“İşte;
bu onların fotoğrafı idi.”
Eski günlerden,
lakin insanlık seyrinde hiç eskimeyecek olan günlerden bir anım geldi aklıma ve
o anın, günlüklerimin satır aralarında canlandırdığı bir sahne, bir fotoğraf.
Bugünlerden
yarınlara ortak iyilikten beslenen
umutların, doğruların ve insana dair tüm
güzelliklerin herkesçe sahiplenebilmesi
adına paylaşmak istedim ben de..
O gün
hava bir başka güzeldi… Sabahın selamını
güne yaydığı saatlerden, çıkış saatimize kadar laboratuvarda deney yaptım gün
boyu. Tüm derslerimiz laboratuvarda geçse ne güzel olurdu. Ezberlemem gereken
bir yığın reaksiyon formülünü düşündükçe laboratuvar dersleri ayrı bir keyif
veriyordu bana.
Öyle ki;
hocaların içinde hangi bileşenlerin olduğunu
bulmamız için verdiği çözeltilerdeki maddelerin isimlerini doğru bulduğumda, o
maddenin mucidi ilk benmişim gibi mutlu
hissederdim kendimi. Bu yüzden olsa gerek gün boyu deneylerle uğraşırken
zamanın nasıl aktığını anlamazdım çoğunlukla...
Laboratuvar
derslerinin yoğun olduğu günlerde okulda zamanımı namaz vakitleri belirlerdi… Öğle vaktinin nasıl geçtiğini anlamadığım, ikindi
vakti ve namazı sonrası açlıktan kazınan midemin isyanlarını bastırmak ve yorgunluğumu hafifletmek adına
tüm öğrencilerin uğrak yeri olan
merkez kantine yöneldim o
gün.
Bir
bardak çay ve simit iyi gelecekti mideme. Kapıya yakın bir masada bölümdeki
kızlar da oturmuş keyifle sohbet ediyorlardı.
“Merhaba” ile başlayan selamlaşmalardan sonra boş bulduğum bir
sandalyeye oturup onların sohbetlerine katıldım. Derslerin zorluğu ve yaklaşan finallerin
heyecanı sohbetimizin ana konusuydu…
Laboratuvarda yaptığımız deneyler, keşfini ilk kez
kendimizin yaptığını sandığımız maddelerin heyecanlı anlatımları arasında
oturduğumuz masanın yanı başından süzülerek geçen iki kız öğrencinin dikkatimizi dağıtması ile sohbetimizin
konusu da farklı bir boyuta taşındı..
Giydikleri
uzun pardesü ve onunla bütünleşen başörtüleri ile benim gözlerime oldukça hoş görünmüşlerdi.
Tabi bendeki bu olumlu tepki, masadaki diğer arkadaşlarda aynı güzel duyguları
bırakmamıştı ne yazık ki… Gerçi ben de başörtülü idim, ama benimki etek ve ceket
şeklinde tesettürlü bir hâl idi.
Herkes
kendince bir şeyler söyledi söylemesine; ama arkadaşlardan Irmak’ın söylemi hayli düşündürücü idi.. . Bana dönerek,
"Biliyor musun Neşe, sen çok
farklısın!” demişti…
Şaşırmıştım
bu söze… nasıl yani? “Çok kısa bir an, bir bakışla, sadece
şekilsel bir farklılıkla bunu nasıl anladın
ki Irmak?” diye sordum ona…
“Yani,
sen bizler gibisin. Onlarsa… baksana; İrancı, vatan haini, Erbakancı, yani dinci!”
diyerek cevap vermişti Irmak. Dahası masadaki her bir arkadaşımız kendilerince
yorumlarda bulunarak incilerini dökmüşlerdi teker teker, o nur yüzlü kızların
arkasından.
Şaşkınlığımı
üzerimden atmaya çalıştım. “Bu yargıya varmak için kendinizi nasıl bir yerde görüyorsunuz
ki?” diyordum içimden. “Öyle ya sadece tesettür
tarzımızdaki farklılık kafanızda onları nasıl 'şucu bucu' diye kategorize etmeye yetmişti ki? Kendi görülerinizi
turnusol olarak belirlediğiniz özel bir
yetiyle sadece şeklen farklı bir
tarzı nasıl böyle acımasızca kategorize edebilmiştiniz
ki? Sonuçta ben de bu dinin aynı gerekçesi ile başörtüsü taktığıma göre?”
“Irmak!”
dedim. “Beni size yakın kılan, aynı dersleri
beraberce okuyor olmamız olmasın?”
Keza, “Aynı
bölümde olmamız vesilesi ile de benle tanış olup onlarla olmamanız, aynı düşüncelerle
dinimizin gereğini kendince yerine getirenlere karşı böylesi haksız ve
hadsiz ithamlarda bulunmak
neyin nesi?” diye sordum…
Sordum,
ama kantinden ayrılıp evime gidene kadar otobüste beynimde dolaşan bu
düşüncelerle de kendimi yedim. Bir şeyler yapmalıydım… Madem kendilerini böyle görüyorlardı, ben de
kendimce samimiyet testi uygulayacaktım..
Hafta sonu gidip kendime pardesü aldım. “Ne oldu?” diye sorduğunuzu duyar
gibiyim. Tahmin ettiğim şeyleri eksiksiz, hatta fazlası ile yaşadım
elbette.
Daha üç ya
da dört gün öncesinde beni kendilerinden ayrı görmeyip gruplarına
almaya layık gören
kızlar, birden keskin bıçağın yumuşak bir şeyi ortadan ikiye ayırması gibi selamı, sabahı kesmişlerdi…
İşte; bu
onların fotoğrafı idi. Belki de kendilerinin bile farkında olmadıkları ön
yargıların, bir başkası hakkında kesilen yargı ve hükümlerin fotoğrafı. Sadece kendilerini, sözüm ona, ilerici ve
aydın gören bu insanlar başkalarının insanî haklarına gelince birden hüküm
verme yetkisine sahip üstün varlıklar
gibi görüyorlardı kendilerini… Yazık
ki ne yazık!
Çok çirkin bir fotoğraftı bu
Neşe Yıldız, 04.11.2013, Konuk
Yazarlar, Sonsuz Ark