Kiziroğlu Mustafa Bey
-6-
Bodur
Hamza, Kizir köyünde eli kılıç tutan hiç kimsenin kalmadığını, köyde bıyığı
terlemiş birkaç gençle yaşı altmışın üzerinde ihtiyarın olduğunu öğrenmiş,
fırsat bu fırsat deyip yirmi kadar atlıyla köye doğru yola çıkmıştı. Muhakkak
köyün eli kılıç tutan kişileri Kiziroğlu’nun yanına gitmişlerdi, bu da
Kiziroğlu’nun ölmediğini belgeliyordu. Ölmediği ve yaralı olduğu kesindi, yoksa
ne diye köyün insanları bir anda ortadan kaybolsunlar? Gidip geçmiş olsun
dileklerini ileteceklerdi. Yaralı hem de ağır yaralı olmalıydı. Kıytırıktan bir
durum olsa başka türlü olurdu. Şimdiye çoktan evini, çiftliğini basardı
eşkıya.. ne Sancak Beyi’ne ne diğerlerine danışmadan köye gidip Kiziroğlu'nun
yerini köydeki acuzelerden öğrenecek ve ani bir baskınla eşkıyayı ya esir
alacak ya da öldürecekti. Bu pek kolay görünmüştü gözüne. Azarlanmaktan, alay
edilmekten bıkmıştı. “Böyle yaşamaktansa ölmek yeğdir!” diye söylenip durmuştu
bütün gece.
Köyle
vardıklarında köyün müezzini ikindi ezanını okuyordu. Adamlarına atlarından
inmesi için işaret verdi. Yirmi atlı atlarından inip on, on beş dakika kadar
dinlendiler. Tekrar Bodur’un işaretiyle atlarına binip dörtnala camiye doğru
sürdüler atları.
Namazı
bitiren üç beş ihtiyar camiden çıkıyorlardı. İmam en son çıktı. Bodur Hamza
çıkanları cami duvarına yaslamış, kendisini bekliyordu. İmam ağır ağır atın
üstünde kendini bekleyen Bodur’a yaklaştı. Eliyle duvara yaslandırılan
ihtiyarları gösterip sordu:
“Hamza Ağam nedir bu hal Allah aşkına?.. yazık
günah değil mi bu ihtiyarlar yaptığın?.. eşkıya yapmaz senin yaptığını!”
Bodur
Hamza atı imamın üzerine sürüp, “Sus bire melun.. başındaki sarıktan utan..
eşkıya senin ceddindir.. ya bana eşkıyanın inini söylersiniz ya da aha sizi bu
köy meydanında falakaya yatırır geberinceye kadar köteklerim.. yetti.. aha
burama kadar çıktı!” dedi boğazını göstererek.
Adamlarından
bir kaçını Kiziroğlu’nun dul anasıyla kız kardeşinin yaşadığı eve gönderdi.
Eşkıyaya unutamayacağı bir ders vermeyi aklına koymuştu. El mi yamandı bey mi?
Alem görecekti. Bundan kelli eşkıyayı oturup çiftliğinde konağında
beklemeyecekti.
Kırçıl
sakalını sıvazlayıp kuşağından bir kese çıkardı. Kendisini nefretle süzen
ihtiyarlara gösterip, “Bu kesede elli altın var.. eşkıyanın yerini
söyleyenindir bu hazine. Size kalmış. Ya falaka ya hazine! Sabrımı yeterince
zorladınız.” diye bağırdı.
İmam
ellerini göğe kaldırıp dua eder gibi yaptı. Bodur öfke ile atı imamın üzerine
sürüp yere düşürdü:
“A, it soyu; aklınca yukarı şikayet ediyorsun
he.. benden yukarısı yok bunu iyi belle!”
Kiziroğlu’nun
kız kardeşi Elif, kom evinden köye doğru gelirken atlıları görmüş, bir kayanın
arkasına sinmişti. Az ilerden geçen atlıların abisi için geldikleri ortadaydı.
Durumu bir şekilde Kiziroğlu’na bildirmeliydi.
Atlılar
geçip gittikten sonra yeniden koma doğru koşarak yola çıktı. Değirmenci belki
de dönmüştü. O ne eder eder abisine durumu iletirdi. O zalimler köyü yakıp
yıkmadan birileri belki imdatlarına gelirdi.
“İnşallah dönmüş olsun!” cümlesi döküldü
ağzından. Soluk soluğa vardı değirmene. Kimsecikler yoktu. Kapının önüne çöktü
için için ağlamaya başladı. Gözyaşlarını tutamıyordu. Zavallı yaşlı anasına kim
bilir nasıl işkence edeceklerdi..
Ayağa
kalktı sağa sola bakındı. Bir köye gitmek için hamle yaptı bir dağ yoluna..
çaresizdi. Çaresizlikle
yeniden değirmenin kapısının önüne çöktü. Başını iki eli arasına alıp, “Vah
benim garip anam.. benim anam garip anam..” diye inledi. Aynı sözcükleri
yineleyip durdu.
Akşam
olmak üzereydi. Bir üşüme gelmişti üzerine. Değirmenin kapısını açıp içeri
girdi. Değirmencinin kerevetine çıkıp oturdu. Durup durup ağlıyordu. Anası
aklına geldikçe yüreği burkuluyordu. Abisinin yerini bilse uzakta olsa
gidecekti. Bilmiyordu ki. Hem ağır yaralı abisi ne yapacaktı ki?
Karma
karışık düşüncelerle zihni allak bullak olmuş bir o yana bir bu yana bakıyor,
etrafa kulak kabartıyordu. Karanlık iyice bastırmıştı; derenin zayıf sesinin
verdiği azıcık bir güven duygusu, yorgunluğun, çaresizliğin itkisiyle uyuya
kalmıştı. Korkulu rüyalar görüyordu.
Bir
yangının ortasında kalmıştı. Dört bir yanı alevlerle çevriliydi. Ne yana koşsa
orada dev alevlerle karşılaşıyor, yüz geri dönüyordu. Annesini gördü. Yüzü
kireç gibi bembeyazdı. Annesine koştu sarıldı. Annesi elini öpmek için hamle
yapmış, Elif şaşırmıştı. Annesinin elini zorla alıp öpmüş, “seni çok özledim
ana!” demişti. Sıcacık elleriyle saçlarını okşamıştı kadın. Yüzünde gülücükler
vardı.
Alevler
kendilerine yaklaştı yaklaşıyordu handiyse. Alevlerin gerisinde abisini gördü.
Abisinin üstü çıplaktı. Cepkeni gömleği lime lime olmuştu. Boynunun sol
tarafından göğsüne doğru kan sızıyordu. “Abi.. abi!” diye haykırdı. Kendi
haykırışına uyandı. Gözlerini karanlığa alıştırıp etrafına bakındı. Kulak
kabarttı. Derenin sesinden başka bir ses duyulmuyordu.
Acaba
köyde neler oldu, diye düşündü. Yeniden için için ağlamaya başladı. Değirmenden
çıktı. Köye gitmeye karar vermişti. Yarım ay ortalığı pek güzel aydınlatıyordu.
Bir iki adım atmıştı ki bir atlının geliş sesini duydu. Yeniden hızla değirmene
koştu. Değirmene girdi. Kapıyı usulca örtüp buğday çuvallarının arkasına sindi.
Atlı,
değirmenin önünde durmuştu. Acaba köye gelenlerden biri miydi? Kendisini mi
takip etmişlerdi. Bilemiyordu. Ama köye gelenler olsa, kendini takip etmiş
olsalar bu kadar geç varmazlardı buraya..
“Belki
de Yusuf Amca’dır!” diye geçirdi içinden. Ama ne olur ne olmaz diye iyice pustu
olduğu yerde. Yusuf Usta ise değirmene girer, idareyi yakar o zaman kendisi de
ortaya çıkardı. Kıpırdamadı. Birden kapının aralık olduğunu fark etti.
“Kahretsin.. niye zırzalamadım ki?” diye kendi kendine lanetler savurdu.
Atlı
kapının önünde durmuş olmalıydı. Atından indi. Gölgesi içeriye taşmıştı. Burada
olduğunu anlamış olmalıydı gelen her kimse. Bir adamın sesi yankılandı. “İçerde
kim var.. kimdir mekanımıza destursuz giren!”
sevinçle bulunduğu yerden çıktı Elif. Bu değirmencinin damadı Doğan’dı..
Ağlamaklı
bir sesle “Benim Doğan ağam.. ben Elif..” dedi dışarı fırladı. Adamın boynuna
sarıldı şaşkınlıkla.
Doğan bu
ürkmüş korkudan perişan olmuş genç kızı geri tuttu:
“Neyin
var senin böyle Elif.. ne oldu sana?”
Elif
ağlamaklıydı:
“Köyümüzü bastılar.. sanırım ağamı
arıyorlar..”
“Kim
bastı? Kaç kişiydiler..”
“Kim
olduklarını fark edemedim.. ben kom evinden köye dönüyordum. O zaman
karşılaştım. Bir kayanın arkasına sindim. Yakınımdan geçtiler ama korkudan
bakamadım. Onlar köye girince ben de Yusuf Usta’ya geldim. Ondan ağama haber
götürmesini isteyecektim.. bekledim belki yakında gelir diye.. ama gelmedi..
ağamın nerde olduğunu bilsem yürürdüm.. nerede olduğunu bilmediğim için
değirmene girdim.. Burada kaldım!”
“İyi
etmişsin” dedi Doğan.. “O yolu yaya alamazdın.. Babam huzura çıkmıştı bugün..
neyse uzun hikaye.. sen onların geçip gitmediğine emin misin?”
“Eminim.. ezan okunduğunu duyunca durup
namazın bitmesini beklediler.. öyle girdiler köye.. hemen gidip ağama haber
verelim he Doğan ağa..” kolundan çekiştiriyordu Doğan’ı.
Doğan, elinden
geldiğince sakinleştirmeye çalıştı:
“Gecenin
bu vaktinde.. atım ikimizi taşıyamaz.. sen burada kalmalısın.. ben durumu
Kiziroğlu’na anlatırım.. gönlünü ferah tut, ağana yaraşır metanet göster.. hadi
şimdi değirmene girelim. Sen Babamın yatağında yatarsın ben sabah olmadan
gelirim..”
Elif,
“Ama..” diyecek oldu. Yutkundu. Doğan haklıydı. Değirmene doğru yürüdüler.
Koşar adım ayak sesleri üzerine bir an durdular. Doğan yavaşça değirmenin
kapısını açtı. Elif’i kolundan tutup içeri soktu. Kapı aralığından dışarıyı
gözetlemeye başladı.
Elif
titriyordu.. fısıltıyla:
“Beni mi arıyorlar dersin ağam!” dedi.
Doğan
olanca dikkatiyle dışarıya bakıyordu. Kızın ses tonuna yakın bir sesle,
“Sanmam.. bu gelen yaya belki köyünüzden geliyordur. Sen geride dur sesini
çıkarmadan bekle! “ dedi.
Bir
erkek çocuğu değirmene az bir mesafe kala durdu kısık bir sesle: “Yusuf baba..
Yusuf baba içerde misin?” diye seslendi.
Doğan
bir süre yanıtlamadan durdu. Çocuktan başkası olup olmadığını kontrol ediyordu.
Elif sevinçle “Bu Mehmet Ali.. imam Nuri dayının yeğeni ..” diye bağıracak
oldu. Doğan eliyle kızın ağzını kapadı.
“Şişşt!” dedi.. “Bakalım yalnız mı?. başkaları
var mı? Acele etme.. ben şimdi dışarı çıkacağım. Sen kesinlikle dışarı
çıkmayacaksın.. belki bu tıfılı bilerek salmışlardır.. ben durumu öğreninceye
kadar sen kıpraşma!”
Elini
kızın ağzından çekti. Kıza daha geriye, çuvalların arkasına gitmesini işaret
etti. Elif gözden kaybolunca kapıyı yavaşça açtı. Bir ayağı dışarıda kapıyı
kendine siper ederek seslendi:
“Ne var
ne istiyorsun çocuk.. ne bağırıyorsun gece gece?”
Mehmet
Ali afallamıştı. Ses Yusuf Baba’nın sesi değildi. Korktu, gerisin geri
kaçacaktı ki Elif kapı önünde belirdi ve can havliyle kendisine doğru koştuğunu
görünce olduğu yerde kaldı “Abla.. Elif abla sen misin?” dedi ikisi birlikte
iki göz iki çeşme ağlamaya başladılar.
Doğan
öfkeyle başını salladı:
“Siz çıldırdınız mı? Ya birileri bu tıfılın
peşinden geldiyse..” diye çıkıştı.
Mehmet
Ali gözyaşlarını yenine silerek ağlamaklı konuştu: “Peşimde kimse yok ağam..
gittiler.. bizi serbest bıraktılar.”
Elif
Mehmet Ali’yi bağrına bastı “Ağlama balam.. ağlama.. ne oldu çok zarar verdiler
mi?”
Doğan
koşup yanlarına vardı. Her ikisini değirmene sürükleyerek, “Değirmende
konuşursunuz.. hele yürüyün!” diye çekiştirdi. Elif ve Mehmet Ali birbirlerine
sarılı değirmene girdiler. Doğan da içeri girip kapıyı kapadı. Yusuf’un
değirmendeki küçücük odasına geçtiler.
Doğan
kerevete oturttu genç kızı ve Mehmet Ali’yi. Mehmet Ali on iki yaşlarında var
yoktu. Ayakları çıplaktı. İhtimal çalılardan ayakları yaralanmıştı. Yaralarına
aldırmadan, “Elif aba.. büyük anayı fena dövdüler.. ağzından burnundan kan
geldi de öyle bıraktı uğrular.. anam büyük anayı bizim eve aldı. Yatırdılar..
dayımı da köyün meydanında atlarla yerlerde sürüttüler.. sonra da yanlarında
götürdüler.. eğer ağan gidip onlara teslim olmazsa her gün kırbaçlayacaklarmış
dayımı!”
Doğan
dişlerini gıcırdattı:
“Kim bu
deyyuslar.. ne cesaretle bunu yaparlar.. nereden bulmuşlar bu cesareti?” dedi.
Çocuğu
omuzlarından tutup “Söyle bakalım Mehmet Ali.. kimdi bu uğrular?” diye sordu.
“Anam
Bodur Hamza dedi.. taş attım o deyyusa ama erişemedi.. elim kırılsın..”
Taşı
attığı elini kerevete hızla vurdu cezalandırmak istiyordu isabet ettiremeyen
elini. Elif duyduklarında ötürü daha da perişan olmuştu, artık en yüksek
perdeden ağlıyordu.
Doğan’ın
ellerine sarılıp “Ağam, Doğan ağam biz köye gidelim.. anamı dünya gözüyle bir
daha göreyim.. sen de ağama durumu anlat.. tez gelsin.. o uğruların ocaklarını
başına yıksın!” diyerek ağlamasını sürdürdü.
Doğan
kızın başını okşadı.
“Siz
bence burada kalın. Büyük ana ne eziyetler yaşadı.. öyle bir iki kötekle
koyuvermez kendini. Ortalık iyice ağaranda birlikte gideriz. Ben gidip ağanı
bulayım, durumu anlatır hemen geri dönerim..” diye cevapladı. “Sakın sesinizi
çıkarmayın.. ben değirmeni üstünüzden kilitleyeceğim.. bir şey duyarsanız
olduğunuz yerden ayrılmayın. Benden başkasına cevap vermeyin.. anlaşıldı mı?”
diye tembihledi.
Çocuklar
başlarını salladılar. Doğan yanlarından ayrıldı. Değirmenin kapısını dışarıdan
kilitledi. Çocukların kısık da olsa ağlayışlarını duyar gibiydi.
Başını
salladı “Lanet olsun sana Bodur..” dedi.. “Lanet olsun.. bu yanına kâr kalır
sanma melun deyyus!”
Atına
atladı, dört nala dağa doğru sürdü atını.
Puran Tilmiz, 21.10.2013, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar