“Kırmızı maskenin altına düşülmüş bir çift
kırmızı dudak, şehvetin siyaseti değil mi?”
Onu dertkesen masasının arkasında yazarken
yakaladım. Çokça zamandır, zihninin arka sokaklarında devinen şüpheyi
irdeliyordu. Gözlerden ırak bir masal kahramanı gibi, delinmez dağları delmeye
çalışıyor, insan ruhunun bilinmeyenleri ile ilgili araştırmalar yapıyordu.
Gölgelerin tam tepesine kondum. Yazısını henüz bitirmişti
ve gövdesini geriye doğru sarkıtmıştı; yorgunluktan uyuyakalmış gibiydi. Yazdıklarını okudum. Yazısı eksiksiz
olarak şöyleydi:
“Kırmızı parti maskesinin altından görünen
kırmızıya boyanmış dudaklar bir kadın kokusunun çarpık ruhuna dokunduğumu
anlatıyor. Maskenin gözlerindeki gölgelere dikkat kesiliyorum. Kırmızı bir
bolluk ruhun hangi çıkışlarında durur? Neden kızgın kahverengi olmaz maskeler?
Neden öyle bakıyor gölgelerdeki renkleri belirsiz gözler? Neden maskeler ve
neden kırmızı?
Kışkırtmak için, doğru! Kışkırtmak ve dalgalanarak genişleyen, yayılan şeytanî duygulara karmaşık bir zevk pınarından akıyormuş gibi yaklaşmak için. Daha gerideki beynin gri hücrelerinde elektrik akımları neler taşıyorlar, derinliklere doğru yürürken azgın azgın?
Karanlık bir köşedeki şuh davete doğru yürüyen
bir sürüngen mi maskenin ardındaki? Maskelerin sakladıkları neler? Kışkırtılanı
peşinden sürükleyen hangi alevdir ki? Yürüyen, yürüdükçe salınan etekleri
dağların.
Sarmaşıklarla dolu mağaralarda sürpriz olmayan
ne var? İnsanın bilmediği hangi giz, kışkırtır insanı defalarca? Her parti, her
çağlayan serisi gibi nasıl da doluyor mağaraların ağzına? Nasıl da sürükleniyorlar maskelerin ardından
kahkahalar atan kadınlar ve erkekler.
Bir çift kırmızı dudak kavuruyor en mahrem
yerlerinde tutulakalmış erkeği. Kuytu köşelerde kıvranan bedenlerin, hangi
aralıkta ötekilerle ne yaptığını merak ediyorum. Merak ediyorum defalarca
tekrarlanan çağrıların defalarca itaatkâr erkekleri nasıl cezb ettiğini. Bir
sürüngen mi daha kışkırtıcıdır erkeğine, bir kadın mı?
Yapraklarla örtülmüş mağaraların girişlerinde
hangi şeytâni câzibe var? Şelalelerden akan ve mağaraların ağızlarını saklayan
şey de ne? Şiir, sanat, edebiyat, resim, müzik; hangisi? Maskeye rengini veren en
dehşet verici akıntı ne?
Şehvetin şiiri, resmi, sanatı, edebiyatı, müziği, şehvetin siyaseti için mi harcanıyorlar? Kırmızı maskenin altına düşülmüş bir
çift kırmızı dudak, şehvetin siyaseti değil mi? Nasıl da kışkırtıyorsun, nasıl da
biliyorsun kırmızıyı, nasıl da saklıyorsun şehvetini?
Yürüdüm, uzun, kırmızı elbisesiyle yürüyen
omuzları açık kadının arkasından. Onu kuytu bir köşede yakaladım. Kırmızı
dudaklarından akan gülücüklerin sesine kattığı dehşet verici şehvet, buram
buram şeytan kokuyordu.
Maskenin arkasındaki gözleri görmek istedim.
Elimi uzattım, kıkırdayarak kaçtı, biraz daha öteye, daha kuytuya. Daha da
eskitiyordu aklımı, arkasından sürüklenirken ben. Merak ediyordum, şehvetin
siyasetini. Kaçışını, kıkırdayışını.
Bir şiir istedi, ressam olup olmadığımı sordu,
aşk romanları okuyup okumadığımı. Sanatçı mıydım?
Bir şartla cevap verebileceğimi söyledim.
Maskenin arkasında ne olduğunu merak ediyordum ve onu görmek istiyordum. Yine
kıkırdadı. Büsbütün cisme döndürdü şehvetini. Bu siyasetti apaçık; görüyordum.
Birdenbire yaklaştı bana. Maskesinin arkasından
bakan gözleri gözlerime yaklaştı. İnce uzun parmaklarının ucundaki kırmızı
rengi gördüm ansızın ve sonra fırlayıp giden kırmızı maskeyi. Kırmızı dudakları
tamamen ortadaydı şimdi.
Gözlerini aradım. Kırmızı, kıpkırmızı gözleri
çılgın bir gösteriye hazırlanmıştı. Karanlıkta parlayan kıpkırmızı bir çift
göz.
Kahkahalar attı kuytu geceye. “İşte!” dedi. “
Merak ettiğin her şey ortada”
Ona sordum. “Seni şehvetle mutlu kılacak olan
ne?”
“İçimde şeytan geziyor!” diye fısıldadı, yüzünü
yüzüme yaklaştırırken. “Gözlerime bak!”
Gözlerinin içinde boğulan kadını gördüm. Şehvetten
boğulan ve acı çeken kadını…Bir kahkaha daha attı geriye doğru savururken
saçlarını.
“Senin de içinde şeytan geziniyor!” diye
bağırdı. “Şehvetin ardından sürüklenen sadece şehvettir, merak değil!”
Öylece kalakaldım. Doğru söylüyordu şehvetin
siyaseti. Merak ettiğim şey, onu şehvete sürükleyen şeydi. Beni ona sürükleyen
de şehvetti. Şehvetin siyasetine yenilmiştim. Kırmızı maske ve kırmızı dudaklar
amacına ulaşmıştı.
Olduğum yere çöktüm. Kadın, sırtını dönmüş
gidiyordu ışıklara doğru. Karanlığın içinde yapayalnız kalmıştım.
Kadında gördüğüm de erkeğin şehvetiydi. Doğruydu;
kadını şehvetin siyasetine sürükleyen erkeğin şehvetiydi. Şiir, resim,
edebiyat, sanat, şehvetin müziği ile resmediyorlardı şehvetin siyasetini. Ne
erkek ne de kadın, hiçbiri masum değildi.”
Yazısı bu kadardı. Onu uyandırmamak için çok çaba sarf ettim. Ancak
mümkün olmadı. Yazısını okuduğumu hissetmiş gibi uyandı, sağına soluna baktı,
yazıyı nakşettiği kâğıdı önce ikiye katladı, sonra tekrar ikiye katladı ve son
kez bir daha ikiye katladı. Sonra sağ kolunu kaldırdı ve kâğıdı fırlattı.
Sekize katlanmış kâğıt açık pencereden uçtu,
gitti. Dışarıda bir nehir akıyordu, görmüştüm. Nehrin saklı
masallardaki adı değişmemişti, “Sır” diyorlardı eskiden beri insanlar ona. Adam
keşfettiği şeyi tekrar ‘Sır’ nehrine fırlatmıştı. Herkesi kendisiyle baş başa bırakmaktan başka çâresi yoktu. Kadının sorularına hangi cevapları verdiğini de yazmamıştı.
Mustafa Ege – Çarş, 13/11/2013 –21:12/
İz Etki Ekinoksları 25