30 Ekim 2013 Çarşamba

SA462/MEY25: Okullar Paradoksal Sorunların Çözüm Yeri Değildir

“Bu bir terbiye ve ahlâk meselesi. En önemlisi aile terbiyesi meselesi.”


Bir soru sordum kendime… “Herkes işini yapıyor mu?” Sorumu cevapladım sonra. “Hayır, yapmıyor!” Yapmıyor, çünkü; mahkemeler adalet dağıtamıyor, hastaneler şifa veremiyor, emniyet, asker güvenlik sağlayamıyor, siyaset kurumları yönetemiyor, bürokrasi hâlen kağnı gibi, meclis halkı temsil edemiyor, ulaşım aksıyor, iletişim kontrol ediliyor… çok şey daha sayabilirim; bakkal, kasap, manav, pazarcı, esnaf, marketler, alışveriş merkezleri, petrol istasyonları işlerini yapmıyorlar. Bütün bunların yanında koskoca ülkede elbette okullar da işlerini yapmayacaklar, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi insanlar tali yollarla işlerini görmeye çalışacaklar.

Bir iş ya yapılır ya da yapılmaz; bunun eksiği yoktur, fazlası yoktur. Bir okul soyuluyorsa, okulun beş tane kliması dışarıdan sökülürken, yaşlı bir kadın gece vakti görüp polisi arıyorsa, polis de ona 'hırsızların eşkallerini bildir!' diyerek görev yüklüyor ve gerekli olan işlemleri başlatmıyor ve zavallı okul, kameralarıyla beraber soyuluyorsa, kimse işini yapmıyor demektir.

Geceleri sokaklar uyuşturucu satış noktalarından geçilemez hâle geliyorsa, insanlar mahkemelik olmaktan korkup adaletsiz kararlarla ömür tüketmeye çalışıyorlarsa, tanıdık doktor, güvenilir doktor ya da hastane aramalar sürüyorsa, insanlar özeli, tüzeli kalmadan dinleniyorsa, meclis en hafif ahlakî standartlardan uzak insanların da var olduğu bir yer olabiliyorsa, bürokratlar kalitelerine göre değil de referanslarına göre atanıyorsa, Vali ile Belediye Başkanı çatışıyorsa, trafik çile haline gelmişse, hala bir şehirden diğer şehre, bir mahalleden diğer mahalleye gitmek bir kâbussa herkes işini yapmıyor demektir.

Okulların ve öğretmenlerin işlerini yapmıyor olmaları bu kadar çok sorumsuzun bulunduğu bir ülkede çok da anormal bir şey değil. Halk alıştığı gibi davranıyor; tanıdık öğretmen, özel ders veya dershaneler yoluyla çocuğunun eğitim-öğretim sorununu çözüyor, çözmeye çalışıyor ya da çözdüğünü sanarak binlerce lira masraf yapıyor. Bir çocuk okula gidiyorsa, neden özel ders alsın? Her okulda müzik, resim, beden eğitimi dersleri varsa, çocuk neden ayrıca herhangi bir enstrüman çalmak, bir spor dalında uzmanlaşmak ya da sanat atölyelerine gitmek zorunda kalsın ki?

Öfkeliyim. Ben işimi yapıyorum. Ama işini yapmayan milyonlarca insanla aynı ülkede yaşıyor olmaktan yoruldum. Herkes gibi tâli yollardan çözüm bulmak zorunda değilim, hiç kimse de zorunda değil.

Siyasi iktidarlar ne kadar çok çaba sarf ederlerse etsinler, yönettikleri toplumun fertlerinden başka seçenekleri yok; onlar da o fertlerden oluşuyor zaten. Benim işimi yapmam, nasıl herkesin işini yaptığı anlamına gelmiyorsa, bir yargıç, bir doktor, bir polis, bir subay, bir vali, bir milletvekili, bir belediye başkanı, bir bakkal, bir kasap işini yaptığında diğer meslektaşları işini yapmış olmuyor. Bu bir terbiye ve ahlâk meselesi. En önemlisi aile terbiyesi meselesi.

Bir akrabam arıyor İstanbul’dan. Lisede okuyan oğlunun öğretmenleriyle görüşmüş. Geometri dersi öğretmeni oğlunun, özel derse ihtiyacı olduğunu söylemiş; onun da ekonomik durumu elverişli değil, özel ders aldıramayacak, bana “Ne yapabilirim?” diye çözüm soruyor.

Telefonda anlattıklarını dinlerken öfkelendim. “Sormadın mı o öğretmene, kendisi ne iş yapıyor okulda? Bir öğretmen öğrencisinin özel derse ihtiyacı olduğunu söylüyorsa kendi aczini itiraf etmiş olmuyor mu?” Alıştırılmış çaresizlik ya da koşullu şartlanma; “Tüm veliler öğretmen ne derse kuzu kuzu boyun eğer”. O da boynunu bükmüş ve benden çare soruyor: “Telefonla yardımcı olabilir misin oğluma?

“Oğlunun özel derse de o öğretmene de ihtiyacı yok!” dedim. “İnternet, öğrenmek isteyenler için videoların bulunduğu sınırsız bir alan, otursun çalışma masasına oyun oynayacağına ders çalışsın; her dersin anlatım videosu var; sen ona dilediği kadar test kitabı al, çözemediğini de bana sorsun telefonla yardımcı olurum ben ona!”

“Bir de sen konuşsan!” dedi bana. “Olur!” dedim, “Ama bırak artık kendi sorunlarını o çözsün, sen ona hazır bir dünya sundukça o tembelleşiyor, bak Geometriyi nasıl öğrenirim diye dertlenen o değil, çocuğum geometri sorununu nasıl aşar diye düşünen sensin, asıl sorun bu!”

11. sınıfa giden oğluyla konuştum telefonda. Babasına söylediklerimi ona da söyledim. Uysal uysal, “Tamam!” dedi ve telefonu kapattık.

Şimdi devlet dershaneleri kapatacağız diyor, dershanelerden çıkarları olanlar vicdansızca cephe alıyorlar. Devlet kendi hatalarını ortadan kaldırmadan zamansız bir adım atıyor bana göre, doğal olarak da dershanecilikle holdingleşenler de, sömürdükleri velileri ve onların alışkanlıklarını kullanarak taraftar toplamaya devam ediyorlar.

Bu arada özel ders soyguncuları, velileri kendilerine yöneltiyorlar: “Ben kendi öğrencilerime vermem de falan bey ya da falan hanım veriyor, iyidir de!” deyip paslaşıyorlar.

Herkes işini yapmıyor işte. 'Veli' de velilik işini yapmıyor, oturuyor çocuğunun dersleri için kaygılanıyor. Veli, adı üstünde velidir; işini yapmayana hesap sorar, çözüm aramaz; aratır.  Ama ne fayda ki;  her 'Veli' aynı zamanda bir öğretmendir, doktordur, bir yargıçtır, bir mühendistir, bir polistir, bir milletvekilidir, bir validir, bir belediye başkanıdır, bir bürokrattır, bir subaydır, bir holding sahibidir, bir bakkaldır, bir kasaptır… yani bu ülkenin işini yapmayan diğer insanlarından bir tanesidir.

O yüzden bu paradoksun çözüleceği tek yer okul değildir; öğretmen de bunu tek başına çözecek olan kişi değildir. Bunu herkes iyice öğrensin.



Mustafa Eyyüboğlu, Otuz Ekim İkiBinOnÜç – Yirmibeş


Seçkin Deniz Twitter Akışı