Kiziroğlu Mustafa Bey
-8-
Şeref
yarenleriyle iyiden iyiye sahoş olmuş, bir yandan kucağına aldığı kadınla
oynaşıyor, bir yandan da çengilerin oyunlarına tempo tutuyordu. Sağında
kendinden biraz daha ayık olan kadınsı tavırlarıyla dikkat çeken bir oğlan
yaldız işlemeli kupayı doldurup Şeref’e uzattı.
Sofrada
bir kuş sütü eksikti. Çadırın zeminini acem halıları süslüyordu. Rengarenk
fanuslar içinde yanan mumlar şehvet duygularını kabartıyor, su gibi akan üzüm
sularının verdiği güven duygusuyla coşkuları artıyordu. Çadırın önünde ayakta
zor duran iki asker güvenliği sağlıyordu güya. Subaşını karşılarında görünce
kendilerini toparlamaya çalıştılar. Yılışık tavırlarla selamladılar Subaşı
Macit’i.
“Oh!”
dedi mırıldanarak. “Keyf sizin keyfiniz.. biz boşuna telaşlanıyoruz.”
Kendisi
de eğlenme niyetiyle gelmişti buralara. Ancak Bodur Hamza’nın derdest edip
yanında götürdüğü köy imamının bakışlarıyla karşılaşınca hevesi kursağında
kalmış, eğlenme niyeti tuzla buz olmuştu.
Haber
çoktan Kiziroğlu’na ulaşmıştı belki de. Yaralı kurdu daha bir vahşileştirecek
bir gelişmeydi bu. Doğrudan kendi üzerine gitmeleri, karşılıklı kapışmaları
kabullenilen bir şeydi. Oysa şimdi.. Bodur’un yaptıkları..
Subaşı’nın
kendisi bile hoş göremiyordu. Kendisi bile çileden çıkmıştı. Artık sadece haraç
almakla yetinmeyecekti Kiziroğlu. Allah bilir onu durdurmak için ne kalabalık
bir ordu gerekecekti. Hem Sancak Beyi’ne ne diyecekti.
Döngel
Murat ile Beyin kararlaştırdıkları kumpasın gerçekleştirilme ihtimali de
ortadan kalkmış mıydı acaba? Kiziroğlu dur durak bilir miydi artık? Şuan en
büyük tehlikede olan Şeref Bey’di. Fakat onun dünyadan haberi yoktu. “Dünya
yansa bir horum otum yanmaz!” kaygısızlığı hepsinin başını yakacaktı.
Çopur’a
başıyla işaret edip sarhoş askerleri kapının önünden aldırttı. “Sen de
başlarında dur Çopur.. Bodur’un yaptıklarından sonra bize bu pisliklere
katılmak değil pisliklerini temizlemek düşer.. inşallah Şeref beyi ikna ederim
de bir an evvel Sancağa döneriz.”
“İnşallah!”
dedi Çopur.
Subaşı
usulca çadırdan içeri daldı. Şeref Bey sağ tarafta sırtını halı yastıklara vermiş
oturuyordu. Subaşını görünce kucağındaki kadını yana fırlatıp bağırdı:
“Hey bakın ziyaretimize kimler gelmiş..
çadırımızı kimler şereflendirmiş.. gel Subaşı.. gel çekinme.. gel bak yanımda
hiç tatmadığın ne içecekler var.. sen seversin..”
Sonra yanındaki
oğlanın önünden tepsiyi aldı:
“Bak bu gördüğün frenklerden epey altına mal
olmuş bir içecektir ki.. bir içen pişman bir içmeyen.. ha ne dersin gül yanaklım?”
Subaşı
bir iki adım atıp Şeref Bey’in önünde durdu. Yüksek sesle konuştu:
“Bodur Hamza Kizir Köyü’nü bastı.. köyün
imamını derdest edip yanında götürdü.”
Bir anda
çadır sessizliğe kesildi. Herkes bulunduğu yerde siner gibi yaptı. Şeref hafif
doğrulur gibi yapıp tekrar bulunduğu yere yayıldı.. eliyle çengilere işaret
etti:
“Ne
durursunuz bire kancıklar.. bize ne Kizir Köyü’nden, babamın kavgasından..
Kiziroğlu’yla ne alıp-veremediğimiz var ki korkup pusalım. Saki elin kırılsın
doldur şu kupayı!”
Boş
kupayı yanındaki oğlana uzattı. Oğlan gözlerini iri iri açmış Subaşına
bakıyordu. Subaşı oralı bile değildi. Şeref Bey’in yanına iyice sokuldu.
Cepkeninin yakasından tutup zorla ayağa kaldırdı.
“Belki
senin Kiziroğlu’yla bir alıp-veremediğin vardır, ama onun seninle kesin
alış-verişi olacaktır. Burada tehlikedesin. Derhal toparlanıp gidiyoruz!”
Şeref
hışımla yakasını subaşının elinden kurtardı:
“Bire
namert” dedi.. “Sen kim oluyorsun? Sen kimsin de beyoğlunun yakasından
tutuyorsun.. babamın çomarlarından biri mi sandın beni? Ayağını denk al
kapıkulu!”
Subaşı
Şeref’in ne korkak biri olduğunu biliyordu. Şimdi onu böyle yüksek perdeden
konuşturan içkiydi. Uyandığı vakit su dökmüş kedi gibi bir köşede pusacak,
söylediği sözler hatırına geldikçe kaçacak delik arayacaktı. Bu ağır sözler
ondan duyduğu ilk ağır sözler değildi. Ve hepsi de sarhoşken söylenmişti. İçki
nelere kadirdi.
“Haklısın
beyim!” dedi Subaşı “Bir densizlik ettim.. dilersen bir an önce yola çıkalım,
konağa varınca falakaya yatırırsın!”
Şeref
ayakta güç bela duruyordu. Olduğu yere çöktü:
“Seni
burada bu kancıkların yanında falakaya yatıracağım.. niye susar sazlar.. bire
namertler aldığınız bahşişler mi az geldi.. çalın ulan! Oynayın bire kancıklar!”
Şeref
anlaşılmaz bir şeyler daha söyleyip olduğu yere yıkıldı.
“Sen
görürsün! Sen görürsün çomar!” sözlerini geveleyerek kendinden geçti.
Subaşı,
“Çopur! Atları hazırlayın.. gidiyoruz!” diye emir verdi.
Doğan,
Hüsam Dayı’nın kom evine vardığında sundurmada oturan iki karaltı gördü.
“Destur
ağalar.. ben değirmencinin damadı Doğan.. ağamıza bir haberim vardı!” dedi.
Hüsam Dayı
ile Şehmuz ayağa fırlayıp, atlıya doğru koştular. Doğan müthiş bir çeviklikle
atından aşağı indi.
“Ağamızı
görmeliyim.” dedi Doğan.
“Hele
bir soluklan” diye cevapladı Hüsam Dayı. “Ağa uyuyor.. sabahı bekleyemeyecek
kadar acil olan nedir?”
Doğan
olan biteni hızlı hızlı anlattı. Kadı Cemaleddin Efendi’nin görüşme isteğini
Kiziroğlu’na iletmek için yola çıktığını, değirmende Kiziroğlu’nun kız kardeşi
Elif ile karşılaştığını, bir süre sonra köyden Mehmet Ali isimli bir çocuğun
geldiğini, köyü Bodur Hamza namerdinin bastığını bir bir öfkeli bir sesle
anlattı. İmamı derdest edip kaldırdıklarını söyleyip soluklanmak için durdu.
Hüsam Dayı,
Doğan’ın koluna girip sundurmaya doğru götürdü.
“Gidinin
namerdi.. gidinin namerdi!” sözleri döküldü ağzından. Şehmuz dişlerini
gıcırdatıyordu.
“Demek
koca anaya o yaşlı kadına da kötek attılar he.. vay iblisler!”
“Ağzından
burnundan kan gelmiş dediydi Mehmet Ali!”
“Görür
günün o deyyus!” diye bağırdı Şehmuz..
Hüsam Dayı
onu sakinleştirdi:
“Bağırma be aslanım.. uyandıracaksın deliyi..
ondan sonra eğle eğleyebilirsen.”
Kulübenin
kapısı açıldı. Kapının sövesine tutunarak dışarı çıktı Kiziroğlu.
Sundurmadakiler susup başlarını önlerine eğdiler.
“Hangi
deyyus ne yapmış dayı.. konuğumuz kimdir?” diye sordu
.
Konuşurken
zorlandığı apaçık belli oluyordu. Hüsam Dayı ayağa kalktı, “Ne diye yatağından
çıkarsın a deli oğlan.. hele bir sabah olsun..” dedi içeri sokmaya çalıştı.
Kiziroğlu silkindi. Sundurmadaki sedire oturdu:
“Yeter
sırt üstü yattığımız dayı.. sen miydin Doğan’ım.. hayırdır gecenin bu vakti?”
Doğan,
Hüsam Dayı’ya baktı çaresizlikle. Kiziroğlu ayakta bile duramıyordu. Hüsam Dayı
atıldı hemen:
“Yeni
kadı seninle görüşmek dilermiş.. evvelki kadının kanını gerçekte kimin
döktüğünü öğrenme sevdasındaymış!” dedi.
Kiziroğlu
sundurmadakileri tek tek süzdü. Üç adam
da başlarını öne eğmiş öylece duruyorlardı. Kendisinden bir şeyler sakladığı o
kadar belliydi ki..
“Etrafına
dikkatlice baksa bu işi kimin yaptığını hemencecik anlardı dayı.. biri ona
etrafına iyi bakmasını söylemeli.. ama görüyorum ki sizler de beni kadı gibi
dikkatsiz sanırsınız.. hadi gizlemeyin.. hangi deyyus ne yaptı Şehmuz’um.. sen
olsun arkadaşının gönlünü ferahlat..” dedi ve yapmacık bir gülüşle ekledi: “meraktan
çatlayacağım la kardaş!”
Şehmuz
kucağında kenetli ellerinin sıktı. Kiziroğlu’nun yüzüne bakmaya cesaret
edemiyordu. Hüsam Dayı kızgın bir ses tonuyla söylendi:
“Ne o beyimiz büyüklerine inanmaz mı oldu?
Yalan mı söylediklerim?”
Kiziroğlu
başını salladı, Hüsam Dayı’ya baktı.. yalvarmaklı:
“Değil.. yalan söylemediklerini bilirim.. ama
eksik söylediklerini de bilirim.. kadının isteğini iletmek için bunca gürültü
kopar mı be Dayı.. sence ben her söze inanacak bebe miyim? Büyüklerimiz
büyüdüğümüzü görmez mi?” dedi.
Şehmuz
hışımla ayağa kalkıp kulübeden koşarak uzaklaştı. Kiziroğlu ardından bağırdı:
“Şehmuz’um
beni böyle bırakıp kaçar mısın? Hiç mi hatırım kalmadı.. de hele Doğan’ım..
Hüsam dayı lafı evirir çevirir.. de hele! Anama, kızkardaşıma bir şey mi oldu?
De hele!”
Şehmuz
geri dönmüş elleri iki yanına sarkık yumrukları sıkılı Hüsam Dayıya bakıyordu.
Hüsam Dayı:
“Eh sıktın sen de ha!” dedi. “Bodur deyyusu
köyü basmış.. anan kızkardaşın iyilermiş.. köyün imamını hırpalamışlar biraz..
yanlarında götürmüşler.. gidip teslim olmazsan her gün kırbaçlayacaklarmış..
rahat ettin mi?”
Kiziroğlu
ayağa kalkmıştı. Doğan’ın omuzuna yaslanıp sordu:
“Doğru
mu Doğanım.. anam kızkardaşıma iyiler mi? Madem beni isterler anamı
kızkardaşımı yanlarında götürmeleri gerekmez miydi? İmamdan ne isterler?”
Doğan
yutkunarak, “Kızkardaşın yukarı komdaymış onlar köye baskına giderlerken.
Görmüş saklanmış.. ananı niye almamışlar bilmiyorum.. ama köyün imamını köy
meydanında yerlerde sürümüşler döğmüşler.. sonrada yanlarında götürmüşler!”
dedi.
Kiziroğlu
bağırdı:
“Şehmuz tez atımı getir.. o deyyus köy basmak
neymiş öğrenecek.. çiftliğini başına yıkmazsam bana da Kiziroğlu demesinler..
hadi Şehmuz ne durursun!”
Hüsam Dayı
Kiziroğlu’nun karşısına dikilip “Hele.. hele şu delinin söylediklerine de bak!
Dosdoğru sırtlanın tuzağına gidecen he mi? Sen omzundan değil aklından
yaralanmışsın.. kendini toparlamadan hiçbir yere kıpırdamayacaksın!” dedi.
Kiziroğlu
Hüsam Dayı’yı sert bir şekilde geri itti. Birkaç adım geriledi Hüsam Dayı.
Yaralı da olsa aslan yine aslandı. Ne kuvvet vardı pazılarında bu
Kiziroğlu’nun. Hoşuna gitti bu hali. Fakat sezdirmeden hızla gelip
Kiziroğlu’nun bileklerini kavradı.
“Behey
deli oğlan.. ayakta zor duruyorsun.. atın üzerinde nasıl duracaksın?”
“Cesedim
bile yeter o sırtlanlara.. dayı sen otur oturduğun yerde.. için geçmiş..”
“Yoo..”
dedi Hüsam Dayı.. “Bu kadarı da fazla.. belki cesedin yeter.. ama senin dirin
lazım bize.. bak a Kiziroğlu şunu iyi belle ki sen artık senin değilsin..
bizimsin! Bizim umudumuzsun çakallara karşı.. sırtlanlara karşı verdiğimiz bu
mücadele de bizimsin.. şimdi aklınla düşünmüyorsun.. ben bir ders verilmesin mi
isterim.. sen öyle mi sanırsın?”
“Dayı..
dayı siz söylemeseniz de anama zulmetmediklerini tahmin edemiyor muyum? Anama
yaptıklarını burunlarından fitil fitil getiren ben olmamalı mıyım? Ben sizinim
he.. ya anamın değil miyim? Size yapılanların öcünü alırken anama yapılanları
görmeyeyim mi?” diye konuştu ağlamaklı.
“Bakındı şunun dediklerine.. essah sen
aklından yaralanmışsın.. ananı bizden gayrı mı tutarım? Böyle mi anladın? Hay
senin aklına!”
Bir süre
sustular. Gücü tükenmek üzereydi Kiziroğlu’nun. Doğan’a iyice yaslanmıştı.
“Dayı..
dayı yoruldum insanı oynamaktan ama yorulmadı birileri tanrıyı oynamaktan!
Şehmuz ne beklersin.. atımı getir!” dedi.
Düşecek
gibi oldu. Doğan belinden sarılıp doğrulmasına yardım etti. Hüsam dayı Şehmuz’a
işaret etti. Şehmuz hemen yanlarına koşup Doğan’la birlikte Kiziroğlu’nun
koltukaltına girip kulübeye doğru yavaş adımlarla yürüdüler. Yarı baygın
Kiziroğlu’nu yatağa yatırıp dışarı çıktılar.
“Şehmuz
!” dedi Dayı “Vakit geçirmeden on on beş yiğit al yana dere düzüne git.. beyin
haramzade ayyaş oğlu işret çadırı kurmuş.. onu kaldır. Beye de haber ilet imama
karşılık oğlu. Maiyetindekileri de falakaya yatırın. Bodur’un köyde
yaptıklarının bedeli olduğunu bilsinler. Ha sadece imamı istemeyiz.. imamla
birlikte bodur iti de bize verilecek.. Doğan’ım sen de kasabaya git.. Kadı’ya
imamla bodur’u kendisinin teslim etmesini sağlamasını söyle.. böylece ne
diyecekmiş görelim! Tez davranın!”
“Tamam
dayı!” deyip fırladı Şehmuz. Doğan da atına atlayıp karanlıkta kayboldu. Şehmuz
ve Doğan gözden kaybolunca Hüsam dayı ağır adımlarla kulübeye doğru yürüdü. Yaman
cenk olacaktı. Bu cenkte pazular değil akıllar savaşacaktı.
Puran Tilmiz, 15.11.2013, Sonsuz Ark,
Konuk Yazarlar