Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
“Kötü ve çirkin, tüm mevsimlerde nasıl öyleyse, olduğu gibiyse, iyi ve güzel de tüm mevsimlerde, gecede ve gündüzde hep öyledir, olduğu gibidir.”
Gün göğün tepesinden son ışıklarını çekip
aldıktan hemen sonra başlayan gece, sabahın ilk ışıklarına yol verene kadar
yoruyor insanı. Uzun upuzun bir vakit kalıyor, düşüncelere. Hızla kısalan
gündüzler, biraz daha yük hafifletmiş olarak yorgun zamanlardan kaçarcasına
çabucak geceye devrediyorlar insanı. Her iyi ve güzel şey gibi, her kötü ve çirkin
şey kendi vaktini aşmıyor; ama kendi vaktinin de kıymetini biliyor. Tıpkı gece
gibi, tıpkı gündüz gibi…
Uzayan geceler, kısa yaz gecelerinden tahsil
edecekleri şeyleri tahsil ediyorlar ve bizler sohbetlerimizi de en çok uzun kış
gecelerinde yapıyoruz. Sonbaharın son ayında, biraz daha ağırlaşıyoruz, biraz
daha olgunlaşıyoruz. Zaman geçtikçe kendi hazırlıklarını yapan gelecek zaman,
acımızı da sevincimizi de taksim taksim içimize işliyor, yine aynı şekilde içimizden
çıkarıyor.
Gemimiz sıcak bir limanda dostlar; uzun kış
gecelerini geçireceğimiz, kısa gündüzlerin sabahlarında gözlerimizle
buluşacağımız yerlerden biri bu liman. Bu limana dinginlik limanı diyeceğiz. Beraberce
oturup ölçeceğiz. Birbirimize geçmiş acılarımızı ve sevinçlerimizi anlatacağız.
Bugün acıların ve sevinçlerin hiç yerlerinde
durmadıklarından bahsedeceğiz. Her acı, her yara gibi ilk darbe geldiğinde doğrar
insanın içini. Bilirsiniz; sonra alıştırır bize kendisini acı, onunla istemeden
tanışırız, onu içimizde kalmak için geldiğini sandığımız yere oturturuz. Hep
unuttuğumuz şey şu; hiçbir acı kalmak üzere gelmez bize. Eğer biz onu, ona
ayırdığımız yere çivilerle çakıp durmazsak.
Sonra bakarız, acının oturduğu yer yavaş yavaş
boşalmış, yangın yerlerindeki küller hayatın rüzgârlarıyla savrulmuş ve biz ilk
doğrandığı zamandan sonra içimizi yeniden toparlamışız. İçimizi toparlamak üzere
yaratılmışız çünkü. İçimize işleyen her acı, bizi onurlandırmıştır aslında;
sınanmış olmanın onurudur bu, Allah’ın bize bir ikramı ve ona sabrımızı ve
şükrümüzü göstereceğimiz bir fırsat.
Ölümcül hastalıklar zıpkın gibi ânlarımızdan
birine, hemen o ândakine girdiğinde nasıl şaşırıp donmuşsak, ölümler, ölümleri
doğuran ağır hastalıklar, yoksulluklar, kavgalar, ayrılıklar öylece şaşırtıp
dondururlar zihnimizi. Kasılırız ilk darbenin acısı içimize yayılana kadar. O
ân, o ilk ân sınandığımız en muhteşem ândır. Hüznümüzü Allah’a sunduğumuz,
sabrettiğimiz, yardım dilediğimiz o ân, Allah’a kul olup olmadığımızın ölçüldüğü
andır. Şeytanı üzmüşüzdür, içimizdeki direnç artmıştır ve acıyı en hızlı giden
yelkenliye bindirmeye başlamışızdır.
Allah’a bağırmışsak, onu, acıyı gerisingeri al
diye terslenmişsek, sabredememişiz, isyan etmişiz demektir. Bu sınanmanın ilk
ânında aldığımız en dehşet verici mağlubiyettir. Acının geçeceğini unutmuş
olmanın verdiği zillettir, kulluğa ve yaratılmışlığımıza karşı başkaldırıdır. Şeytan sevinmiştir, içimizdeki direncin
ayakları kırılmıştır ve acının ayaklarına ağır gülleler bağlamışızdır. Yenilgi
dolu zamanların başlangıcında uzun boylu karanlık bir nefes almışızdır.
Yine de Allah, sonsuz merhametiyle
pişmanlıklarımızı pişmanlıklarımızdan yorulup vazgeçinceye kadar kabul eder;
onu tanrı bilmişsek, onu yardım dilenecek en büyük güç kabul etmişsek, o
elbette hatalarımıza rağmen bizleri bağışlayacaktır.
Acılar öyleler dostlar, biz onlara sarılıp
onları yanı başımızda tutmaya gayret etmezsek yavaş yavaş giderler; onları
gönderecek olan da Allah’tır, onları ağırlaştıracak olan da. İyi ve güzel olan
her şey gibi, kötü ve çirkin olan her şey bizim tavırlarımıza göre şekillenir.
Ölen için acı bitmiştir, hesap gününe dek.
Ölecek olan içindir, hastalıklara, sıkıntılara bindirilmiş acılar… Onlar da
ilelebet sürecek değildir, ölümle son bulacaktır. Ölüm sınanma devrinin bittiği
ândır çünkü.
Hani o bitmez gibi görünen sevinçli dakikalarımız
var ya, onlara bakalım mı biraz? Acılar gibi, sevinçler de çokça kez girip
çıkmışlardır hayatımıza. Ama hiç uzun süre kalmamışlardır, kalmaları gerektiği
kadar kalmak üzere bizi sınamaya gelirler sevinçler. Kibirlenip böbürlenmeye,
çirkinleşmeye doğru yüreklenir miyiz, diye. Yoksa sevincimizi şükrümüzle,
infakımızla güzelleştirir miyiz…
Hep unuturuz yine zannederiz ki sevinçlerimiz hep sürecek. Oysa onlar da acılar gibi geldikleri ilk ânlardan birinde, ilk ânda sokuluverirler zihnimizin en parlak zamanlarına. Ne olursa o ânda olur; ya çirkinleşiriz ya da güzelleşiriz. Her şey o belirli zamanlarda ortaya çıkar.
Hep unuturuz yine zannederiz ki sevinçlerimiz hep sürecek. Oysa onlar da acılar gibi geldikleri ilk ânlardan birinde, ilk ânda sokuluverirler zihnimizin en parlak zamanlarına. Ne olursa o ânda olur; ya çirkinleşiriz ya da güzelleşiriz. Her şey o belirli zamanlarda ortaya çıkar.
Hiçbir şey yerinde durmaz dostlarım, acılar
sevinçleri doğurur, sevinçler acıları. Bazen başkalarının acılarından beslenir
sevinçlerimiz, bazen de sevinçlerinden. Bazen sevinçlerimiz acı verir
başkalarına, bazen de acılarımız sevinçlerine döner başkalarının. Ama hem biz
hem başkaları sınanırız. Ölçümüz Allah’ın sınırlarına uymaktan başka bir şeyin
kokusunu taşıyorsa, hepimiz karanlığın kurbanı olarak şeytanın tapınaklarında,
kanımızla suladığımız sunaklarda ağlarız.
İnsan acıyı da sevinci de çok iyi bilen bir
varlık. Öyle yaratılmıştır çünkü; bu mesele hep böyle olsun diye böyle olmuştur
çünkü. Değil mi dostlarım? Neden değişiyor gün, hem geceye hem de gündüze neden
bölünüyor?
Acının ve sevincin birlikte yaşadığı bir gün,
insan hep sınansın diye ikiye ayrılıyor. Bazen gündüzler gibi uzuyor acı, bazen
de geceler gibi. Bazen gündüzler gibi uzuyor sevinç, bazen de geceler gibi. Hep
sabreden ve şükreden için ne fark eder ki? Ama hep isyan eden için gecenin ve
gündüzün, acının ve sevincin birbirinden farkı olmaz. Kötü ve çirkin tüm
mevsimlerde nasıl öyleyse, olduğu gibiyse, iyi ve güzel de tüm mevsimlerde,
gecede ve gündüzde hep öyledir, olduğu gibidir.
Bakın nasıl da üşüyoruz; çalkalanan denizin
gündüzden ısıttığı uzak nefesler sırtımızı ısıtırken, dağlardan kopup gelen
karın soğuk nefesi yüzümüzde patlıyor.
Ben hüznü hatırlarım hep, iyimser bir
tebessümün kanatlarına iliştirdiğim hüznü. Unutamadığım, gelip geçmeyen budur
bende.
Hüzün başka bir şeydir; içinde acı da vardır
sevinç de, ama kötü yoktur. İçtiniz mi kahvenizi; hadi gidin o zaman güzelce…
Hüznümü de paylaşın; unutmayın, hüzün insanı
aşırılıklardan korur.
Hoş ve hoşnut kalınız.
Selam ve sevgiyle.
Yaşlı Bilge, 03.11.2013, 23:12, Sonsuz Ark, Peynir Gemisi'nden, Sınanmış Renkler 15
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.