“Ve ben gençliğin sona erdiği bugünlerde bile
kurban bayramının ilk günü pişirilmiş o eti özlerim. Annem öldüğünden beri o
lezzette yemedim eti.”
Bir fotoğraf var albümümüzde. Rahmetlik babam,
ayağında şalvarı, başında elde örülmüş başlığı (takke, o başlık derdi) elinde
kurbanı kesecek bıçak, bizim evin büyük şehzâdesine kızıyor; öylece çekmişim. Şehzâde
daha o zaman 5-6 yaşlarında. Babam, yaklaş diyor kurbana, o geri çekiliyor
çatılmış kaşlarıyla. Bir yandan da gözleri kurbanda. Bizim birader de
şehzâdenin yanında.
Ki; birader çocukken kurban kesimi esnasında
ortadan kaybolurdu, ben babama yardım ederken. Kurban’ın bacakları tutulacak
derisi yüzülürken, su lazım olacak el yıkamak için, sini, tepsi gelecek
velhasıl bir getir-götür işi yapacak eleman şart, ama birader ortada yok.
Kurbanın derisini babamla beraber yüzerdik; babam deri yüzme işi bitince,
kurbanı hep beraber çengele asmamız için yardım ister, sonra bizi
uzaklaştırırdı çevresinden.
Satır çalışacak,
butlar, kollar ayrılacak, sırt omurganın ortasından ayrılacak; satır elden fırlar, inerken habersiz birine
çarpar, falan. Emniyet tedbirleri almadan çalışmazdı babam. Allah rahmet etsin
ona; yarın onsuz beşinci kurbanı keseceğiz. Kurbanı kesen bizim birader olacak,
ona yardım eden de bizim şehzâde. Tabi şimdi 16 yaşında. Bu akşam evde yok;
biraderin evine, dede evinde kalmak için gitti. Ve bana soruyor giderken, “Baba
kurban keserken hangi kıyafetimi giyeyim?” Şaşırdım, tabi. Ona amcana yardım et dememiştim hiç.
Ben mi? Ben çok uzun süreden beri kurban
kesemiyor ve yüzemiyorum. Sebebi basit; kurbanın kafasını kesmek hariç her
türlü işini yapıyordum babama yardım ederken, bir gün babam “Al sen kes!” dedi;
aldım kestim kurbanı tekbirlerle besmeleyle; ancak bıçak biraz ters gitmişti. Babam
gibi kolaylıkla kesememiş ve babama bırakmıştım işin kalan kısmını. Babam da çaresiz
kesim işini tamamlamıştı. Hayvan biraz acı çekmişti. Bir daha da kesmeye
yeltenmedim. Bildiğim bir iş değildi, kasap değildim, olmayacaktım ve her zaman
bir kesen bulacaktım. Mecbur kalınca da kesebilirdim elbette. Ama bir türlü
kesmek gelmedi içimden. Hele bir de büyük şehzâde doğduktan sonra tavuk bile
kesmek istemedim.
Hüzünlendim yine.
Babam’dan sonra bizim kaçak birader kurbanı
kesmeye ve yüzmeye başladı, alıştı diğer her şeye alıştığı gibi. Bazen bana
sitem ediyor, ama ona bir sürü yardımcı bulup sıyrılıyorum işten. Şimdi de büyük
şehzâde gönüllü bu işe. Onun o zamanki çekinik hâlini hatırladım, gülümsedim. Demek
travma yok. Var diyenlere iki büyük şaka, bizim birader ve bizim şehzâde. Ben?
Yok ben travma örneği değilim; galiba kasaplığı pek fazla sevmiyorum.
Fotoğrafa döneyim. Babam söylene söylene
kurbanı kesti. kanına dikkat ederdi, lağıma değil toprağa aksın, diye. Ben uzun yıllar boyunca bayramlarda Adana’ya geldiğimden birader
kesim işini iyice kavramıştı. Babamla birlikte yüzdüler, parçaladılar. Her zamanki
geleneksel alışkanlıklarla etler sinilere dolduruldu. Babamla annem (Allah
ikisine de rahmet etsin) et dağıtılacak evleri sayarlar ve etleri gözleri de
doyuracak şekilde paylaştırırlar ve kız kardeşlerimize vererek hemen
dağıtırlardı. Kurban eti gönderdiğimiz evler de bizimle beraber eş zamanlı
olarak et yesinler diye.
Güzel annem hemen butun birinden en lezzetli
parçaları keser, kağıt gibi incelterek sacın üstünde pişirirdi. Etrafına
dizilir neşeyle yerdik bu sevgiyle pişmiş eti. Bizim evde et hep öyle pişti
doğal ateşte. Hiç mangal yakmadık. Ve ben gençliğin sona erdiği bugünlerde bile
kurban bayramının ilk günü pişirilmiş o eti özlerim. Annem öldüğünden beri o
lezzette yemedim eti. Kız kardeşlerim, ablalarım aynı şekilde pişirmeye çalışsalar
da aynı el değildi, aynı lezzet değildi.
Daha sonra birçok şehirde yaşadım. Kurban kesmeyen
şafi mezhebinden müslümanlar, kurban kesmeyen laik semtler ve kurban kesen elit
kesimler gördüm. Hiçbirinde bizdeki gibi güzel geleneksel alışkanlıklara
rastlamadım. Buzluklara, derin donduruculara, kıyma için kasaba giden etimiz
olmadı hiç; bayram bitince et de biterdi bizim evde. Misafirlere ikram edilir,
hiçbir misafir et yemeden kalkmazdı soframızdan. Oysa herkesin evinde birkaç ay yenirdi o et,
dağıtılmadığı ya da çok az dağıtıldığı için.
Hatırlıyorum. Çocukken de misafirliğe
gittiğimiz evlerin çoğunda et ikram edilmezdi. Ancak yakın akrabalara gidince ikram
edildiğini görürdük. Şimdi durum daha vahim; kesenler küçük kemikli parçalar
gönderiyorlar, kesmeyenlere. O da ancak yemeklerde et tadı verecek kadar. Kebaplık
et neredeyse hiç gitmiyor yoksullara. Düşünün yoksulun evini; buzluk az etli
kemiklerle dolu. Neyiniz eksilir kebaplık et de gönderseniz? Madem kurban
kesebiliyorsunuz, o halde et de satın
alabiliyorsunuz demektir. Varsın bayramda dolabınızda et artmasın, maksat zaten
yoksul sevindirmek değil mi? Kemikle mi sevindireceksiniz?
Bayramdan bayrama midesine et giren
milyonlarca insan var. O Kurban kesmeye karşı çıkanlardan beklerdim aslında. “Siz
kurban kesmeyin, biz tüm yoksulların et ihtiyacını karşılarız!” desinler kurban
kesmemize karşı çıkarken. Hani sosyal adalet falan derler ya. Süslü vakıflarda
kardelen yetiştirirler, Lösemili çocukların sırtından geçinirler ya. Et
tüketimi ile ölçülüyor ülkelerin zenginlikleri. Tarih boyunca pahalıydı et,
halen de pahalı. Bırakın, karışmayın kurbanımıza da sizin yok saydığınız
yoksullarla paylaşalım bayramımızı.
Evlendiğimiz zamanlardı. Kurban kesemediğimiz
bir yıldı; gurbet illerden birindeydik. Arkadaş-dost kesmişti, bizim de
kesmediğimizi biliyorlardı. Biri göndermiş, diğerleri hiç hatırlamamışlardı
bile. Gönderen de sırttan bir kemik, o kemikten sarkan birkaç parça et
göndermişti. O kadar çok dokunmuştu ki bu bana. Gidip kasaptan et satın
almıştım.
Çocukluk zamanlarıma döneyim tekrar. Kurban
derisinin sözleri alınırdı önceden. Her gelene söz verilmişse, sözüm var
denirdi; kimse de ısrar etmezdi. Devletin THK eliyle zorla el koyduğu dönemler
dâhil kurban derisini hep camiler için toplayanlara verdi babam.
O fotoğraf hâlâ gözlerimin önünde. Babamla aynı
adda bizim şehzâde. Yarın babam ve oğlum biraderimle kurban kesecekler, inşallah.
Burulmaz mı içim?
Sevinmez mi?
Allah hepimizin kendi rızası için kestiği
kurbanları kabul etsin, bayramımızı mübarek etsin… Mazlum kardeşlerimiz için de
bize fırsat versin.
Doğa Toprak, 14.10.2013, Sonsuz Ark