“Kurbağalara, akreplere rağmen Türkiye tarihe attığı çelik
kementlerle geleceğe gün sayıyor.”
Türkiye,
kendisi dışındaki gelişmiş dünyanın yıkılışını muhteşem yükselişiyle örtüyor. Paranoyak
bir dünyanın salt çöküşe ve çöküşün korkularına odaklanmış bir patoloji ile
kaosa sürüklenmesini engelliyor ve insanlara ‘Evet, yapabiliriz!” umudu
veriyor. 20.yüzyılın ikinci on yılında Osmanlı, Rus, Avusturya, Çin İmparatorlukları
çökerken yükselişiyle dünyanın paniğe kapılmasını engelleyen Amerika Birleşik Devletleri
gibi Türkiye.
Türkiye,
II Mahmud’dan bu yana emperyalist devletler ‘Ne derler?’ korkusuyla iş yapma devrinin
bittiğini de ilan ediyor ve Hava Savunma Sistemi’ni yerli üretimle mümkün
kılmak için üyesi olduğu askerî ittifakı, NATO’yu, açık bir ticarî ve millî çıkar refleksi ile umursamayabiliyor. Bu erginliğe ve yetkinliğe ulaşmış
durumda.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 29 Ekim 2013 günü Sultan Abdulmecid’in 1860’ta tasarladığı boğaz tüp geçiş projesinin açılışını 153 yıl sonra 3 milyar dolarlık bir yatırımla gerçekleştirdi ve aynı gün açılışa davet ettiği yüklenici Japonya’nın Başbakanı Shinzo Abe ile Sinop’a yapılacak olan nükleer santralin anlaşmalarını imzaladı.
Türkiye,
Akkuyu Nükleer Enerji Santrali yapımını Rusya’ya vermiş, ancak Rusya Suriye’deki
çıkar çatışmasından hareketle santralin inşasında gecikmeler olabileceğini
söylemişti. Aynı Rusya, Ekim 2013 süresince üç kez Türk sınırlarında, Karadeniz
kıyılarında IL20 uçaklarıyla istihbarat amaçlı dinleme ve izleme yaparak
Erdoğan’a gözdağı vermişti. Putin, S-400’ü Erdoğan’a satamadığı için IL20’ler taciz
uçuşu yapıyorlardı.
Türkiye,
uzun süredir çok boyutlu ve kapsamlı işlemler için yerküre üzerinde çok geniş
bir alanı kullanıyor ve pervasız hamleleriyle dışarıdaki kurbağaları ürkütüyor.
Kolombiya’daki madencilik işletmelerinden, Somali’ye ve Afrika’ya hayat verecek
girişimlere ve Suriye’deki kaosun sürmesi için organize edilmek istenen Cenevre
Görüşmelerini sabote etmeye ve çerçeveyi kendi direktiflerine uygun hale
getirene kadar her alanda Ankara merkezli süreçlerle çalışıyor, TİKA ile
yeryüzüne güçlü bir insanî ağ kuruyor.
Tank,
helikopter, savaş gemileri, insansız hava araçları, piyade tüfekleri, füze
rampaları, alçak irtifalı füzeler dahil, bütün savunma araçlarını yerli
üretimle tedarik etmeyi başaran Türkiye’nin kendine özgü savaş uçağı projeleri
de tasarım aşamasında. Ve bu durum Türkiye’yi uzunca süredir silahlarının iyi
bir müşterisi olarak gören Amerikalıları, Kanadalıları, Rusları, Belçikalıları,
Fransızları, Almanları ve İtalyan’larla birlikte İskandinav ülkelerini
sıkıntıya sokuyor. Silah satıcıları için bir müşteri kaybetmekten daha fazlası gerçekleşiyor;
silah pazarına üretici bir rakip daha giriyor.
Gezi
terörünün yaşandığı günlerde içten ve dıştan alınan tahrip edici tepkilerin çıkış
merkezi bu. Türkiye güçleniyor ve yüzlerce yıldır Türkiye’yi dışarıdan ve
içeriden sömüren yapılar elde ettikleri imtiyazları kaybediyorlar. İçerideki
akrepler, kendilerini besleyen halkı ve halkın iktidarını sokmaya çalışıyorlar;
mesela Marmaray’ın açılışı dışarıdaki kurbağalardan daha çok içerideki akrepleri
kahrediyor. Çünkü her büyük proje onların vazgeçilmez olduklarına dair
efsaneleri tek tek yıkıyor, tarihi yeniden kurguluyor.
Neocon WSJ,
Marmaray’ın açılışını şöyle değerlendiriyor: "Başbakan Erdoğan projelerde
önceliği, kendisi ile Osmanlı ataları arasında bağ kuracak şekilde programlıyor."
Fransız
neocon Liberation, Gezi Terörü sırasında ‘Marmaray gibi projelerin İslamcı
Hükümetin 'Firavunluğa' sürüklenmesinin kanıtı olarak kınandığını’ not ediyor.
İçerideki
akreplerin dünyadaki onlarca firavunu görmemek için sarf ettiği çaba gerçekten göz
yaşartıcı. Bu projelerin Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, Kanal İstanbul ve
Boğaz Tüp Geçit projeleri Firavunlaşma’nın delili olarak kullanılırken, bu projelerin
yerküredeki en gecikmiş projelerden birkaçı olduğunu unutuyorlar ve aynı zamanda
dışarıdaki kurbağaların hoşuna gitmediğinin de farkındalar.
30 Ekim
2013 gazete manşetleri, Gezi Terörü’nde aynı cephede buluşan milliyetçi,
muhafazakâr, Ergenekoncu, sol etiketli yapıların artık kesinlikle
ayrıştıklarını ve yeniden ülke çıkarlarının karşısına geçtiklerini kanıtladı. ‘Kimin
yaptığı değil, kimin yararına yapıldığı’ sorusu ideolojik anlamlarda bile
sorgulanmadı.
Türkiye,
Suriye ve Mısır’da genişleme stratejisini askıya almak zorunda kaldığı zamandan
bu yana çok yol aldı. Her gün onlarca insanın öldüğü patlamalarla kana boğulan
Irak, ABD ile flört eden İran’ın kanlı kucağından ısrarlı hamlelerle çekip
alındı. Suriye’de ÖSO’ya karşı savaşırken tutsak alınan Hizbullah militanlarına
karşılık kaçırılan 2 Türkiye pilotu, çok etkili stratejilerle, Türkiye-Lübnan
ilişkileri çıkmaza sokulmadan kurtarıldı.
Türkiye,
Irak ve Lübnan’la yaşanan karamsar atmosferden dolayı çok eleştirilmiş ve
küçümsenmişti. Aynı çevreler uzun bir emek dönemi sonrası yaşanan gelişmelerle
psikolojik çöküntüye girdiler. Mit müsteşarı Hakan Fidan’ın oynadığı aktif rol onları
pembe rüyalarından uzaklaştırdı.
Türkiye bölgesel
ve küresel stratejileri adına büyük darbe yediği Mısır’daki askerî darbeyi
meşru saymayarak, darbeye direnişi destekleyerek darbenin soysuzluğunun her
geçen gün daha iyi anlaşılmasını sağladı. Şu anda elde ettiği küresel itibarın
semeresini daha kolay ve hızlı adımlar atarak topluyor. Mısır’daki askerî darbe
sona erince de Türkiye’nin yayılma alanı hızla genişleyecek.
Kurbağalara,
akreplere rağmen Türkiye tarihe attığı çelik kementlerle geleceğe gün sayıyor.
Kendisiyle birlikte sevinen dünya insanlarına da umut veriyor.
Âkil Ağazâde, Sonsuz Ark, 30.10.2013