Kiziroğlu Mustafa Bey
-5-
Kadı
Cemalettin huzurdan çıkmış bir iki esnafa uğramıştı. Azledilen Kadı Sadreddin Efendinin
nasıl biri olduğunu soruşturmuştu. Sadreddin bir iftiraya mı kurban gitmişti?
Medrese arkadaşıydı Sadreddin. Nice zaman bir dilim kuru ekmeği paylaşmışlardı
medresedeki küf kokan odalarında. Kimseden hakları olmayan bir şeyi almayı zul
addetmişlerdi; hediye alan elin gün gelip emir almaya başlayacağını bilirlerdi.
Hediye almayı kabul eden bir kadı gün gelir kararını da hediyelere göre verir
olurdu. Öğrencilik zamanında bir tek falsosunu görmemişti. İçinin ısındığı
nadir insanlardan biriydi Sadreddin. Pek dürüst biriydi. Sağlam bir kişiliği
olduğuna inanırdı. Sonraları değişmiş olabilir miydi?
Pek aklı
yatmasa da nice şahit olduğu olaylar böylesi bir değişimin mümkün olduğu
hükmüne vardırıyordu vardırmasına ama içi bir türlü kabule yanaşmıyordu.
İftiraya uğrayan nice arkadaşları da olmamış değildi. Kadılık zor işti. Kılı
kırk yarmak bile yeterli olmazdı zaman zaman. Kimi zaman gözle görülenin bile
öyle olmadığı zamanlar olurdu. Bunu fark edecek ferasete sahipti Sadreddin.
Fakat dinledikleri.. hele kahvecinin söyledikleri..
İkindi
namazını büyük camide kılıp bir süre daha tebaadan birkaç kişiyle konuştu. Sadreddin
o dürüst insan, kılı kırk yaran arkadaşı bir haramzadeye dönüşmüştü. Şüphesi
kalmamıştı. Yıkılmıştı adeta.
Evine
vardı. Birkaç lokma bir şeyler atıştırıp zor attı kendini evden dışarı.
Hanımının bütün üstelemelerine karşın bir tek kelime etmemiş, “mide şişkinliği
herhal..” diye geçiştirmişti. Evden çıkarken kendisini uğurlayan hanımı, “Bari
hekime bir uğra.. bahar havası da çarpmış olabilir.. bende de bir kırıklı var!”
dedi. Olur, anlamında başını sallayıp, Değirmenci Yusuf’un damadının evine
doğru yürümeye başladı.
Sancak’ın
çıkışına doğru derme çatma evlerin olduğu aşağı mahalledeydi Damad’ın evi.
Kahveciye evin nerede olduğunu sorduğunda kahvecinin gözleri iri iri açılmış,
hayretler içindeydi. “Hocam benimle eğleniyor musun?” der gibiydi. “Pek
şaşırdın evladım.. hayırdır?” kahveci huzurda ileri geri konuşmuş akabinde on
beş değnek yemiş birinin kaldığı yeri değil bir kadı sıradan bir insan bile
sorsa şaşırırdı.
“Bağışlayın..
hani bugün huzurda olanları duydum da.. birileri onu görmeye gittiğinizi
duyarsa diye.. hani yani.. pek tuhaf!” cevabını verdi. Kadı gülmekle yetindi:
“Hele sen evi bir tarif et bakalım.. gerisini ben düşünürüm!” dedi. Kahveci
başını sallayarak evi tarif edip “Ama hocam dikkatli olun.. bu sancak
gördüğünüz gibi pek tekin değildir!” diye uyardı Kadı’yı. kadı kahvecinin
uyarısına gülümsemeyle karşılık verip evinin yolunu tutmuştu.
Sancağın
merkezi ne kadar tertipli düzenli ise varoşa giden yol da o kadar tertipsiz
düzensiz idi. Sanki yağmur sadece bu bölgeye yağmıştı her yer vıcık vıcık
çamurdu. Bundan evvel görev yaptığı diğer iki sancakta da durum pek farklı
değildi. Eşrafın yaşadığı alanlar göz alıcı güzellikte ve bakımda olurken
eşrafın “baldırı çıplak” dediği kesimin kaldığı yerler bakımsızlıktan insanın
yüreğini kaldırmazdı. Bu duruma içerlemeyen nedense hep yönetici kesim olurdu.
Ağır
kokulardan midesi kalkmıştı Kadı Cemalettin’in. Ayakları ıslanmış neredeyse
dizine kadar çamura gömülmüştü. “Lahavle kuvvete illabillah!” diye söylendi
çaresizlikle. Tek gözlü sıra sıra evlerin baştan dördüncüsünün önünde durdu.
Kapıya vurdu “Destur var mı?” dedi. Yirmili yaşlarda pala bıyıklı genç gürbüz
bir erkek kapıyı açtı. “Bu damat olmalı!” diye düşündü Kadı. Kapıyı açan adam
şaşırmıştı. Yeni gelen kadı kapılarında akşamın bu vaktinde ne arıyor
olabilirdi? Hem de bugün olup bitenlerden sonra. “Buyurun Kadı efendi” dedi
adam.. içeri gireceğine ihtimal vermeyerek “Bir emriniz mi vardı?” diye
sürdürdü konuşmasını.
“Şey..”
dedi Kadı. “Yusuf Usta burada dinleniyormuş diye duydum. Durumunun öğreneyim
dedim.”
İçerden Değirmenci Yusuf’un bitkin sesi,
“Doğan aruz ediyorlarsa kadı efendiyi içeri al.. niye kapıda bekletirsin?”
Doğan yan durup Kadı’yı içeri buyur etti. Dar üç adımlık sofadan geçip
oturdukları odaya Kadı önde Doğan arkada girdiler.
Odanın
en dip köşesinde Yusuf usta eski bir yatakta yatmaktaydı. Sağ tarafta bir kapı
başka bir odaya açılıyor olmalıydı. Kapının yanında yaşmaklı genç bir kadın
saygı ile duruyordu. Yusuf usta inleyerek doğrulmaya çalıştı. Kadı hemen yanına
varıp “Rahatsız olma usta.. ben şöyle bir hal hatır sorup gideceğim..” dedi.
Yusuf’un yataktan kalkmasını engelledi. Etrafına bakındı. Doğan kapı yanında
saygı ile duran karısına işaret etti. Kadın kapıyı açıp karanlık odaya girdi.
Kapıyı kapattı.
Yusuf, Kadı’ya eliyle yanı başındaki minderi gösterip, “Buyurun şöyle oturun.
Kusurumuza bakmayın.. ne tahtımız, ne koltuğumuz ne sandalyemiz vardır..
buyurun oturun!” dedi Kadı kendisine gösterilen mindere oturdu. Çocukluğu,
kendi ailesi gözleri önünde belirdi. Kendisi de böyle bir evde doğmuş on iki
yaşlarına kadar yaşamıştı.
Köyün
imamı babasına, “Maşallah bu senin oğlan pek akıllı pek zeki.. gel bunu
payitahta gönderelim.. okusun bizim köyden de bir kadı, bir molla çıksın.. gel
sözümü dinle.. çiftte çubukta heder etme oğlanı!” demişti. Babası zor bela
kabul etmişti. Abisi de destek çıkmıştı. İkisini de rahmetle andı.
“Ben de böylesi bir evde doğup büyüdüm Yusuf
ustam.. konaklarda büyümedik.. yer döşeğinde yatıp, yer minderinde oturduk!”
dedi gülümseyerek.
“Eh
madem öyle.. bir ekşi ayranımızı da içersiniz!” Kadı’nın cevabını beklemeden
“Doğan kızıma söyle de birer bardak ayran hazırlasın!”
Kadı,
“Zahmet etmeyin!” dese de Doğan hanımın biraz önce çıktığı kapıya yöneldi.
Odadan çıktı. Yusuf Usta, “Densizliğimi bağışlayın hocam.. açsanız bulgur
pilavı vardı.. patatesli.. kızım diye demiyorum pek lezzetli yapar..”dedi
“Yok..”
dedi kadı, “Tokum elhamdülillah..”
Sustular.
Bir süre sonra bakır bir tepside iki toprak bardak ile ayran dolu sürahi elinde
içeri girdi Doğan. Tepsiyi önlerine bırakıp ayranları doldurdu. Önce Kadı’ya
sonra ihtiyara uzattı bardakları. Geri çekilip saygıyla biraz uzaklarında oturdu.
Kadı ayrandan bir yudum aldı:
“Yusuf Usta elimden fazla bir şey gelmedi.
Kusura bakma. Gönül isterdi ki cezaya tümden mani olayım.. ama olmadı.”
Yusuf Usta,
“Hiç dertlenme Kadı efendi.. sağ olun var olun..” dedi gülerek. “Hiç değilse bu
yaşta falakaya yatmadık.. sebeb-i ziyaretinizi öğrenmeyi dilememin bir mahzuru
var mı?”
“Yok..
hem özür dilemek.. hem de sancak hakkında konuşmak istedim. Senin durumunla
ilgili görüş bildirenler hakkında da.. seyfiyenin tamamı neredeyse iddianın
aleyhindeydi. Bir de Sadreddin Efendi olayı var..”
Son
sözler üzerine Yusuf Usta öfkeyle doğruldu..
“Sadreddin
efendi mi.. bak a Kadı efendi.. şimdi olmadı.. hani ziyaretinle gönlümde taht
kurdun.. ama şimdi o taht kaydı gitti altımdan.. hem seninle ilgili
duyduklarımı da silkeledi bu sözlerin..”
Kadı, şaşkınlığını
gizlemeye gerek duymadan sordu:
“Ne duydunuz hakkımda? Hhem niye böyle
celallendiniz Sadreddin efendiyi duyunca.. iftiraya uğramadığı ne malum?”
Yusuf
Usta başını sallayarak, öfkeyle konuştu:
“Olmadı Kadı efendi.. olmadı.. sizin için
adil, hakkaniyetli biridir, demişlerdi de onun için huzura gelmeyi göze
almıştım.. yoksa dayak meraklısı değilim. Ne işim vardı benim huzurda? Sizi
merak ettim.. babasına bile eyvallahı olmaz dediydiler.. ama şimdi bir
haramzadeye ne olduğunu soruşturan biri var karşımda.. zavallı Mahmut efendinin
kanını soracak yerde rüşvetçinin, hak nedir bilmezin, adaleti keseye göre
dağıtanın ahvalini soruyorsunuz.. yakışmadı size Kadı efendi.. isterseniz siz
de şimdi falakaya yatırın.. çağırın subaşını, alaybeyini yatırsınlar beni
falakaya canım bundan fazla yanmaz.”
Hınçla
bakıyordu Kadı’ya. Kadı gözlerini kaçırmadan, vakarını kaybetmeden tane tane
konuştu:
“Bak
Usta.. yaşına hürmeten burdayım.. haramzade dediğin kişiyle odamı paylaşmışım,
bir dilim kuru ekmeği.. ne soğuk gecelerde ısınmak için birbirimize sarılıp
yattığımız bir insanı sorarım ben. Mert, dürüst bir insanı sorarım.. bir insan
böyle değişir mi? Beni yıkan budur.. içim der ki iftiraya uğradı.. değiştiğini
kabul edemeyişimdir sorduran.. her sorduğum kişi nerdeyse aynı sözü söyledi..
bu da beni harap etti. Can-ciğer olduğum, dürüstlük abidesi bildiğim bir
insan.. keşke ölseydi..”
Olduğu
yere çökmüştü adeta. İki büklüm olmuştu Kadı Cemalettin.
Yusuf
usta durumu anlayınca nasır tutmuş damarları fırlamış titreyen elleriyle Kadı efendinin
ellerini tuttu: “Vallahi bilmiyordum.. vallahi şimdi senden çok üzüldüm.
Bilirim böylesi yıkılmayı. Bağışla tez canlılığımı.. inan senden çok üzüldüm.
Demek Sadreddin efendi arkadaşındı. Namusluydu he.. vah kahpe dünya..”
Gözleri
dolmuştu Kadı Cemalettin’in. Yusuf ustanın sıcacık ellerini sıktı:
“O da
sizin benim gibi yoksul bir köylünün evladıydı. Hem yetim hem öksüz kalmış,
çobanlık yapmış, itilip kakılmış.. nasıl olmuşsa olmuş payitahta gelip
medreseye sığınmıştı. Dedim ya çok dürüst, çok ilkeli biri idi.. bazen eşraftan
biriler talebelere yiyecek, giyecek türü hediyeler getiriri birer ikişer
dağıtırlardı. Biz üç dört arkadaş öyle zamanlarda kaçardık.. bizi hediye
almaktan men eden de Sadreddin Efendi idi.. şimdi sen söyle Yusuf Usta ben
nasıl onun bir haramzade olduğuna, haklıyı keseye göre belirleyen biri olduğuna
inanayım.. nasıl?”
“Haklısın
Kadı efendi.. haklısın.. keşke iftira olsa diyebilirim artık rahatlıkla.. ama
değil. Yaranı daha fazla deşmeyelim.. başka şeylerden söz edelim dilersen.. kasabanın
dışına hiç çıktınız mı? Gerçi daha birkaç gün oluyor geleli ya..” diye sordu.
Kadı
Cemalettin:
“Dediğin
gibi birkaç gün oluyor geleli.. fırsatım olmadı. Ama nasip ise her tarafı
bihakkın gezmeyi düşünüyorum.. Merhum Mahmut Efendiyi sor demiştin.. eşkıya
katletmiş diye duydum.. şimdilik söylenenlere inanmaktan başka bir şey gelmez
elimden. Kiziroğlu denen eşkıya tarafından katledilmiş..”
Doğan
Kiziroğlu adını duyunca yerinden kıpırdadı. Kayınbabasıyla bakıştılar.
Kayınbabanın Doğan’a göz edişi Kadı’nın gözünden kaçmamıştı.
Yusuf Usta
boğazını temizledi. Ayrandan bir yudum daha aldı.
“Her
söylenene inanmıyorsunuzdur herhalde he Kadı Efendi..”
“Elbet
her söylenene inanmayız. Ama her söyleneni dinlemek te boynumuzun borcudur.
Kimin söylediğine değil ne söylendiğine bakarız. Anladığım kadarıyla sizin de
söyleyecekleriniz var..” deyip damadı ve Yusuf ustayı ayrı ayrı süzdü.
Damat’ın
öfkelendiği her halinden belliydi. Yusuf Usta yılların verdiği tecrübe ile
temkinli davranıyordu.
“Var!”
dedi Yusuf Usta.. “Var ama.. vakitsiz öten horozun başını keserler meselince
erken olduğunu düşünüyorum. Vakti olduğuna karar verdiğimizde biz de açarız
ağzımızı.”
Kadı
Cemalettin söylenenlerin altındaki gerçeği fark etmişti. Henüz kendisine
güvenmediklerini söylüyordu dolaylı yoldan. Güvenlerini kazanamamıştı besbelli.
Kararını verdi doğrudan doğruya konuşacaktı.
“Anlıyorum”
dedi. “Anlıyorum bir bardak ekşi ayranınızı içmeyi kabul edişimle, yanı
başınızda diz çöküp oturuşumla emniyetinizi kazandığımı düşünecek kadar saf
değilim. İtimat etmelisiniz. Hem de hemen şu an. Ben bütün samimiyetimle
buradayım. Size ve sizin gibilere yapılanlara göz yummam. Dün yummadım. Bugün
yummadım. İnşallah yarın da yummayacağım. Bunun için de sizlerin yardımına
muhtacım. Dediğim gibi ben kimin değil ne söylendiğine bakarım. Kişiyi değil
sözü dinlerim. Söyleyeni sözüyle değil ameliyle ölçer biçerim. Buna çalışırım.
Beylik, payitaht bana buralarda bir eşkıyanın varlığından söz etmiştir. Ve o
eşkıyanın da şer-i şerif’in temsilcisini katlettiğini söylemişlerdir. Bunu
söyleyen tek kanattır. Sizler bildiklerinizi söylemezseniz hem ben hem payitaht
bize söylenenin doğruluğuna hükmeder öyle amel ederiz. Bilirim kimi beyliklerde
gerçek eşkıya beydir. Ve tebaadan gözü kara kimi yiğitler bu zulme isyan eder baş
kaldırır. Onlar davalarında haklı olsalar da benim nazarımda haksızdırlar.
Haksızdırlar zira hak-hukuk intikamla alınmaz. İntikam yerine adalet peşinde
koşulsa hem böyle zalim beyler bir daha iş başında olmaz hem kendileri eşkıya
diye anılıp darağacına gönderilmez. Kan davası gütmek gibi bir şeydir bu. Bu
dahi dinimizce haramdır. İşte ben dedim diyeceğimi. siz dahi söylemelisiniz!
Yoksa iki dünyada da elim yakanızdadır!”
Sürahiye
uzanıp boşalan bardağını doldurdu Kadı. Biri iki yudum aldı. Suskunluğuyla sözlerinin
etkisini tartıyordu. Yusuf Usta iyice doğruldu yatağında. Onun da bardağı
boşalmıştı. Kadı Yusuf ustanın bardağını da doldurdu. Doğan sinirli sinirli
dudaklarını kemiriyordu. Kayınbabası Kadı’nın doldurduğu bardaktan güçlükle bir
yudum içti.
“Doğru
söylersin Kadı Efendi.. intikamla hak-hukuk olmaz.. ama hak-hukuk hak ile
yeksan olmuş ise çaresiz kalır insanlar.. bu dahi bir hakikattir. Sordun
söyleyelim öyle ise.. bakalım adaletin terazisi tezekten midir değil midir..
görelim. Kadı Mahmut Efendi’yi Kiziroğlu değil Sancak beyi öldürmüştür. Hem de
bizzat kendi eliyle öldürmüştür. Konağında oğlunun gözleri önünde yapmıştır
bunu. Oğlu zevzeğin hafif meşrebin biridir. Çengilere bu hadiseyi övünerek
anlatmıştır. Çengilerden de ben bir şekilde öğrendim. Nasıl ispat edebiliriz?
Oğlu babası aleyhine şahitlik eder mi? Ha bunu duyan çenginin şahitliği adalet
önünde makbul mü? Bey’in sözüne karşılık benim ve bir çenginin sözü.. bunu
hangi mahkemeye taşıyabiliriz ki? Sizin dahi gücünüz yetmez.. hayal görmeyin Kadı
efendi.. hayal görmeyin sonunuz Kadı Mahmut efendinin sonu gibi olur. Ne subaşı
ne alaybeyi ne sipahi ne seyfiyenin diğer azaları Sancak Beyi’nin mahkemeye
çıkarılmasına rıza gösterir.. birlik olur sizin başınızı da yerler. Payitaht
onlara inanır.. onların yanında yer alır.. siz de biz de çırpındığımızla
kalırız.. bu böyle değil, diyebilir misiniz?”
Kadı
Cemalettin bu tür sözleri ilk bu sancakta işitmiş değildi. Uykularını kaçırtan
gerçeğin ta kendisi sözlerdi.
“Ben bu
oyunu bozacağım.. siz hiç tasalanmayın! Beni Kiziroğlu’yla buluşturun..”
Yusuf Usta
başını salladı:
“Kiziroğlu
kim bilir hangi dağın hangi köşesini yurt edinmiştir.. biz ne bilelim yerini de
sizi buluşturalım?” diye karşılık verdi Kadı’nın sözlerine. “Bizi sana yanlış
tanıtmışlar.. ne tanışıklığımız vardır ne kendisini gördüğümüz.. ha sancaktaki
her beni adem gibi biz de adını duymuşuzdur. Size kim ne söylediyse yanlış
söylemiş!”
Kadı
ayağa kalktı. “Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim.. sizin hakkınızda
kimseden bir şey duymuş değilim.” deyip Doğan’a baktı. Doğan da ayağa kalkmış
elleri bağlı başı eğik kapının kenarında duruyordu. “Hani olur a.. bir tanıyan
vardır.. siz onu tanırsınız. Ağzı sıkı ser verip baş vermeyecek bir olmalı.
Bizi buluşturmalı. Bir de onu dinlemeliyim. Ondan sonra da bakalım terazimizi
tezek midir değil midir, cümle alem görsün. Şimdilik Allahaısmarladık. Geçmiş
olsun Yusuf usta!” dedi kapıya doğru yürüdü.
Doğan
kapıyı açıp misafirini geçirdi. Gelip Yusuf Usta’nın yanı başına oturdu. “Baba
bu Sancak beyinin bir oyunu mu, dersin?!” diye sordu.
Yusuf
usta başını salladı. “Yok kadı hakkında iyi şeyler duydum. Gerçekten adil bir
insan imiş.. ama insan bu.. işte kendi ağzından arkadaşını duyduk. Biz tedbiri
elden bırakmayacağız elbet.. ama Kiziroğlu’na da durumu bildirmeliyiz.. şu
Şeref denen şerefsiz çıkıp babası aleyhine şahitlik yapsa var ya.. değme
keyfimize.. şimdi sen atla atına doğru Hüsam Dayı’nın yanına var.. ve Kadı’nın
isteğini durumu etraflıca anlat. Bakalım Hüsam Dayı Kiziroğlu ne der nasıl bir
yol takip ederler.. biz bize düşeni yapalım. Hadi davran!”
“Baş
üstüne Baba!” deyip odadan çıktı Doğan. Yusuf Usta’nın kızı babasının yanına
gelip tepsiyi topladı. Babası yeniden yatmıştı. “Allah rahatlık versin baba!”
dedi idareyi söndürdü. “Sana da kızım.. sana da Allah rahatlık versin!”
Puran Tilmiz, 11.10.2013, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar