“Koruma
içgüdüsü dedelikten, benlik kaygısı da bencillikten değil dedelikten, onanma
ihtiyacı romantikliğinden. Açıklamalar çok canlı ve hareketli, ancak…”
Bülent Arınç’ı
‘Diyarbakır Düğünü’nde canlı yayınlarla izledim. Nikahlar kıyılırken oturduğu
koltuktan şahitlerin konuşmalarını dinliyordu. Kamera ekrana onu getiriyordu sık
sık. Gözlerinin içi gülüyordu Arınç’ın, dudakları ayrıktı konuşmacıları
izlerken. Başbakan Erdoğan konuşurken, Barzani konuşurken hep aynı ‘hoş simâ’
ile ekranda durdu. Mehdi Eker son şahit olarak mikrofonu eline alarak Başbakan’a
barış için teşekkür ettiğinde, Arınç’ın gözleri bir anda anlamak için
odaklandığı sahneden çekildi, kafasının içinde bir şey ararmış gibi bir sağa,
bir sola baktı; sonra ‘hoş sima’sına geri döndü.
Ne olursa
olsun nev-i şahsına mahsus biri Bülent Arınç; duygusal, teskin edici ve bu
yüzden de biraz ben merkezinden bakmayı seven biri… Elinde değil başka türlü
olmak, başlıktaki Rapsodia’nın nedeni de bu. Rapsodia, Antik Yunan’dan, Homeros’tan
gelme; klasik ve romantik müzik çağında halk melodi ve motiflerinin etkisiyle
bestelenen, hareketli, parlak, canlı, belirli bir karakteri olmayan yapıtlara
deniyor. Yani; hareketli, parlak, canlı ve romantik olması onu stabil
karakterlere benzetmemize izin vermiyor. Doğal olarak da cezalandırmamıza.
Bülent
Arınç’ı torunlarına kızıp toplarını ellerinden alan bir dede gibi algılamaktan başka
bir şey düşünemiyoruz. Ve diyoruz ki; evet, Arınç siyaseti bırakıp torunlarıyla
vakit geçirmeli artık; Türkiye’nin geçtiği bu ağır dönemde dede kızgınlıklarına
sabretme lüksümüz maalesef yok. Bu tadı kaldıramıyoruz bölünmüş otoyollarda,
otobanlarda… Yol ya vardır ya da yoktur.
Arınç, bir
gazetecinin, "Hepimizin çocukluğunda vardır. Sizin de başınıza gelmiştir.
Zaman zaman küstüğümüz oluyor. Sizin şu an siyasi çevrede küstüğünüz biri var
mı?" sorusuna gülümseyerek, "Bak bak yaramaza bak, içine bir çocuk
ekledi, hap gibi bir şey yaptı. Neyse çocukların hatırına cevaplayayım. Şu anda
yok" cevabını verdiğinde de o müşfik dede rapsodisi ortaya çıkmıştı. Ondan birkaç saat önce de, "Yıllardır
bize düşmanca yayın yapan bazı köşe yazarları ve gazeteler şimdi methiyeler
diziyorlar. Bunlar bizi saf mı zannediyor?" diye sormuştu. Saf zannetmiyorlardı,
Arınç rapsodik ruhuyla öyle görüntü veriyordu, onlar da doğal olarak öyle
sormuşlardı. Başbakan’a TRTTürk’ten ağzına geleni söyledikten sonra partisinin
meclisteki ilk Grup toplantısına da katılmamıştı. Kuvvet komutanlarına iade-i
ziyaret yapmak üzere iş bulmuştu o saatte kendine.
Başbakan
Erdoğan, Arınç’ın açıklamalarına,“Partinin genel başkanı ve hükümetin
başbakanı benim varsa herhangi bir sıkıntı kendi aramızda görüşürüz” diyerek cevap vermişti.
AK Parti
Sözcüsü Hüseyin Çelik ve Egemen Bağış da aynı vurguyla açıklamalar yaptı. Hüseyin
Çelik, Arınç’ın Başbakan’a yönelik sözlerinin kavga ve küsme olmadığını belirtti:
“Sayın Başbakan bu hareketin, partinin lideridir. Arınç ile Başbakan 40 yıllık
can ciğer dosttur. Sitem sevgiden doğar. Sayın Arınç ihtiyaç hissetmiş sitemde
bulunmuşsa bu sitemdir. Sayın Arınç’ın Sayın Başbakan’a sevgisinden kaynaklanan
bir sitemdir.”
Anlamaya çalışıyorduk. Bir sıkıntı vardı, ama
neydi? Parti’de liderlik sorunu mu vardı? “Açıklamamdan sonra en az dört
bakanımdan teşekkür aldım” demişti Arınç… Parti bu üç açıklama sonrasında sonrasında
suskunluğa büründü… Müzmin muhalif, Zaman Gazetesi yazarı İhsan Dağı, 8 Kasımda
twitter hesabından soruyordu: “Ak parti yönetimi Bülent Arınç’ın sözleri
hakkında parti mensuplarına açıklama ve yorum yapma yasağı getirmiş. Neden
acaba? Çatlak mı var?”
En güzeli,
en doğrusu Arınç’ın açıklamalarına bakmak, o rapsodik ruhu anlamak… Uzun bir
alıntı yapacağım; o ruhu başka türlü anlatamam. Birkaç cümle Arınç’ın hareketli,
parlak, canlı ve romantik ve stabil olmayan karakterini anlamamıza izin vermez:
“Biz
dava arkadaşıyız. Kader birliği yapıyoruz. Benim hükümetteki sorumluluğum
sadece bir bakan olarak bulunduğum anlamına gelmez. Ben sadece bakan değilim.
Benim aynı zamanda özgül ağırlığım var. Bu özgül ağırlığım başkalarından
farklıdır. Ben bir yerde bulunuyorsam sadece bir makam işgal eden bakan
değilim. Ben partinin görüşlerini düşüncelerini, geçmişini, bugününü ve
geleceğini temsil eden bir insanım. Herkes beni böyle değerlendiriyor. Meclis
Başkanlığı yapmışım, demokrasi ve özgürlükler konusunda kendimi, ailemi siper
etmişim. Gençliğimi, aşkımı, hayatımı bu yolda vermişim. Ben sadece bir bakan
değilim. Kırmızı plaka meraklısı, koltuğa oturduğunda her şey bitti diyen bir
insan değilim. Ben çok şeyi temsil ediyorum. Herkesin buna böyle baktığı bir
noktada benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım."
"Sayın
Başbakan buna dikkat eder. Bu en azından kul hakkıdır. Kul hakkı noktasında
onun ne kadar dirayetli olduğuna ben inanırım. Onun özel hayatında bunu ne
kadar önemsediğini ben hatırlarım. Ama hepimiz hata yapabiliyoruz. Ne duymuşsam
onu dışarıda söyledim. Duymadıklarımdan sorumlu değilim. Duyduklarım ve
bildiklerim, dışarıda ne söylediysem odur. Bundan dolayı üzülmüyorum, eksiklik
hissetmiyorum, yanlış yaptığımı da düşünmüyorum. Ben açıklama yaparken hükümet
sözcüsü olarak bir, hükümetimi düşünmek zorundayım, söylediklerim hükümetimi
zor durumda bırakmamalı, işin sivil boyutu, güvenlik, siyaset boyutu var.
Onları ambalaj haline getirmeliyim ki, hükümetim bundan bir yara almamalı.
İkincisi, Başbakanımı korumak zorundayım."
"Açıklamamdan
sonra en az dört bakanımdan teşekkür aldım. Bu meseleyi çok güzel izah ettiniz
demişlerdi. Biz de evlat babasıyız, bir yaşantımız var. Toplumun da bir
değerleri var. Bu değerlere uygun ne yaparsak ne konuşursak toplum bunu
destekler ama bir de hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde bu söylediklerimizi ne
kadar yapabiliriz. AB üyeliği sürecinde yaptıklarımızı da dikkate alarak bu
feryatlarımızı nasıl bir hukuki düzenleme haline getirebiliriz, o kısmından
emin değilim. Oradaki feryadı şudur: Bir, anneler, babalar, kız çocuklarımız ve
erkek çocuklarımız yarın mahcup olacakları, utanabilecekleri, hayatlarında bir
kara nokta olarak görebilecekleri bir tecrübe yaşamasınlar; iki, toplumun değer
yargıları bundan zarar görmesin; üç, aynı apartmanlarda yaşıyoruz. O
apartmanlardaki insanlar, böylesine belki de masumane sayılabilecek bir
birliktelikte giren çıkan belli olmazsa gürültü patırtı olursa hatta örgüt
ilişkisi sebebiyle birtakım ihbarlar yalan yanlış konuşulursa bu sefer zarar da
görürler."
"Başbakan
şüphesiz çok önemli meziyetlere sahip bir insan. Seçim üstüne seçim kazandı,
büyük bir halk kahramanı. Başbakan çok büyük bir aile reisi, çok dindar,
inancını çok iyi yaşayan, arkadaşlarına karşı çok vefalı, siyasette görevinin
eri bir insan. Her siyasetçi açısından meseleye böyle bakmamız lazım. (Avukatlığı
döneminde) Ağır ceza reisi hakimler, ‘sen söylüyorsan mutlaka doğrudur’ diyecek
noktaya gelmişlerdi. Bana davalar gelirdi, ‘O adam satılmaz, eğilip bükülmez’
derlerdi. Hayatımı böyle de devam ettirmek isterim.”
"Her
şeyin kabahat ve suç olmayabileceğini, ama toplumun değer yargıları, gelenekleri,
örf ve adetleri içerisinde yanlış görünen unsurlar da olabilir. Başbakanımızın,
çocuklarımızın üzerine titrerken söylemek istedikleri bence bu. Ama bunlar için
yasal düzenleme yaparız, gerekirse yaparız demesi, arkasından bir valimizin
(Adana Valisi Hüseyin Avni Coş) de hemen üzerine atlayıvermesi, durumdan vazife
çıkarması bence çok doğru şeyler değil.”
Koruma
içgüdüsü dedelikten, benlik kaygısı da bencillikten değil dedelikten, onanma
ihtiyacı romantikliğinden. Açıklamalar çok canlı ve hareketli, ancak… Başbakan
Erdoğan’ı hafife alan bir çerçevede, kıyasıya eleştiriyor. Dede topu almış
torunların ellerinden, kızmış…
Sükûnet,
itidal, aile içi dargınlık, küslük açıklamalarından sonra Cumhurbaşkanı Gül’ün 10
Kasım törenlerinde yan yana oturan ikiliye “Bu fotoğraflar sizi kaydediyor.” şeklindeki sözleri, anlaşmazlığı eşitler
arasına taşıdı.Dede-torun muhabbetinden çıktı konu. Arınç, ardından "Yıllardır
bize düşmanca yayın yapan bazı köşe yazarları ve gazeteler şimdi methiyeler
diziyorlar. Bunlar bizi saf mı zannediyor?" dedi. Karakterinin parlak tarafını
öne çıkardı. Girişte anlattığım fotoğraftaki Arınç’a benzer bir karakter usulca
hacmini büyüttü. Kendisini aşmıştı Arınç, istifa kışkırtmaları, görevden
aldırma teşvikleri gırla gidiyordu.
Cemaat, Arınç’ın Gülen muhabbetini kullanarak
olayları biraz daha dürttü. Dershanelerle ilgili soru almayan ve konuyla ilgili
sorular gelince de “Diyarbakır’dan sonra konuşacağım!” diyen Arınç; Diyarbakır’da
düğünde olmanın tadını çıkardı. Türkiye’nin düğünüydü Diyarbakır Düğünü,
terörün bittiğinin ilanıydı. Barzani gelmişti, Şivan Perwer gelmişti, İbo
gelmişti...
Arınç Diyarbakır’dan
sonra lisan-ı hâlle konuştu. 17 Kasımda da Bismil’de Başbakan Erdoğan’la kol kola
miting sahnesinde göründü. Bütün
kışkırtıcılar derin bir yas duygusuyla bunu gördüler.
Arınç’ın
bu tavrını Erdoğan’ı yalnızlaştırmak operasyonunun bir parçası olarak
tanımlayanlar, Arınç başka türlü davransaydı, haklı olabilirlerdi. Bu dede
karakteri az daha büyük bir krize dönüşecekken, dönüşmesi engellendi. Arınç’ın bundan sonraki politik geleceği
dinlenmek, ara vermek ya da siyaseti külliyen bırakmak şeklindeydi. Partinin
geleceğinde şahsî iddiası, tüzük gereği olamazdı. Peki şahsını öne
çıkararak, Başbakan‘ı hedefe koymasının
nedeni neydi?
Başbakan
Kızılcahamam istişare toplantısında Denizli’de öğrenci evlerinde kızların ve
erkeklerin birlikte kaldığına dair haberlerden bahsetmiş ve buna müdahale
edilmesi gerektiğini söylemişti. Basından kimsenin bulunmadığı bu toplantıdan
sızan haber Zaman Gazetesi’nde yayınlandı. Arınç da Başbakan’la istişare
etmeden haberi asparagas olarak niteledi. Ardından Başbakan, haberi
doğrulayınca da zor durumda kaldı.
Dede ya;
tedbîren böyle konuşup, kaydı olduğu iddia edilen konuşmanın içeriğini
yalanlaması onu gerçekten zor durumda bırakmıştı. Bu zor duruma düşen de
kendisiydi, ama o Başbakan’ı suçladı. “Ben çok şeyi temsil ediyorum. Herkesin
buna böyle baktığı bir noktada benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım.” derken
de onu söylüyordu bence. Yani “Ben yalanladıysam sen de yıpranacağımı
düşünerek, sessiz kal!” diyordu.
Konu
Zaman Gazetesi’nin ellerindeydi ve uzunca bir süredir aleyhte delil toplayıp
yayın yapan cemaat medyası vardı. Başbakan bu riski alamazdı. Sızdırmanın amacı
da Erdoğan’ı yıpratmak ve hükümetten uzaklaştırmaktı. Açıkça böyle diyordu
cemaat. Arınç’ın romantik dokusuna uyması mümkün değildi, uymadı da.
Medya Arınç’la
cemaati işliyordu sürekli. Arınç’in Gülen’e bakışını unutmuşlardı. Şöyle demişti, çok daha önce:
"Muhterem
Gülen hoca efendiyi Mayıs ayında ziyaret ettim. 3 saat boyunca neler
konuştuklarımızı tek tek anlatacak değilim. Ben hoca efendiyi de yeni tanıyan
biri değilim. Manisa'ya hizmet yapmaya geldiği ilk günden beri tanıyorum. Onu
çok seven ve ondan hiç ayrılmayan da biriyim. Cemaat de kötü bir şey değil.
Sosyolojinin bir varlığı. Cemaat birileri tarağından yanlış anlaşılır diye
camia diyorlar. Ama bence hizmet kelimesi daha güzel. Fethullah Gülen siyasi
bir kişilik değil. Hayatın her alanında büyük dernekleri, vakıfları var.
Medyada, yazılı basında çok güçlüler. Ama tüm gördükleri Türkiye'nin hayrına
yapılacak ne varsa onu yapmaya çalışıyorlar. Böylesine büyüyen bir camianın
farklı sorunları olabilecektir. Farklı anlaşılmalar olabilecektir. Her zaman bu
böyledir. Ne kadar genişler ve büyürseniz o kadar sorunlar çıkabilir. Biz
RP'de, FP'de siyaset yaptım. Biz kitle partisi değildik. Biz RP'de, FP'de hangi
sandıktan ne kadar oy çıkacağını bilirdik. Alaybey'de bilirdik ki bir sanıktan
3 oy çıkacak. 6 oy çıkınca bayram yapardık. Ama biz şimdi 300 seçmeni olan bir
sanıktan 270 oy alınca normal görmeye başladık. Rahmetli Erbakan hoca kendine
hedefler koymuştu. Hedeflere yöneliksiz siyaset yapınca karşıdakiler de reel
siyasetle bağdaştıramıyordu. AK Parti kitle partisi oldu. Oyumuz yüzde 50. AK
Parti farklı bir parti çünkü. 16 vekil çıkarılan bir ilde 355 tane aday adayı
oluyor. Herkes kendi nefsini kardeşine tercih etsin dedim gidip. Güçlü parti
iktidar olur kendime yer bulayım diye düşünüyorlar. Güçlü olanı herkes tercih
eder. Baykal döneminin son döneminde çarşaflılara rozet takıldı. Mustafa
Kemal'in partisiyiz biz diyenler bu noktaya geldi. Yüzyıllardır tarikat ve
cemaat gerçeği vardır. Birkaç tane cemaat de değil ne cemaatler var.”
"Gülen
hoca efendinin işaret ettiği noktalara büyük bir hızla koşan çok dürüst
insanlar var. Ama onlarla birlikte bulunanların kafalarından farklı şeyler
geçiyor olabilir. Bu da insanın doğasında var. Bunlar şu tarafa, şunlar bu
tarafa laf söylemeye kalkarsa bu kötüdür. Hükümeti ve Tayyip Beyi, Abdullah
beyi çok seviyor, onlara çok güveniyor Gülen hoca efendi. 12 Eylül 2010
referandumunda bu camianın kadını erkeği kapı kapı dolaştı ve oylarınızı evet
olarak kullanın dedi. Bu öpülecek bir davranıştır. Biz bugün ne yapıyorsak 12
Eylül referandumundan aldığımız güçle yapıyoruz. Bu camiaya sadece bunun için
yüzyıllarca hakkımızı helal etsek geri kalmayız. Seçimlerde büyük oranda AK
Parti'yi destekliyorlar. Ama bu camia geçmişte farklı siyasi tercihlerde
bulunmuş olabilir. Hükümetimizi bu kadar seven bir camiaya karşı bizim,
bazılarının laf söylemesi ve ölçüyü kaçırması yanlış. Buradan oraya nasıl haber
gidiyor, orası nasıl etkileniyor. Ben herkesin vicdanına bırakıyorum. Oradan
laf getirenlerin, bir takım yanlış insanların yaptıklarını da doğru görmem ben.
Camia ile hükümet arasındaki ilişkileri bozabilecek bir yarışa girmeye
ihtiyacımız yok. Hükümetin muhalefeti vardır. Onlar bir şeyler söyleyecekler.
Onlar da iyi niyetle ikaz ediyorsa bu hakkın onlar için de olduğuna inanırırm. Ama
burada olan Sözcü Gazetesi'nde olduğu gibi değil, Ekrem'in burasına geldiği
için yazmıştır ama bu taraftan da atılan tweetleri biliyorum. Ben ortada
durayım. Bu tarafı seviyorum ama bu tarafın da içindeyim. Bu partinin
kurucularından biriyim. Hükümet işi bizzat hoca efendinin sözüdür: “Hikmeti
hükümete karışmak doğru değil”. Bazı şeyleri bahane ederek hükümetin icraatlarını
yüksek perdeden eleştirmek ve birilerini sevindirmek doğru değil. Bütün
güçlüklere rağmen başbakan bu ülkeyi çok güzel yönetiyor. Bakmayın burada böyle
söylediklerine bunu muhalefet de kabul ediyor. İsim belirterek ya da ima ederek
partinin önemli kişilerini yerden yere vurmak çok yakışık almıyor. Biz
ilişkilerimizi en iyi şekilde götüreceğiz. Başbakanımız Hoca efendiye karşı çok
güzel hisler içinde ama hikmeti hükümetin başında."
Uzunca
bir çalışma yaptım, ama değmiştir diye düşünüyorum. Türkiye’de barışın düğünle geldiği 16 Kasım
2013 günü, Diyarbakır Düğünü’nde Arınç başka türlü cevap veremezdi değil mi?
Arınç,
Rapsodia ve Diyarbakır Düğünü bazılarının kursağında heves kurutacak,
üzülsünler artık ne diyelim. Biz partinin dedesine mutlu bir hayat diyelim. Bu
yazıyı da bulup okursa, gülen gözleri
hep gülsün diye ettiğimiz duayı görür... Görmezse de, biz onu hatıralarını
yazan ‘rapsodik dede’ olarak hatırlamak istiyoruz, biri ona bu isteğimizi
ulaştırsın.
Arif Şahin, 17.11.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 27
Not: 18 Kasım pazartesi... Bakanlar Kurulu Toplantısı sonrası, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç: "Ben görevimin başındayım. Benim hiçbir davranışım, benim hiçbir eylemim hükümetime ve başbakanıma zarar vermemeli."