4 Kasım 2013 Pazartesi

SA468/KY7-NY2: Çirkin Fotoğraf

“İşte; bu onların fotoğrafı idi.”


Eski günlerden, lakin insanlık seyrinde hiç eskimeyecek olan günlerden bir anım geldi aklıma ve o anın, günlüklerimin satır aralarında canlandırdığı bir sahne, bir fotoğraf.

Bugünlerden yarınlara ortak iyilikten beslenen umutların, doğruların ve insana dair tüm güzelliklerin herkesçe sahiplenebilmesi adına paylaşmak istedim ben de..

O gün hava bir  başka güzeldi… Sabahın selamını güne yaydığı saatlerden, çıkış saatimize kadar laboratuvarda deney yaptım gün boyu. Tüm derslerimiz laboratuvarda geçse ne güzel olurdu. Ezberlemem gereken bir yığın reaksiyon formülünü düşündükçe laboratuvar dersleri ayrı bir keyif veriyordu bana.

Öyle ki; hocaların içinde  hangi bileşenlerin olduğunu bulmamız için verdiği çözeltilerdeki maddelerin isimlerini doğru bulduğumda, o maddenin  mucidi ilk benmişim gibi mutlu hissederdim kendimi. Bu yüzden olsa gerek gün boyu deneylerle uğraşırken zamanın nasıl aktığını anlamazdım çoğunlukla...

Laboratuvar derslerinin yoğun olduğu günlerde okulda zamanımı  namaz vakitleri belirlerdi… Öğle  vaktinin nasıl geçtiğini anlamadığım, ikindi vakti ve namazı sonrası açlıktan kazınan midemin  isyanlarını bastırmak  ve yorgunluğumu hafifletmek  adına  tüm öğrencilerin uğrak yeri olan  merkez  kantine yöneldim o gün. 

Bir bardak çay ve simit iyi gelecekti mideme. Kapıya yakın bir masada bölümdeki kızlar da oturmuş keyifle sohbet ediyorlardı.  “Merhaba” ile başlayan selamlaşmalardan sonra boş bulduğum bir sandalyeye oturup onların sohbetlerine katıldım. Derslerin zorluğu ve yaklaşan finallerin heyecanı sohbetimizin ana konusuydu…

Laboratuvarda  yaptığımız deneyler, keşfini ilk kez kendimizin yaptığını sandığımız maddelerin heyecanlı anlatımları arasında oturduğumuz masanın yanı başından süzülerek geçen iki kız öğrencinin    dikkatimizi dağıtması ile sohbetimizin konusu da farklı bir boyuta taşındı..

Giydikleri uzun pardesü ve onunla bütünleşen başörtüleri ile benim gözlerime oldukça hoş görünmüşlerdi. Tabi bendeki bu olumlu tepki, masadaki diğer arkadaşlarda aynı güzel duyguları bırakmamıştı ne yazık ki… Gerçi ben de başörtülü idim, ama benimki etek ve ceket şeklinde  tesettürlü bir hâl idi.

Herkes kendince bir şeyler söyledi söylemesine; ama arkadaşlardan  Irmak’ın söylemi  hayli düşündürücü idi.. . Bana dönerek, "Biliyor musun Neşe, sen  çok farklısın!”  demişti…

Şaşırmıştım bu söze…  nasıl  yani? “Çok kısa bir an, bir bakışla, sadece şekilsel bir farklılıkla bunu nasıl anladın  ki Irmak?”  diye sordum ona…

“Yani, sen bizler gibisin.  Onlarsa… baksana;  İrancı, vatan haini, Erbakancı,  yani dinci!”  diyerek cevap vermişti Irmak.  Dahası  masadaki her bir arkadaşımız  kendilerince  yorumlarda  bulunarak  incilerini dökmüşlerdi  teker teker, o nur yüzlü  kızların  arkasından.

Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalıştım. “Bu yargıya varmak için kendinizi nasıl bir yerde görüyorsunuz ki?” diyordum içimden. “Öyle ya sadece tesettür tarzımızdaki farklılık kafanızda onları nasıl 'şucu bucu' diye kategorize etmeye yetmişti ki? Kendi görülerinizi turnusol olarak belirlediğiniz özel bir yetiyle sadece şeklen farklı bir tarzı nasıl böyle acımasızca kategorize edebilmiştiniz ki? Sonuçta ben de bu dinin aynı gerekçesi ile başörtüsü taktığıma göre?”

“Irmak!” dedim. “Beni size yakın kılan,  aynı dersleri beraberce okuyor olmamız olmasın?”

Keza, “Aynı bölümde olmamız vesilesi ile de benle tanış olup onlarla olmamanız, aynı düşüncelerle dinimizin gereğini kendince yerine getirenlere karşı böylesi haksız  ve  hadsiz  ithamlarda  bulunmak  neyin nesi?” diye sordum…

Sordum, ama kantinden ayrılıp evime gidene kadar otobüste beynimde dolaşan bu düşüncelerle de kendimi yedim. Bir şeyler yapmalıydım… Madem  kendilerini böyle görüyorlardı, ben de kendimce samimiyet testi uygulayacaktım..

Hafta sonu gidip kendime pardesü  aldım. “Ne oldu?” diye sorduğunuzu  duyar  gibiyim. Tahmin ettiğim şeyleri eksiksiz, hatta fazlası ile yaşadım elbette.

Daha üç ya da dört gün öncesinde beni kendilerinden ayrı görmeyip  gruplarına  almaya  layık  gören  kızlar, birden keskin bıçağın yumuşak bir şeyi ortadan  ikiye ayırması gibi selamı, sabahı  kesmişlerdi…

İşte; bu onların fotoğrafı idi. Belki de kendilerinin bile farkında olmadıkları ön yargıların, bir başkası hakkında kesilen yargı ve hükümlerin fotoğrafı.  Sadece kendilerini, sözüm ona, ilerici ve aydın gören bu insanlar başkalarının insanî haklarına gelince birden  hüküm verme yetkisine sahip üstün  varlıklar gibi görüyorlardı  kendilerini… Yazık ki  ne yazık!

Çok çirkin bir fotoğraftı bu



Neşe Yıldız, 04.11.2013, Konuk Yazarlar, Sonsuz Ark


Seçkin Deniz Twitter Akışı