“Külliyenin
tam göbeğindeki şadırvanın fıskiyesinden dökülen suyun huzur verici sesi alıp
götürüyor beni…”
Birazdan
akacağım, İstanbul'a hayat veren,
kalbinin attığı en güzide merkezine. Laleli'den başlayan bu kısa yolculuğumda,
renk cümbüşü insanlar mozaiğinde bir parça olmaya… Süleymaniye'den seyrine doyumsuz
kalacağım güzelliklerini temaşada kaybolmaya.
Karışıyorum
ben de turistlerin özgün bakışları arasından Beyazıt’ın cazibeli çekimine. Kayboluyorum
aniden, Arnavut kaldırımlı taşları üzerinden, insan çeşitlemelerinin her türünü
seyreylediğim Sultanahmet’in tarih kokan camileri, medreseleri, müzeleri, taş
binaları ve cumbalı ahşap evlerinin içinden.
Beyazıt'tan
Sultanahmet'e inen yolun kaldırımları üzerinde sıralanmış Osmanlı'dan kalma
külliye tarzı yapılar beni çekim güçleriyle davet ediyorlar içlerine. Üzerime
dökülen asma yapraklarının ve giriş avlusundaki leylakların beni selamla
karşılamasından sonra, adımlarım beni bir ney sesinin buğusunda yüzyıl öncesi
İstanbul'una bırakıveriyor zaman içinde alacağım yolculuğumda.
Külliyenin
tam göbeğindeki şadırvanın fıskiyesinden dökülen suyun huzur verici sesi alıp
götürüyor beni, yüksek uçurumlardan dökülen şelalelerin çoşkun akan damlalarla
doğdukları mağaralarına.
Az ötede
kurulmuş masalardan yayılan nargilelerin değişik tatlardaki kokuları
efsunlarken beni, bu sefer elde dokunmuş ipek halıların satıldığı loş bir dükkânda
buluyorum kendimi.
İncecik
dokunan halıları incelerken, onlara rengarenk iplerden hayat veren parmaklar
geliyor aklıma. Bu sabır ve sükunet gerektiren işi yaparlarken hangi düşünceler
geçiyor acaba içlerinden, diye de düşünmeden edemiyorum.
Kim bilir,
hangi hayaller kuruluyordur bu karma karışık ve zerâfet dolu motifleri
canlandıran ilmeklerin hücre hücre dokunduğu parmakların hızlı hareketleri
arasında.
Bu
büyüleyici güzellikten bu düşüncelerin yoğunluğuyla ayrılırken, hızlı
adımlarımın eşliğinde kendimi Sultanahmet'te buluyorum....
Başı
gökyüzüne değen asırlık ağaçların gölgesinde İstanbul’un simgesi taş
duvarlarından salkınan leylakların, erguvanların ve caddeleri arasına
serpiştirilmiş lalelerin her bir renginin cümbüşüne sefer eylerken, belli ki
ailesini kaybetmiş küçük sevimli bir kız çocuğu ile kesişiyor gözlerimiz önce…
Küçük
kızın altın damlası saçlarını okşayıp deniz mavisi gözlerinde ürkekçe
kayboluşunun korkusuna fırsat vermeden kucaklıyorum onu. Oturuyoruz olduğumuz
yerde. Hissettiğim annelik içgüdüleri ile nasılsa gelecekti küçük kızın annesi
de bulunduğumuz yere. İçimden ettiğim duaların gücü ile…
Sevgiyle
yoğrulmuş bir çift bakış ve yüreklerimizden kopan seslerimizle kelimelerin
vücut bulduğu dillerimizin farklılığına rağmen kesiştik güven ve huzurun bir
çift anlık deminden. Bu sevimli küçük hanımefendiye güven vermek için konuşmaya
çabaladığım kelimelerimle diyaloğun aslında yüreklerde başladığını da
keşfediyoruz böylece.
Ve arkadan bir ses yakalıyor kızını
sevinçle.... Topkapı Sarayı' nın asırlık ağaçlarının gölgesinde, geçmişinde
yaşanan tüm acılara inat, şimdi mutlu gülücükler ve sevinçler kopuyor, kendilerine
yabancı bir ülkenin tarihi dokusunda birbirlerini bulmanın mutlu bakışları
arasından gözlerinde. Birbirini seven
yüreklerin anlık kaybolup, kısa bir an sonra tekrar kavuşmanın sevincinde
bırakıyorum kendi hallerinde.
Sultanahmet’in
bu tarihi dokusu içinde kendimi saldığım bu gezide Eminönü’ne inen yokuş aşağı
bayırdayım şimdi de.
Mahşeri
bir kalabalığın tam ortasında kimseye çarpmamak için zorla attığım adımlarımı
yönlendiriyorum Gülhane’ye.
Gökyüzüne
merdiven dayamış ağaçların dallarının ve yaprakların seyrinin keyfinde bir kafeden
aldığım tost ve bir fincan çayla gözlerimin şenliğine yüreğimi de davet
ediyorum bu seyr ü seferde.
Herc-ü
merc olmuş yığınların arasında bir müjde gibi yalnız bulduğum pir-i fânî edalı
bir ağacın altında oturuyorum.
Güzel
bir günü yaşamış olmanın şükrü ile çantamdan çıkardığım kitabın satırları
arasında kayboluyorum şimdi de...
Satırlardaki
harflerle süren yolculuğum insan kalabalığı içindeki hayat yolculuğumda düşündürüyor beni...
Kaybolmamak
ve varlığımı bir harf kadar da olsa güzel kılabilmek adına dualar ediyorum
Yaradan'a…
Neşe Yıldız, 12.11.2013, Konuk
Yazarlar, Sonsuz Ark