Kiziroğlu Mustafa Bey
-7-
Subaşı
yanına dört-beş atlı alıp Kizir’e doğru yola çıkmıştı. Bodur Hamza’yı
karşılamak, böylece sabah bey sorduğunda hazırlıklı olmak istiyordu. Hem Bodur
Hamza’ya da yaranmayı planlamıştı. “Köy dönüşü başı sıkışırsa yardımım
dokunur” diye kuruyordu. Eğer Bodur
Hamza’yı bulamazsa çığlık geçidinin ilerisinde çaybaşında çadır kuran Şeref Bey’in
işretine katılma niyetindeydi. Birkaç zamandır eşkıya yollarının üzerinden
çekilmişti. Kiziroğlu olmayınca adamları da kaybolmuştu.
Demek
bir ortadan kaldırsalar bu adamı her şey süt liman olacaktı. “Acaba öyle olur
mu?” dedi yüksek sesle. Yanındaki atlılardan Çopur Veli merakla, “Nasıl mı olur
Ağam?” diye sordu.. Subaşı güldü: “Kendi kendime konuşurum be Çopur..” sustu.
Arkadan
gelenlere baktı gülerek, “Bire namertler.. sakın kimseye ağzınızdan
kaçırmayasınız Subaşı dellenmiş kendi kendine konuşur olmuş diye.. yakarım ha!”
diye bağırdı.
Yoldaşları
da bu latifeye katılmış gülmüşlerdi. Çopur ciddi bir tavırla, “Aman ağam bizim
gibi delilere kim inanır ki?” karşılığını verdi.
“Umarım
Bodur Hamza fazla sert davranmamıştır köylülere.. ağam sen ne dersin bilmem,
ama bu bodurun aklı da akıl değil ha.. bilmez mi köylüleri kör bıçakla kesse
Kiziroğlunu ele vermezler.. benim aklım almıyor da bodurun nasıl aklı alıyor?”
Subaşı Çopur'u tersledi:
“İşte
senin aklın bu kadar.. elbet bilir ele vermeyeceklerini.. bilir de yaralı kurdu
ininden çıkarmak için yapar bunu.. Kiziroğlu kesin ağır yaralı. Köylüye
yaptıklarını duyunca saklandığı yerden çıkacak ve bodur da yarım kalan işi
tamamlayacak.. düşündüğü bu.. bunu sen akıl edemiyor musun?”
Çopur
huysuzlaşan atın başına eğilip okşadı:
“Bu ihtimalin dahi muhtemel olmadığını sezen
ben isem.. bodur’un işine aklım ermedi..”
Çopur
haklıydı. Haklıydı ama eşraf hakkında kendi adamları edep sınırlarını aşıp
konuşmalarını istemiyordu.
“Çopur..
Çopur!” dedi. “Bak derler ki yaz da isen kork ki önü kıştır.. kış ta isen sevin
ki önü yazdır.. bu sözümü iyi anla.. yerin kulağı vardır. Bodur Hamza hem
hatırı sayılır eşraftandır.. hem Sancak Beyimizin bibisi oğludur.. ya kulağına
gitse ki kapıkulları hakkında ileri geri konuşur.. bizim halimiz nice olur?”
“Haklısın
ağam.. biz bize yarenlik ediyoruz.. işte”
“Etmeyelim Çopurum.. etmeyelim.. bakarsın
atlar dile gelip konuştuklarımızı yetiştirmiş beye.. kime ne anlatırız. Bak ne
güzel yolumuzu aydınlatır ay.. ne güzel gökyüzü süslenmiştir yıldızlarla
onlardan konuşalım canın konuşmak istiyorsa.”
Atını
durdurdu. Bir at boyu arkalarından gelenler de durdu. Atının çevirip kendisini
izleyenlere, “Siz ne dersiniz ağalar.. haksız mıyım? Eşraf hakkında bize düşen
nedir?” diye sordu.
Hep bir
ağızdan, “Allah uzun ömürler versin.. Allah sağlık ve afiyet versin!” diye
cevapladılar.. Subaşı Çopur’a döndü gülerek:
“Bak
gördün mü.. yarenler ne kadar dikkatli ve hakikate tutkunlar! Ne dersiniz
burada biraz soluklanalım mı?”
“Siz
nasıl münasip görürseniz ağam” dedi Çopur. “Ama az ilerde ağaçlıklı bir yer
var.. dilerseniz orada konaklayalım.. sırtımızı ağaçlara veririz. Burası da
fena değil ama!” diye sürdürdü konuşmasını.
“Yok!”
dedi Subaşı. “Senin dediğin yer daha münasiptir. Deli düzün ortasında durup ne
edeceğiz?”
Atını
tırısa kaldırıp Çopur’un işaret ettiği yöne doğru sürdü. Diğerleri de peşi sıra
koşturdular atlarını.
Atından
ilk inen Çopur oldu. Atının yularını bırakıp Subaşının atının yularını aldı.
Attan inmesine yardım etti Macit’in. Macit Çopur’un sırtını sıvazladı..
“Güzel
yer.. hem korunaklı hem düz.. eh yerler de kuru.. bodur’u burada beklesek de
olur.. eğer dağın öte tarafından değil de düz yoldan gitmeyi aklederse mecburen
buradan geçecektir, değil mi Çopur?”
Macit üç
kişinin sarabileceği bir ceviz ağacının altına uzanmış, yularların kazığa
çekilişine refakat eden Çopur’a seslenmişti. İşini bitirip Macit’in yanına
vardı bir adım ötesine bağdaş kurdu.
“Doğru
dersin ağam.. ister istemez burada geçecektir. Ama pusudan çekinirse öte yoldan
gider.. hoş zora da pek gelmez ya eşraf kısmı..”
Sustu.
Yine potu kırdığının farkına varmıştı. Subaşı bıyık altından gülüyordu.
“Sataşmadan
duramazsın değil mi Çopur.. başına ne gelirse dilin yüzünden gelecek.. demedi
deme!”
Çopur başını önüne eğip, “Haklısın.. alışmadık
şeyde don durmazmış ağam.. benim ki de o hesap!”dedi.
“Boş ver
bunları!” dedi Subaşı. “Boğazımız kurudu.. üşür gibi olduk.. hem susuzluğumuzu
giderecek hem içimizi ısıtacak bir şeyleri olan var mı kırbasında..”
Çopur
bir ağacın altında halka etmiş arkadaşlarına baktı “Ulan Sülün Zeki” diye
bağırdı, cılız bir ses “Buyur ağam!” diye cevapladı Çopur’u. “Senin üzüm suyun
vardır.. hele bir iki maşrapa kap da getir.. ağamın boğazı kurumuş.. siz de
edep düstur neyim kalmamış.. hemen çömdünüz.. büyükleriniz ne halde umurunuzda
bile değil!”
Cılız
ses duyuldu:
“Estağfurullah ağam.. şimdi kırbayı açtım.. maşrapaları dolduruyorum.. siz içmeden bizim boğazımızdan dirhem geçmez vallahi!”
“Görüyorsun
ya ağam.. hepsi çenebaz!” dedi gülerek. Subaşı da katıldı bu gülüşe. “Eh
rehberleri sen değil misin? Armut dibine düşermiş değil mi ya!”
Sülün
Zeki iki maşrapa üzüm suyunu getirdi. Saygıyla önce Subaşına sonra Çopur’a
verdi. Geri geri giderken Çopur, “Az bekle Sülün!” dedi. Sülün Zeki olduğu yerde
elleri bağlı bekledi. “Bak ağam!” dedi Çopur subaşına. “Bu sülün var ya bu
sülün.. ne hindir sen bilmezsin.”
Subaşı
maşrapadan uzunca bir yudum alıp elinin tersiyle ağzını sildi gülerek baktı
sülüne..
“Bu
sülün, rahmetli Mahmut efendiye bu üzüm suyuna benzer elma suyu içirdiydi.. hem
de yüzü bile kızarmadan..”
Kahkahalarla
güldü. Subaşı kaşlarını çattı:
“Merhumun
arkasından bu ne edepsiz lakırdı.. hoş günahım kadar sevmezdim ama dini bütün
bir adamdı böyle bir şeyi içer mi? İftira etmeyin!”
“Dur
ağam hemen celallenme.. bak bir dinle!” diye karşılık verdi Çopur. “Bilerek
içmiş değil.. aha bu sülünün oyununa geldi de öyle içti. Kendisi anlatsın.. de
hele sülün.. ağama bir anlat.”
Sülün
müstehzi bir eda ile karşılarında güya sıkılmış gibi duruyordu.
“Hadi
nazlanma da anlat bakalım bu meseleyi!” diye emretti Subaşı.
Sülün
dudaklarını ısırdı.. başını kaldırmadan konuştu:
“Bir
halttır ettik.. ne zaman böyle bir araya gelsek Çopur ağam yad eder utandırır
bizi.. bile isteye yapmış değiliz ağam!”
“İyi
iyi.. hele anlat bakalım!” dedi çopur sülün de gülerek “yazdı. Yazın ey
zamanıydı. Birkaç arkadaş pazarın çıkışında gölgelik bir yerde oturuyorduk.
Kadı efendiyi gördük. Elinde irice bir mendil.. rahmetli çok terlerdi.
Yüzünün-boynunun terini silerek dolaşıyordu. Bizim önümüzden geçerken rastgele
Kadı efendi, dedim.. tabi saygıda kusur etmedik. Bir bize, bir ellerimizdeki
maşrapaya bir ortamızdaki testiye baktı. Eyvallah ağalar dedi, sonra da utana
sıkıla içtiğiniz nedir inşallah mazaratlı bir şey değildir, diye devam etti. Ben
gayet edeplice aman kadı efendi bizim o taraklarda bezimiz yoktur.. elma
suyudur.. biraz mayhoş.. sıcaktan olsa gerek.. ikramımız olsun içmez misiniz,
deyip temiz bir maşrapaya doldurup uzattım. Çekine çekine aldı. Kokladı.
İçmeden evvel bana ve diğer arkadaşları bir daha süzdü. Yavaş yavaş içti. Valla
hoşuna gitti. Bir şey anlamadı. Teşekkür edip bir de hayır duası etti.. yeniden
dolaşmaya çıktı.. susamış olmalı ki tekrar bizim yanımıza geldi.. eh ben de bir
maşrapa daha verdim.. ondan sonra da kaçtık..”
Subaşı,
Çopur gülmekten yerlere yatacak gibi oldular. Çopur “Valla korkulur bu sülünden
ağam..” dedi. “Essah öyle!” diye cevapladı Çopur’u Subaşı.
Çopur, Sülün’e
“Hadi var yoldaşlarının yanına da biraz soluklan.. ha üzüm suyunu fazla
kaçırmayın.. alimallah çarşı ortasında falakaya yatırırım!” dedi.
Sülün
baş eğip arkadaşlarının yanına koştu. “Ağam..” dedi Çopur sustu. Konuşmaya
çekinir gibi bir hali vardı.
Subaşı
gerneşti: “E.. niye sustun çopur.. de bakalım ne diyeceksen!”
“Demem o
ki.. Şeref Beyimizin kurduğu çadıra gitsek daha evla değil mi? Hamza bey belki
de çoktan varmıştır çiftliğine.. hani siz daha iyi bilirsiniz de.. Hamza beyin
her ne yaptıysa iyi bir şey olmasa gerek.. eşkıya Şeref Bey’in çadırına varıp
derdest etmese..”
“Derdin
çengiler mi.. Şeref mi?.. sen var ya.. az değilsin ha çopur.. yolumuzun üstü
zaten.. baktık bodurdan bir nişane yok.. doğruca işrete.. soran olursa da senin
dediğin gibi.. tedbir maksatlı.. ha.. çocuklara seslen bir maşrapa daha içelim
de yol düşelim!”
“Baş üstüne ağam.. sülün hele şu maşrapaları
bir daha doldurun..” diye seslendi. İkinci maşrapaları da içip kalktılar.
Atlarına
binmek üzereyken kendilerine doğru gelen atlı sesleri duydular. Subaşı kısık
bir sesle, “Tiz saklanın.. atları da sessizce beraberinize alın!” diye emir
verdi. Ağaçların arkasına saklandılar.
Gelenler
Kizir’den dönen Bodur Hamza ve maiyetiydi. Altmışını geçkin Kizir Köyü’nün
imamı Nuri’yi bir ata sıkıca bağlamışlardı. Ortalarında gidiyordu. Başı önüne
düşmüş, kendinden geçmiş gibiydi. Bodur Hamza gurubun en önün yalnız geliyordu.
O da bir takım sesler duymuş atını yavaşlatmıştı. Kimseyi görememişti ama
duyduklarından emindi.
Yavaş
bir sesle, “Bir iki kişi gidip baksın bakalım.. birilerini duydum gibi..” dedi.
Adamlarından
iki kişi atlarından inip kılıçlarını ellerine aldılar. Yalın kılıç ilerlediler.
Çopur gelenleri tanıdı
“Bunlar bodur’un adamları ağam!” dedi. Subaşı “Destur
ağalar.. ben Subaşı Macit..” diye seslenip ortaya çıktı. Bodur Macit’in sesini
duyunca rahatladı. “Bre zevzekler ne işiniz var burada!” diyerek atını dehledi.
“Sancak
Beyimiz sizin peşinize düşmemizi emretti. Ama yetişemedik.. burada biraz
soluklanalım dedik. Hayırdır ağam.. ava mı çıkmıştınız?”
Bodur
gülerek, “He.. kurt avına çıktık.. ama olmadı.. –imamı işaret ederek- bir tilki
bulduk.. onunla yetindik artık!” dedi.
Subaşı
memnuniyetsizliğini gizleyip, “Eh pek de bereketsiz bir av sayılmaz..” dedi,
imalı bir biçimde sürdürdü konuşmasını. “Umarım bey de memnun kalır avınızdan.”
Bodur, Subaşı’nın
sözlerinin altında yatanı anlamazlıktan geldi:
“Tasalanma
sen subaşı.. biz birbirimizi memnun etmenin yollarını buluruz..” Kızgınlıkla
atını mahmuzladı “ biz az beride soluklanmıştık.. yola devam edeceğiz.. çok geç olmadan
çiftliğe varalım..”
Subaşının
yanından hızla geçti. Yarı ayık yarı aygın bir biçimde atın üzerinde bağlandığı
ipler sayesinde duran imam güç bela gözlerini açıp subaşına baktı. Başı önüne
düştü. Subaşı ve arkadaşları atlarına binmeye acele etmiyorlardı. Bodur onların
bu ağırdan alışlarına bir anlam veremedi atını durdurup subaşına döndü:
“Burada mı konaklayacaksınız.. gelmiyor
musunuz?” dedi..
Subaşı
omuz silkip, “Şeref beyimiz arazide her hangi bir ava mava maruz kalmasın diye
yoklayacağız” cevabını verdi.
Bodur
Hamza atının başını hızla çevirdi. Atı tırısa kaldırıp gitti. “Sen az köteklik değilsin
ya.. dur hele elbet bir fırsat çıkar karşımıza.” diye söylendi kendi kendine.
“Ateşle
oynuyor bu adam!” diye sertçe konuştu Subaşı..
“Haklısın
ağam” karşılığın verdi Çopur. “Allah vere de başka taşkınlıklar yapmamış olsa..
ama atın üstündekinin haline bakılırsa.. bey fena sinirlenecek bu işe.. ne diye
ağzımızın tadını bozarsın be adam..”
Belli
belirsiz söylenen bu sözlere baş sallamakla yetindi Subaşı. Bir hamlede atına
atlayıp bağırdı:
“Atlara..
dere düzüne!”
Diğerlerini
beklemeden dört nala sürdü atını. “Bu herif tam bir baş belası ve ahmak.. biz
ateş küllensin, ortalık durulsun diye elli takla atıyoruz.. bu akıldan nasipsiz
ha bire çomak sokar yılanın yuvasına.. ateşe neftle gider.. Bey’e ne
diyeceğiz!” diye söylenip duruyordu.
Bir süre
sonra Şeref’ Bey’in dere düzüne kurduğu çadırın soluk ışıkları belirdi. Saz
sesleri de hafiften işitiliyordu. Çadıra elli altmış adım kala durdurdu atını.
Diğerlerinin de gelmesini bekledi. Arayı epey açmıştı.
“Al bir
ahmak daha.. biz gölgemizden ürkeriz adam adeta eşkıyaya gelin beni kaldırın
der.. kendi canını düşünmediği gibi bizimkini de hesaba katmaz. Hoş kendi
canının kıymetini bilmeyen başkasınınkini ne bilsin!” diye geçirdi içinden.
Şuh
kahkahalar yankılanıyordu. Çopur ve arkadaşları gelip yanında durdular.
“Hadi
bakalım! Belki bize de ikram edecekleri bir iki testileri vardır!” dedi Subaşı.
Çopur atına “Durr.. tırs..” komutlarını verdi:
“Ağam siz gitseniz de biz burada beklesek.. eh
ne de olsa biz kapıkullarıyız.. bey rahatsız olur.. bizim yüzümüzden size söz
gelmesin!” dedi.
Subaşı
atını mahmuzladı:
“Siz de benimle geliyorsunuz.. ben ne dersem
o!”
Puran Tilmiz, 29.10.2013, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar