanlar da biliyorduk. Ocak 2004’te tüm orglar başbakanı icraatları yüzünden sorguladılar. Darbe için son bir uyarıydı bu. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü darbeye zorladılar ve tehdit ettiler. Kararlıydılar, ancak darbe son aşamaya, uygulama aşamasına geçmeden önce bir hata yaptılar; 2004 yerel seçim sonuçlarını beklediler. Ak Parti 2004 yerel seçimlerinde aldığı oy oranı ile hesaplarını altüst etti.
Vazgeçmediler, 2004 seçimlerinden sonra yedeklere sefer görev emirleri gönderildi; ortada savaş yoktu, savaş riski ise hiç yoktu. 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, 5-7 Mart 2003’te İstanbul’da bir darbe merkezi kurmuştu; darbe olacak, stadyumlar mütedeyyin insanlarla doldurulacak, darbeye karşı çıkanlara çoluk çocuk denmeden kurşun sıkılacaktı. Vahşi, acımasız ve vicdansız bir plandı bu.
Bunları neden hatırlattım? Şimdi, 9 Ekim 2013’te, Balyoz Darbe Planı’ndan dolayı mahkûm olan 237 darbecinin mahkûmiyet kararları onanınca, bu kararlara sevinmemek gerektiğini söyleyen bazı dostlarımızın hafızasını tazelemek istedim. Yargıtay'ın Balyoz Planı davasına ilişkin gerekçeli kararında, "Çetin Doğan'ın, hükümeti iktidardan uzaklaştırmak için TSK'da ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gittiği" yazılıydı.
Tek tek anlamak isteyenlere Wikipedia şöyle anlatıyor Balyoz Darbe Planı’nı: “Plan, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın liderliğindeki cunta tarafından hazırlandı. Darbe zeminini hazırlama amaçlı hükümete yönelik; Hava Kuvvetleri'nin tasarladığı Oraj ve Deniz Kuvvetleri'nin hazırladığı Suga eylem planları; dini grup liderlerine yönelik 'Döküm'; gayrimüslim cemaat önderlerine yönelik 'Sakal'; darbe karşıtı akademisyenlere yönelik 'Tırpan' ve darbe karşıtı liberallere yönelik de 'Testere' eylem planlarının uygulanması hedeflenmişti.” 5000 sayfalık belgelerde Fatih ve Bayezid Camiilerinde bomba patlatılarak hükümetin sıkıyönetim ilan etmeye zorlanması, Yunanistan hava sahası üzerinde bir Türk jetinin düşürülerek halkın galeyana getirilmesi ve darbe sonrası demokrat görüşlü gazetecilerin tutuklanması gibi planların olduğu ileri sürülüyor. İddianameye göre, 'Balyoz'un 5 aşamada gerçekleştirilmesi planlanmıştır: Birinci aşama istihbarat faaliyetlerinin yer aldığı ve tamamlanmış olan aşamadır. İkinci aşama askeri müdahale için zemin hazırlama süreci olduğu öne sürülmektedır. İddianamede şöyle deniliyor: "Yapılanma içerisinde yer alan bazı jandarma görevlileri tarafından hazırlanan 'Sakal' ve 'Çarşaf' isimli eylem planlarıyla kargaşa yaratma planlandığı, 'Oraj' ve 'Suga' isimli planlarla hava sahası ve kıta sahanlığı konularında Yunanistan'ın taciz edilerek iki ülke ilişkilerinin gerilmesinin öngörüldüğü (anlaşılmıştır.) Böylece öncelikle 1'inci Ordu merkezli İstanbul ve çevre illerde sıkıyönetim ilan edilmesini amaçladığı (...) tespit edilmiştir. Üçüncü aşama askeri müdahalenin fiilen ilan edildiği aşamadır. Dördüncü aşama yürütme görevinin 'Milli Mutabakat Hükümeti'ne tarafından devralmasıdır. Beşinci ve son aşama ise yürütmenin tekrar sivil yönetime devredilmesi için 'seçime' gidilmesidir.
TSK’nın içinde TSK’ya Paralel bir ordu kuran Çetin Doğan’ın karısı Nilgün Doğan, Yargıtay kararları açıklanınca, tehdit etmekten vazgeçmedi: “Yarın bütün dengeler değişir, erkler değişir, başka yerlere gelirsek ne olacak onu düşünsünler!”
Bu zihniyet, iflah olmayan bir zihniyet, kendileri dışında herkesi aşağılayan, küçük gören ve ezme kudretini hissedebilecekleri bir zihniyet. “Bunun acısı çocuklarından ve torunlarından çıkacaktır.” Öyle diyordu Nilgün Doğan, Eylül 2012’de ilk mahkeme kararıyla 20 yıla mahkûm olduğunda, “Bu Balyoz birilerinin kafasına inecek!” diyen kocası gibi.
Herhangi bir yargılama sonunda gadre uğramış biri için üzülürsün, işlediği suçun cezası kesilmiş birine üzülmek onun suçuna ortak olmak, onu desteklemek demektir. Kim ne derse desin bu böyledir. Menderes’in merhamet damarları, inanmazlığı onu idama götürdü.
Baykal ve Kılıçdaroğlu CHP genel başkanlığı yaptıkları sıralarda Başbakan Erdoğan’a sık sık Menderes’in sonunu hatırlattılar. Şimdi yargılanmıyor olmaları ayrı bir çelişki, ama yargılanmayacakları anlamını taşımaz bu. Çetin Doğan ve diğer cuntacılar yargılanıp mahkûm olmuşlarsa, siyaset, medya, bürokrasi, iş dünyası içinden cuntaya dâhil olanlar da yargılanıp cezalarını almalılar. Merhametin bu kısmı dev gibi marazlar doğurdu, tarih buna şahittir, biz şahidiz. Hala mahkûmiyetleri onananlara acıyacak olan varsa ses kayıtlarını yeniden dinlesinler, dehşetin boyutlarını algılarlar belki.
9 Ekim Günü Yargıtay 9. Dairesince açıklanan gerekçeli kararlar, 3. Selim’den bu yana alaşağı edilip katledilenlerin hatırâsına hürmeten bu milletin izzetine yönelik her türlü teşebbüse verilmiş ilk hukukî cezânın cesametini görmemizi sağladı.. Bu tarih istisnâ bir tarihtir. Ve ayrıca Ergenekon davasının Yargıtay macerasına yönelik endişeleri izale edici bir niteliğe sahiptir. İlahî cezalar ayrı bir bahse mevzû, Allah kâtillere gün yüzü göstermedi bu dünyada, ama dosdoğru yargılandıkları bu dava onlara ve benzerlerine ders olacak güçte bir dava. Çetin Doğan’ın kurduğu paralel ordu mahkûm oldu. Cezası idam olan suçtan, hapisle kurtuldukları için dua etmeliler. Yargıtay’ın bozduğu kararların da bir önemi yok; önemli olan onadığı kararlar.
Bugün bayram ilan edilmeli. Demokrasi ve İnsan Hakları Bayramı. Mahkûmların yakınları da darbeden sonra elde edecekleri maddî-manevî çıkar elde etme hayallerinin bedeli olarak cezaları hazmetmeyi öğrenmeliler; hâkim ve savcıları tehdit ettikleri dönem bitti, alışsınlar artık. Daha sırada Ergenekon Terör Örgütü davası, 28 Şubat ve 12 Eylül Darbe davaları var. Balyoz’a vicdan sızlatanlar Balyoz’un icra edilmiş halleri olan 28 Şubat, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs’ı ezberlesinler.
Daha konuşacak çok şey var, korkmayın öyle tehditlerden. “Gelecekte aleyhimde delil olarak kullanılır bu sözlerim!” diyerek, âdil olma hakkınızı kullanmaktan korkmayın. Başbakan sırtında kefenle dolaşıyor, sizin ondan fazlanız ne?
Arif Şahin, 09.10.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 20
Arif Şahin Yazıları
Güncel Not:
Aytaç Yalman İlker Başbuğ'u suçladı
Giriş Tarihi: 15.12.2014, Hürriyet
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, geride bıraktığımız hafta sonunda piyasaya çıkan kitabında, 2003 yılı başında Birinci Ordu Komutanlığı’nda gerçekleşen plan semineriyle ilgili verdiği hassas bir talimatın uygulanmamasından o dönemde kendisinin Kurmay Başkanı olarak görev yapan ve sonradan Genelkurmay Başkanlığı görevine gelen Orgeneral İlker Başbuğ’u sorumlu tutuyor.
Yalman, Başbuğ’a ‘yetkisini aşarak’, ‘usul hatası yaptığını’, ‘disiplin suçu işlediğini’ söylüyor ve “Siz görevinizi yapsaydınız Balyoz olarak isimlendirilen dava olmayacak, yüzlerce suçsuz insan cezaevinde olmayacaktı” diyor. Olayın perde arkası şöyle seyrediyor:
Başbuğ görevini yapsaydı Balyoz olmayacaktı Cumhurbaşkanı Sezer bana darbeyi sordu, “Mümkün mü, ben buradayım” dedim
YAZI 12-12-2002’DE GELİYOR
Bundan yaklaşık 11 yıl önce, 5-7 Mart 2003 tarihinde Birinci Ordu Komutanlığı’nda Türk-Yunan sınırındaki askeri güç dengesini incelemek üzere icra edilecek bir plan seminerinin hazırlıkları yapılıyor. Dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, bu sırada seminerde incelenecek dış tehdit senaryosuna ek olarak -içinde bölücü ve şeriatçı grupların kalkışmasının da yer aldığı- bir iç tehdit senaryosunu plan taslağına ekleyerek, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na (KKK) iletiyor. Bu yazı KKK’ya 12 Aralık 2002 tarihinde geliyor.
‘GÖRÜŞMEYİN’ TALİMATI: 03-01-2003
Komutan Orgeneral Yalman, karargahtaki Kurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’a, Birinci Ordu’nun önerdiği iç tehdit senaryosunun seminerde görüşülmemesi talimatını veriyor. Bu talimat, 3 Ocak 2003 tarihinde Kurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un imzasıyla Birinci Ordu Komutanlığı’na gönderiliyor. Orgeneral Doğan, bu emri almasına karşılık, iç tehdit senaryosunu görüşmek konusunda ısrar ediyor ve 31 Ocak 2003 tarihinde iç tehdide ilişkin senaryoyu da içeren bir uygulama emrini hem maiyetindeki birliklere, hem de Ankara’daki Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderiyor. Böylelikle Ankara’daki Kara Kuvvetleri Karargâhı, Orgeneral Doğan’ın iç tehdit senaryosunu, KKK’nın en tepesindeki komutan Orgeneral Yalman’ın talimatına rağmen plan seminerinde görüşeceğini öğrenmiş oluyor.
Başbuğ görevini yapsaydı Balyoz olmayacaktı
GÖRÜŞÜLÜR, 1 GÖN SONRA HABERİ OLUR
Tartışmanın merkezindeki kırılma noktalarından biri, Orgeneral Yalman’ın Birinci Ordu’dan talimatına karşı yönde bir yazı geldiği hususunda o tarihte karargahı tarafından haberdar edilmemiş olmasıdır. Nitekim Orgeneral Yalman, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde gerçekleşen seminerde “Görüşülmesin” dediği iç tehdit senaryosunun görüşülmüş olduğunu seminerin bitiminden bir gün sonra (8 Mart) toplantıdaki Kara Kuvvetleri gözlemcisinden öğrenir ve Orgeneral Doğan’a tepki gösterir.
Yalman’ın tepki duyduğu diğer isim ise -Birinci Ordu’nun 31 Ocak 2003 tarihli yazısını kendisine iletmediği gerekçesiyle- o tarihte karargahta kurmay başkanı olarak görev yapan Orgeneral Başbuğ’dur. Bölücülük ve irtica tehditlerine odaklanan bu senaryo üzerinde plan seminerinde yapılan konuşmalar, daha sonra Balyoz davasında darbe girişiminin provası olarak değerlendirilmiş, iddianamede geniş yer verilmişti. Yalman, yıllar sonra yazdığı anı kitabında Orgeneral Başbuğ’un kendisini bu olayda ‘habersiz bıraktığını’ belirterek, “Emrime aykırı bir seminer niçin yapıldı? Emrime aykırı bu semineri yapan ve yapılışında her türlü bilgi ve belgeyi benden gizleyenler niçin itham edilmiyor? Seminerim emrime aykırı olarak yapıldığını bilenler yasalar gereği niçin bana haber vermediler?” şeklinde sorular yöneltiyor. Kendisiyle yaptığımız mülakat sırasında Orgeneral Yalman, bu konudaki sorularımıza şu yanıtları verdi:
SİTEM DEĞİL, BAYAĞI KIZIYORUM YANİ
Kitabınızda plan semineri döneminde, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanınız olan İlker Başbuğ’a sitem ediyorsunuz...
Sitem değil, bayağı kızıyorum yani...
Yani Birinci Ordu’daki seminerin çerçevesini İlker Başbuğ biliyormuş ama size bilgi vermemiş... Neden bildirmedi?
İşte ben bu sorunun cevabını veremiyorum. Kötü niyetle bakamıyorum. Herhangi bir hareket olursa... Ne bileyim... Ben bu sorunun cevabını veremedim. Ama bu bilgiyi bana vermedi, yani görevini yapmadı.
BİLDİRSEYDİ, ‘SEMİNER YOK’ DERDİM
Kitapta Başbuğ’a dönük “Eğer siz görevinizi yapsaydınız bugün Balyoz diye isimlendirilen dava olmayacak, yüzlerce suçsuz insan cezaevinde olmayacaktı” diye yazmışsınız. Size bildirseydi, nasıl engelleyecektiniz? Ne yapacaktınız?
“Seminer yok” diyecektim. Tabii seminerle plan arasında bir korelasyon var mı, mahkemede de sordular, “Yok” dedim. Bilmiyorum ki planı... “Böyle bir şey yok, olmayacak” deseydim, bu açık bir şekilde yapılmayabilirdi.
Peki size bildirmediğini öğrendiğiniz zaman İlker Başbuğ’dan hesap sordunuz mu?
Emekli olmuştum, evimde oturuyordum (2010 yılını kastediyor). O Genelkurmay Başkanı’ydı. O tarihe kadar bilmedim (Birinci Ordu’nun 31 Ocak 2003 tarihli yazısı kastediliyor).
ARADIM, TELEFONLARIMA ÇIKMADI
Kendisiyle “Benim için artık yoksunuz” diyecek kadar köprüleri yakmışsınız.
Öyle yazmışsam öyledir. Tüm bunlara, bu kadar sıkılmama, yanlış yapmasına rağmen hapishaneden çıkıp eve geldiği vakit iki kere aradım. Telefona çıkmadı. İki kere aradım iki... Yazın bunu. Böyle yanlış işler yaptı, seri yanlışlar yaptı... Bunlara rağmen acı çekmiştir, semboldür, şahıs olarak olmasa bile makamı itibariyle, “Bir arayayım, geçmiş olsun dileyeyim” dedim. Telefona çıkmadı.
Neden sizce?
Neden olacak, bana olan şeyinden... Ben bu bilgileri 3-4 sene sakladım. Hep göğüs gerdim. “Benim bunlardan haberim yok” demedim sonuna kadar. Ne zaman ki Milliyet gazetesinde ‘Yeter Artık’ diye uzun bir açıklama yaptım, her şey kesildi. Bir daha kimsenin ağzı açılmadı.
Böyle bir edepsizlik olur mu?
Kitabınızın sonunda eleştirilerin dozu artıyor...
Başbuğ, “Suçlamalara Karşı Gerçekler” diye bir kitap yazdı. O kitapta “Aytaç Paşa eğer kuvvet komutanı olmayıp da Edip Paşa olsaydı -tabii benim adım geçmiyor, zımnen söylüyor- ne Balyoz olurdu, ne Ergenekon olurdu...” diyor. Böyle büyük bir edepsizlik olur mu! Ben bu Balyoz’u, hareketin başından beri engellemeye, durdurmaya çalışmış bir insanım. Hem birinci sene, hem ikinci sene... Askerlerin kafasında daima koruma, kollama içgüdüsü vardır. Kimi bunu dışarı vurur, kimi içinde yaşar. Bizim görevimiz bu tepkiyi ne dışarı vurmaktır ne geri atmaktır. Objektif olarak değerlendirip ilgili makama aktarmaktır. Ben bunları yaptım. Beni itham edecek şekilde konuşunca “Haddini aştın sen” dedim. Bugün bulunduğun, işgal ettiğin makama seni kim getirdi? Seni kim yanına aldı, kim terfi ettirdi? Seni terfi ettiren insana “Bu gelmeseydi” diyorsun, “Falanca gelseydi bunlar olmazdı” diyorsun. Bu kadar büyük bir itham altında bırakıyor beni. Ki yanımda çalıştı, beni tanır. Eğitimini çok iyi bilirim, benden de istifade etmiştir.
Güncel Not:
Aytaç Yalman İlker Başbuğ'u suçladı
Giriş Tarihi: 15.12.2014, Hürriyet
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, geride bıraktığımız hafta sonunda piyasaya çıkan kitabında, 2003 yılı başında Birinci Ordu Komutanlığı’nda gerçekleşen plan semineriyle ilgili verdiği hassas bir talimatın uygulanmamasından o dönemde kendisinin Kurmay Başkanı olarak görev yapan ve sonradan Genelkurmay Başkanlığı görevine gelen Orgeneral İlker Başbuğ’u sorumlu tutuyor.
Yalman, Başbuğ’a ‘yetkisini aşarak’, ‘usul hatası yaptığını’, ‘disiplin suçu işlediğini’ söylüyor ve “Siz görevinizi yapsaydınız Balyoz olarak isimlendirilen dava olmayacak, yüzlerce suçsuz insan cezaevinde olmayacaktı” diyor. Olayın perde arkası şöyle seyrediyor:
Başbuğ görevini yapsaydı Balyoz olmayacaktı Cumhurbaşkanı Sezer bana darbeyi sordu, “Mümkün mü, ben buradayım” dedim
YAZI 12-12-2002’DE GELİYOR
Bundan yaklaşık 11 yıl önce, 5-7 Mart 2003 tarihinde Birinci Ordu Komutanlığı’nda Türk-Yunan sınırındaki askeri güç dengesini incelemek üzere icra edilecek bir plan seminerinin hazırlıkları yapılıyor. Dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, bu sırada seminerde incelenecek dış tehdit senaryosuna ek olarak -içinde bölücü ve şeriatçı grupların kalkışmasının da yer aldığı- bir iç tehdit senaryosunu plan taslağına ekleyerek, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na (KKK) iletiyor. Bu yazı KKK’ya 12 Aralık 2002 tarihinde geliyor.
‘GÖRÜŞMEYİN’ TALİMATI: 03-01-2003
Komutan Orgeneral Yalman, karargahtaki Kurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’a, Birinci Ordu’nun önerdiği iç tehdit senaryosunun seminerde görüşülmemesi talimatını veriyor. Bu talimat, 3 Ocak 2003 tarihinde Kurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un imzasıyla Birinci Ordu Komutanlığı’na gönderiliyor. Orgeneral Doğan, bu emri almasına karşılık, iç tehdit senaryosunu görüşmek konusunda ısrar ediyor ve 31 Ocak 2003 tarihinde iç tehdide ilişkin senaryoyu da içeren bir uygulama emrini hem maiyetindeki birliklere, hem de Ankara’daki Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderiyor. Böylelikle Ankara’daki Kara Kuvvetleri Karargâhı, Orgeneral Doğan’ın iç tehdit senaryosunu, KKK’nın en tepesindeki komutan Orgeneral Yalman’ın talimatına rağmen plan seminerinde görüşeceğini öğrenmiş oluyor.
Başbuğ görevini yapsaydı Balyoz olmayacaktı
GÖRÜŞÜLÜR, 1 GÖN SONRA HABERİ OLUR
Tartışmanın merkezindeki kırılma noktalarından biri, Orgeneral Yalman’ın Birinci Ordu’dan talimatına karşı yönde bir yazı geldiği hususunda o tarihte karargahı tarafından haberdar edilmemiş olmasıdır. Nitekim Orgeneral Yalman, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde gerçekleşen seminerde “Görüşülmesin” dediği iç tehdit senaryosunun görüşülmüş olduğunu seminerin bitiminden bir gün sonra (8 Mart) toplantıdaki Kara Kuvvetleri gözlemcisinden öğrenir ve Orgeneral Doğan’a tepki gösterir.
Yalman’ın tepki duyduğu diğer isim ise -Birinci Ordu’nun 31 Ocak 2003 tarihli yazısını kendisine iletmediği gerekçesiyle- o tarihte karargahta kurmay başkanı olarak görev yapan Orgeneral Başbuğ’dur. Bölücülük ve irtica tehditlerine odaklanan bu senaryo üzerinde plan seminerinde yapılan konuşmalar, daha sonra Balyoz davasında darbe girişiminin provası olarak değerlendirilmiş, iddianamede geniş yer verilmişti. Yalman, yıllar sonra yazdığı anı kitabında Orgeneral Başbuğ’un kendisini bu olayda ‘habersiz bıraktığını’ belirterek, “Emrime aykırı bir seminer niçin yapıldı? Emrime aykırı bu semineri yapan ve yapılışında her türlü bilgi ve belgeyi benden gizleyenler niçin itham edilmiyor? Seminerim emrime aykırı olarak yapıldığını bilenler yasalar gereği niçin bana haber vermediler?” şeklinde sorular yöneltiyor. Kendisiyle yaptığımız mülakat sırasında Orgeneral Yalman, bu konudaki sorularımıza şu yanıtları verdi:
SİTEM DEĞİL, BAYAĞI KIZIYORUM YANİ
Kitabınızda plan semineri döneminde, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanınız olan İlker Başbuğ’a sitem ediyorsunuz...
Sitem değil, bayağı kızıyorum yani...
Yani Birinci Ordu’daki seminerin çerçevesini İlker Başbuğ biliyormuş ama size bilgi vermemiş... Neden bildirmedi?
İşte ben bu sorunun cevabını veremiyorum. Kötü niyetle bakamıyorum. Herhangi bir hareket olursa... Ne bileyim... Ben bu sorunun cevabını veremedim. Ama bu bilgiyi bana vermedi, yani görevini yapmadı.
BİLDİRSEYDİ, ‘SEMİNER YOK’ DERDİM
Kitapta Başbuğ’a dönük “Eğer siz görevinizi yapsaydınız bugün Balyoz diye isimlendirilen dava olmayacak, yüzlerce suçsuz insan cezaevinde olmayacaktı” diye yazmışsınız. Size bildirseydi, nasıl engelleyecektiniz? Ne yapacaktınız?
“Seminer yok” diyecektim. Tabii seminerle plan arasında bir korelasyon var mı, mahkemede de sordular, “Yok” dedim. Bilmiyorum ki planı... “Böyle bir şey yok, olmayacak” deseydim, bu açık bir şekilde yapılmayabilirdi.
Peki size bildirmediğini öğrendiğiniz zaman İlker Başbuğ’dan hesap sordunuz mu?
Emekli olmuştum, evimde oturuyordum (2010 yılını kastediyor). O Genelkurmay Başkanı’ydı. O tarihe kadar bilmedim (Birinci Ordu’nun 31 Ocak 2003 tarihli yazısı kastediliyor).
ARADIM, TELEFONLARIMA ÇIKMADI
Kendisiyle “Benim için artık yoksunuz” diyecek kadar köprüleri yakmışsınız.
Öyle yazmışsam öyledir. Tüm bunlara, bu kadar sıkılmama, yanlış yapmasına rağmen hapishaneden çıkıp eve geldiği vakit iki kere aradım. Telefona çıkmadı. İki kere aradım iki... Yazın bunu. Böyle yanlış işler yaptı, seri yanlışlar yaptı... Bunlara rağmen acı çekmiştir, semboldür, şahıs olarak olmasa bile makamı itibariyle, “Bir arayayım, geçmiş olsun dileyeyim” dedim. Telefona çıkmadı.
Neden sizce?
Neden olacak, bana olan şeyinden... Ben bu bilgileri 3-4 sene sakladım. Hep göğüs gerdim. “Benim bunlardan haberim yok” demedim sonuna kadar. Ne zaman ki Milliyet gazetesinde ‘Yeter Artık’ diye uzun bir açıklama yaptım, her şey kesildi. Bir daha kimsenin ağzı açılmadı.
Böyle bir edepsizlik olur mu?
Kitabınızın sonunda eleştirilerin dozu artıyor...
Başbuğ, “Suçlamalara Karşı Gerçekler” diye bir kitap yazdı. O kitapta “Aytaç Paşa eğer kuvvet komutanı olmayıp da Edip Paşa olsaydı -tabii benim adım geçmiyor, zımnen söylüyor- ne Balyoz olurdu, ne Ergenekon olurdu...” diyor. Böyle büyük bir edepsizlik olur mu! Ben bu Balyoz’u, hareketin başından beri engellemeye, durdurmaya çalışmış bir insanım. Hem birinci sene, hem ikinci sene... Askerlerin kafasında daima koruma, kollama içgüdüsü vardır. Kimi bunu dışarı vurur, kimi içinde yaşar. Bizim görevimiz bu tepkiyi ne dışarı vurmaktır ne geri atmaktır. Objektif olarak değerlendirip ilgili makama aktarmaktır. Ben bunları yaptım. Beni itham edecek şekilde konuşunca “Haddini aştın sen” dedim. Bugün bulunduğun, işgal ettiğin makama seni kim getirdi? Seni kim yanına aldı, kim terfi ettirdi? Seni terfi ettiren insana “Bu gelmeseydi” diyorsun, “Falanca gelseydi bunlar olmazdı” diyorsun. Bu kadar büyük bir itham altında bırakıyor beni. Ki yanımda çalıştı, beni tanır. Eğitimini çok iyi bilirim, benden de istifade etmiştir.