“Bu bir terbiye ve ahlâk meselesi. En önemlisi aile terbiyesi
meselesi.”
Bir soru sordum kendime… “Herkes işini yapıyor mu?” Sorumu
cevapladım sonra. “Hayır, yapmıyor!” Yapmıyor, çünkü; mahkemeler adalet
dağıtamıyor, hastaneler şifa veremiyor, emniyet, asker güvenlik sağlayamıyor,
siyaset kurumları yönetemiyor, bürokrasi hâlen kağnı gibi, meclis halkı temsil
edemiyor, ulaşım aksıyor, iletişim kontrol ediliyor… çok şey daha sayabilirim;
bakkal, kasap, manav, pazarcı, esnaf, marketler, alışveriş merkezleri, petrol
istasyonları işlerini yapmıyorlar. Bütün bunların yanında koskoca ülkede
elbette okullar da işlerini yapmayacaklar, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi
insanlar tali yollarla işlerini görmeye çalışacaklar.
Bir iş ya yapılır ya da yapılmaz; bunun eksiği yoktur, fazlası
yoktur. Bir okul soyuluyorsa, okulun beş tane kliması dışarıdan sökülürken, yaşlı
bir kadın gece vakti görüp polisi arıyorsa, polis de ona 'hırsızların eşkallerini bildir!' diyerek görev yüklüyor ve gerekli olan işlemleri başlatmıyor ve zavallı okul,
kameralarıyla beraber soyuluyorsa, kimse işini yapmıyor demektir.
Geceleri sokaklar uyuşturucu satış noktalarından geçilemez hâle
geliyorsa, insanlar mahkemelik olmaktan korkup adaletsiz kararlarla ömür
tüketmeye çalışıyorlarsa, tanıdık doktor, güvenilir doktor ya da hastane aramalar
sürüyorsa, insanlar özeli, tüzeli kalmadan dinleniyorsa, meclis en hafif ahlakî
standartlardan uzak insanların da var olduğu bir yer olabiliyorsa, bürokratlar
kalitelerine göre değil de referanslarına göre atanıyorsa, Vali ile Belediye
Başkanı çatışıyorsa, trafik çile haline gelmişse, hala bir şehirden diğer şehre,
bir mahalleden diğer mahalleye gitmek bir kâbussa herkes işini yapmıyor
demektir.
Okulların ve öğretmenlerin işlerini yapmıyor olmaları bu kadar çok
sorumsuzun bulunduğu bir ülkede çok da anormal bir şey değil. Halk alıştığı
gibi davranıyor; tanıdık öğretmen, özel ders veya dershaneler yoluyla çocuğunun
eğitim-öğretim sorununu çözüyor, çözmeye çalışıyor ya da çözdüğünü sanarak
binlerce lira masraf yapıyor. Bir çocuk okula gidiyorsa, neden özel ders alsın?
Her okulda müzik, resim, beden eğitimi dersleri varsa, çocuk neden ayrıca
herhangi bir enstrüman çalmak, bir spor dalında uzmanlaşmak ya da sanat
atölyelerine gitmek zorunda kalsın ki?
Öfkeliyim. Ben işimi yapıyorum. Ama işini yapmayan milyonlarca
insanla aynı ülkede yaşıyor olmaktan yoruldum. Herkes gibi tâli yollardan çözüm
bulmak zorunda değilim, hiç kimse de zorunda değil.
Siyasi iktidarlar ne kadar çok çaba sarf ederlerse etsinler, yönettikleri
toplumun fertlerinden başka seçenekleri yok; onlar da o fertlerden oluşuyor
zaten. Benim işimi yapmam, nasıl herkesin işini yaptığı anlamına gelmiyorsa, bir
yargıç, bir doktor, bir polis, bir subay, bir vali, bir milletvekili, bir
belediye başkanı, bir bakkal, bir kasap işini yaptığında diğer meslektaşları
işini yapmış olmuyor. Bu bir terbiye ve ahlâk meselesi. En önemlisi aile
terbiyesi meselesi.
Bir akrabam arıyor İstanbul’dan. Lisede okuyan oğlunun
öğretmenleriyle görüşmüş. Geometri dersi öğretmeni oğlunun, özel derse ihtiyacı
olduğunu söylemiş; onun da ekonomik durumu elverişli değil, özel ders
aldıramayacak, bana “Ne yapabilirim?” diye çözüm soruyor.
Telefonda anlattıklarını dinlerken öfkelendim. “Sormadın mı o
öğretmene, kendisi ne iş yapıyor okulda? Bir öğretmen öğrencisinin özel derse
ihtiyacı olduğunu söylüyorsa kendi aczini itiraf etmiş olmuyor mu?”
Alıştırılmış çaresizlik ya da koşullu şartlanma; “Tüm veliler öğretmen ne derse
kuzu kuzu boyun eğer”. O da boynunu bükmüş ve benden çare soruyor: “Telefonla yardımcı
olabilir misin oğluma?”
“Oğlunun özel derse de o öğretmene de ihtiyacı yok!” dedim. “İnternet,
öğrenmek isteyenler için videoların bulunduğu sınırsız bir alan, otursun çalışma
masasına oyun oynayacağına ders çalışsın; her dersin anlatım videosu var; sen
ona dilediği kadar test kitabı al, çözemediğini de bana sorsun telefonla
yardımcı olurum ben ona!”
“Bir de sen konuşsan!” dedi bana. “Olur!” dedim, “Ama bırak artık
kendi sorunlarını o çözsün, sen ona hazır bir dünya sundukça o tembelleşiyor,
bak Geometriyi nasıl öğrenirim diye dertlenen o değil, çocuğum geometri
sorununu nasıl aşar diye düşünen sensin, asıl sorun bu!”
11. sınıfa giden oğluyla konuştum telefonda. Babasına söylediklerimi
ona da söyledim. Uysal uysal, “Tamam!” dedi ve telefonu kapattık.
Şimdi devlet dershaneleri kapatacağız diyor, dershanelerden
çıkarları olanlar vicdansızca cephe alıyorlar. Devlet kendi hatalarını ortadan
kaldırmadan zamansız bir adım atıyor bana göre, doğal olarak da dershanecilikle
holdingleşenler de, sömürdükleri velileri ve onların alışkanlıklarını kullanarak
taraftar toplamaya devam ediyorlar.
Bu arada özel ders soyguncuları, velileri kendilerine
yöneltiyorlar: “Ben kendi öğrencilerime vermem de falan bey ya da falan hanım
veriyor, iyidir de!” deyip paslaşıyorlar.
Herkes işini yapmıyor işte. 'Veli' de velilik işini yapmıyor,
oturuyor çocuğunun dersleri için kaygılanıyor. Veli, adı üstünde velidir; işini yapmayana
hesap sorar, çözüm aramaz; aratır. Ama
ne fayda ki; her 'Veli' aynı zamanda bir öğretmendir,
doktordur, bir yargıçtır, bir mühendistir, bir polistir, bir milletvekilidir,
bir validir, bir belediye başkanıdır, bir bürokrattır, bir subaydır, bir
holding sahibidir, bir bakkaldır, bir kasaptır… yani bu ülkenin işini yapmayan diğer
insanlarından bir tanesidir.
O yüzden bu paradoksun çözüleceği tek yer okul değildir; öğretmen
de bunu tek başına çözecek olan kişi değildir. Bunu herkes iyice öğrensin.
Mustafa Eyyüboğlu, Otuz Ekim İkiBinOnÜç – Yirmibeş