17 Kasım 2013 Pazar

SA478/AŞ27: Arınç, Rapsodia ve Diyarbakır Düğünü

“Koruma içgüdüsü dedelikten, benlik kaygısı da bencillikten değil dedelikten, onanma ihtiyacı romantikliğinden. Açıklamalar çok canlı ve hareketli, ancak…”

Bülent Arınç’ı ‘Diyarbakır Düğünü’nde canlı yayınlarla izledim. Nikahlar kıyılırken oturduğu koltuktan şahitlerin konuşmalarını dinliyordu. Kamera ekrana onu getiriyordu sık sık. Gözlerinin içi gülüyordu Arınç’ın, dudakları ayrıktı konuşmacıları izlerken. Başbakan Erdoğan konuşurken, Barzani konuşurken hep aynı ‘hoş simâ’ ile ekranda durdu. Mehdi Eker son şahit olarak mikrofonu eline alarak Başbakan’a barış için teşekkür ettiğinde, Arınç’ın gözleri bir anda anlamak için odaklandığı sahneden çekildi, kafasının içinde bir şey ararmış gibi bir sağa, bir sola baktı; sonra ‘hoş sima’sına geri döndü.

Ne olursa olsun nev-i şahsına mahsus biri Bülent Arınç; duygusal, teskin edici ve bu yüzden de biraz ben merkezinden bakmayı seven biri… Elinde değil başka türlü olmak, başlıktaki Rapsodia’nın nedeni de bu. Rapsodia, Antik Yunan’dan, Homeros’tan gelme; klasik ve romantik müzik çağında halk melodi ve motiflerinin etkisiyle bestelenen, hareketli, parlak, canlı, belirli bir karakteri olmayan yapıtlara deniyor. Yani; hareketli, parlak, canlı ve romantik olması onu stabil karakterlere benzetmemize izin vermiyor. Doğal olarak da cezalandırmamıza.

Bülent Arınç’ı torunlarına kızıp toplarını ellerinden alan bir dede gibi algılamaktan başka bir şey düşünemiyoruz. Ve diyoruz ki; evet, Arınç siyaseti bırakıp torunlarıyla vakit geçirmeli artık; Türkiye’nin geçtiği bu ağır dönemde dede kızgınlıklarına sabretme lüksümüz maalesef yok. Bu tadı kaldıramıyoruz bölünmüş otoyollarda, otobanlarda… Yol ya vardır ya da yoktur.

Arınç, bir gazetecinin, "Hepimizin çocukluğunda vardır. Sizin de başınıza gelmiştir. Zaman zaman küstüğümüz oluyor. Sizin şu an siyasi çevrede küstüğünüz biri var mı?" sorusuna gülümseyerek, "Bak bak yaramaza bak, içine bir çocuk ekledi, hap gibi bir şey yaptı. Neyse çocukların hatırına cevaplayayım. Şu anda yok" cevabını verdiğinde de o müşfik dede rapsodisi ortaya çıkmıştı.  Ondan birkaç saat önce de, "Yıllardır bize düşmanca yayın yapan bazı köşe yazarları ve gazeteler şimdi methiyeler diziyorlar. Bunlar bizi saf mı zannediyor?" diye sormuştu. Saf zannetmiyorlardı, Arınç rapsodik ruhuyla öyle görüntü veriyordu, onlar da doğal olarak öyle sormuşlardı. Başbakan’a TRTTürk’ten ağzına geleni söyledikten sonra partisinin meclisteki ilk Grup toplantısına da katılmamıştı. Kuvvet komutanlarına iade-i ziyaret yapmak üzere iş bulmuştu o saatte kendine.

Başbakan Erdoğan, Arınç’ın açıklamalarına,“Partinin genel başkanı ve hükümetin başbakanı benim varsa herhangi bir sıkıntı kendi aramızda görüşürüz” diyerek cevap vermişti

AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik ve Egemen Bağış da aynı vurguyla açıklamalar yaptı. Hüseyin Çelik, Arınç’ın Başbakan’a yönelik sözlerinin kavga ve küsme olmadığını belirtti: “Sayın Başbakan bu hareketin, partinin lideridir. Arınç ile Başbakan 40 yıllık can ciğer dosttur. Sitem sevgiden doğar. Sayın Arınç ihtiyaç hissetmiş sitemde bulunmuşsa bu sitemdir. Sayın Arınç’ın Sayın Başbakan’a sevgisinden kaynaklanan bir sitemdir.”

Anlamaya çalışıyorduk. Bir sıkıntı vardı, ama neydi? Parti’de liderlik sorunu mu vardı? “Açıklamamdan sonra en az dört bakanımdan teşekkür aldım” demişti Arınç…  Parti bu üç açıklama sonrasında sonrasında suskunluğa büründü… Müzmin muhalif,  Zaman Gazetesi yazarı İhsan Dağı, 8 Kasımda twitter hesabından soruyordu: “Ak parti yönetimi Bülent Arınç’ın sözleri hakkında parti mensuplarına açıklama ve yorum yapma yasağı getirmiş. Neden acaba? Çatlak mı var?”

En güzeli, en doğrusu Arınç’ın açıklamalarına bakmak, o rapsodik ruhu anlamak… Uzun bir alıntı yapacağım; o ruhu başka türlü anlatamam. Birkaç cümle Arınç’ın hareketli, parlak, canlı ve romantik ve stabil olmayan karakterini anlamamıza izin vermez:

“Biz dava arkadaşıyız. Kader birliği yapıyoruz. Benim hükümetteki sorumluluğum sadece bir bakan olarak bulunduğum anlamına gelmez. Ben sadece bakan değilim. Benim aynı zamanda özgül ağırlığım var. Bu özgül ağırlığım başkalarından farklıdır. Ben bir yerde bulunuyorsam sadece bir makam işgal eden bakan değilim. Ben partinin görüşlerini düşüncelerini, geçmişini, bugününü ve geleceğini temsil eden bir insanım. Herkes beni böyle değerlendiriyor. Meclis Başkanlığı yapmışım, demokrasi ve özgürlükler konusunda kendimi, ailemi siper etmişim. Gençliğimi, aşkımı, hayatımı bu yolda vermişim. Ben sadece bir bakan değilim. Kırmızı plaka meraklısı, koltuğa oturduğunda her şey bitti diyen bir insan değilim. Ben çok şeyi temsil ediyorum. Herkesin buna böyle baktığı bir noktada benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım."

"Sayın Başbakan buna dikkat eder. Bu en azından kul hakkıdır. Kul hakkı noktasında onun ne kadar dirayetli olduğuna ben inanırım. Onun özel hayatında bunu ne kadar önemsediğini ben hatırlarım. Ama hepimiz hata yapabiliyoruz. Ne duymuşsam onu dışarıda söyledim. Duymadıklarımdan sorumlu değilim. Duyduklarım ve bildiklerim, dışarıda ne söylediysem odur. Bundan dolayı üzülmüyorum, eksiklik hissetmiyorum, yanlış yaptığımı da düşünmüyorum. Ben açıklama yaparken hükümet sözcüsü olarak bir, hükümetimi düşünmek zorundayım, söylediklerim hükümetimi zor durumda bırakmamalı, işin sivil boyutu, güvenlik, siyaset boyutu var. Onları ambalaj haline getirmeliyim ki, hükümetim bundan bir yara almamalı. İkincisi, Başbakanımı korumak zorundayım."

"Açıklamamdan sonra en az dört bakanımdan teşekkür aldım. Bu meseleyi çok güzel izah ettiniz demişlerdi. Biz de evlat babasıyız, bir yaşantımız var. Toplumun da bir değerleri var. Bu değerlere uygun ne yaparsak ne konuşursak toplum bunu destekler ama bir de hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde bu söylediklerimizi ne kadar yapabiliriz. AB üyeliği sürecinde yaptıklarımızı da dikkate alarak bu feryatlarımızı nasıl bir hukuki düzenleme haline getirebiliriz, o kısmından emin değilim. Oradaki feryadı şudur: Bir, anneler, babalar, kız çocuklarımız ve erkek çocuklarımız yarın mahcup olacakları, utanabilecekleri, hayatlarında bir kara nokta olarak görebilecekleri bir tecrübe yaşamasınlar; iki, toplumun değer yargıları bundan zarar görmesin; üç, aynı apartmanlarda yaşıyoruz. O apartmanlardaki insanlar, böylesine belki de masumane sayılabilecek bir birliktelikte giren çıkan belli olmazsa gürültü patırtı olursa hatta örgüt ilişkisi sebebiyle birtakım ihbarlar yalan yanlış konuşulursa bu sefer zarar da görürler."

"Başbakan şüphesiz çok önemli meziyetlere sahip bir insan. Seçim üstüne seçim kazandı, büyük bir halk kahramanı. Başbakan çok büyük bir aile reisi, çok dindar, inancını çok iyi yaşayan, arkadaşlarına karşı çok vefalı, siyasette görevinin eri bir insan. Her siyasetçi açısından meseleye böyle bakmamız lazım. (Avukatlığı döneminde) Ağır ceza reisi hakimler, ‘sen söylüyorsan mutlaka doğrudur’ diyecek noktaya gelmişlerdi. Bana davalar gelirdi, ‘O adam satılmaz, eğilip bükülmez’ derlerdi. Hayatımı böyle de devam ettirmek isterim.”

"Her şeyin kabahat ve suç olmayabileceğini, ama toplumun değer yargıları, gelenekleri, örf ve adetleri içerisinde yanlış görünen unsurlar da olabilir. Başbakanımızın, çocuklarımızın üzerine titrerken söylemek istedikleri bence bu. Ama bunlar için yasal düzenleme yaparız, gerekirse yaparız demesi, arkasından bir valimizin (Adana Valisi Hüseyin Avni Coş) de hemen üzerine atlayıvermesi, durumdan vazife çıkarması bence çok doğru şeyler değil.” 

Koruma içgüdüsü dedelikten, benlik kaygısı da bencillikten değil dedelikten, onanma ihtiyacı romantikliğinden. Açıklamalar çok canlı ve hareketli, ancak… Başbakan Erdoğan’ı hafife alan bir çerçevede, kıyasıya eleştiriyor. Dede topu almış torunların ellerinden, kızmış…

Sükûnet, itidal, aile içi dargınlık, küslük açıklamalarından sonra Cumhurbaşkanı Gül’ün 10 Kasım törenlerinde yan yana oturan ikiliye “Bu fotoğraflar sizi kaydediyor.” şeklindeki sözleri, anlaşmazlığı eşitler arasına taşıdı.Dede-torun muhabbetinden çıktı konu. Arınç, ardından "Yıllardır bize düşmanca yayın yapan bazı köşe yazarları ve gazeteler şimdi methiyeler diziyorlar. Bunlar bizi saf mı zannediyor?" dedi. Karakterinin parlak tarafını öne çıkardı. Girişte anlattığım fotoğraftaki Arınç’a benzer bir karakter usulca hacmini büyüttü. Kendisini aşmıştı Arınç, istifa kışkırtmaları, görevden aldırma teşvikleri gırla gidiyordu.

Cemaat, Arınç’ın Gülen muhabbetini kullanarak olayları biraz daha dürttü. Dershanelerle ilgili soru almayan ve konuyla ilgili sorular gelince de “Diyarbakır’dan sonra konuşacağım!” diyen Arınç; Diyarbakır’da düğünde olmanın tadını çıkardı. Türkiye’nin düğünüydü Diyarbakır Düğünü, terörün bittiğinin ilanıydı. Barzani gelmişti, Şivan Perwer gelmişti, İbo gelmişti...

Arınç Diyarbakır’dan sonra lisan-ı hâlle konuştu. 17 Kasımda da Bismil’de Başbakan Erdoğan’la kol kola miting sahnesinde göründü.  Bütün kışkırtıcılar derin bir yas duygusuyla bunu gördüler.

Arınç’ın bu tavrını Erdoğan’ı yalnızlaştırmak operasyonunun bir parçası olarak tanımlayanlar, Arınç başka türlü davransaydı, haklı olabilirlerdi. Bu dede karakteri az daha büyük bir krize dönüşecekken, dönüşmesi engellendi.  Arınç’ın bundan sonraki politik geleceği dinlenmek, ara vermek ya da siyaseti külliyen bırakmak şeklindeydi. Partinin geleceğinde şahsî iddiası, tüzük gereği olamazdı. Peki şahsını öne çıkararak,  Başbakan‘ı hedefe koymasının nedeni neydi?

Başbakan Kızılcahamam istişare toplantısında Denizli’de öğrenci evlerinde kızların ve erkeklerin birlikte kaldığına dair haberlerden bahsetmiş ve buna müdahale edilmesi gerektiğini söylemişti. Basından kimsenin bulunmadığı bu toplantıdan sızan haber Zaman Gazetesi’nde yayınlandı. Arınç da Başbakan’la istişare etmeden haberi asparagas olarak niteledi. Ardından Başbakan, haberi doğrulayınca da zor durumda kaldı.

Dede ya; tedbîren böyle konuşup, kaydı olduğu iddia edilen konuşmanın içeriğini yalanlaması onu gerçekten zor durumda bırakmıştı. Bu zor duruma düşen de kendisiydi, ama o Başbakan’ı suçladı. “Ben çok şeyi temsil ediyorum. Herkesin buna böyle baktığı bir noktada benim yıpranmamam, hiçe sayılmamam lazım.” derken de onu söylüyordu bence. Yani “Ben yalanladıysam sen de yıpranacağımı düşünerek, sessiz kal!” diyordu. 

Konu Zaman Gazetesi’nin ellerindeydi ve uzunca bir süredir aleyhte delil toplayıp yayın yapan cemaat medyası vardı. Başbakan bu riski alamazdı. Sızdırmanın amacı da Erdoğan’ı yıpratmak ve hükümetten uzaklaştırmaktı. Açıkça böyle diyordu cemaat. Arınç’ın romantik dokusuna uyması mümkün değildi, uymadı da.

Medya Arınç’la cemaati işliyordu sürekli. Arınç’in Gülen’e bakışını unutmuşlardı. Şöyle demişti, çok daha önce:

"Muhterem Gülen hoca efendiyi Mayıs ayında ziyaret ettim. 3 saat boyunca neler konuştuklarımızı tek tek anlatacak değilim. Ben hoca efendiyi de yeni tanıyan biri değilim. Manisa'ya hizmet yapmaya geldiği ilk günden beri tanıyorum. Onu çok seven ve ondan hiç ayrılmayan da biriyim. Cemaat de kötü bir şey değil. Sosyolojinin bir varlığı. Cemaat birileri tarağından yanlış anlaşılır diye camia diyorlar. Ama bence hizmet kelimesi daha güzel. Fethullah Gülen siyasi bir kişilik değil. Hayatın her alanında büyük dernekleri, vakıfları var. Medyada, yazılı basında çok güçlüler. Ama tüm gördükleri Türkiye'nin hayrına yapılacak ne varsa onu yapmaya çalışıyorlar. Böylesine büyüyen bir camianın farklı sorunları olabilecektir. Farklı anlaşılmalar olabilecektir. Her zaman bu böyledir. Ne kadar genişler ve büyürseniz o kadar sorunlar çıkabilir. Biz RP'de, FP'de siyaset yaptım. Biz kitle partisi değildik. Biz RP'de, FP'de hangi sandıktan ne kadar oy çıkacağını bilirdik. Alaybey'de bilirdik ki bir sanıktan 3 oy çıkacak. 6 oy çıkınca bayram yapardık. Ama biz şimdi 300 seçmeni olan bir sanıktan 270 oy alınca normal görmeye başladık. Rahmetli Erbakan hoca kendine hedefler koymuştu. Hedeflere yöneliksiz siyaset yapınca karşıdakiler de reel siyasetle bağdaştıramıyordu. AK Parti kitle partisi oldu. Oyumuz yüzde 50. AK Parti farklı bir parti çünkü. 16 vekil çıkarılan bir ilde 355 tane aday adayı oluyor. Herkes kendi nefsini kardeşine tercih etsin dedim gidip. Güçlü parti iktidar olur kendime yer bulayım diye düşünüyorlar. Güçlü olanı herkes tercih eder. Baykal döneminin son döneminde çarşaflılara rozet takıldı. Mustafa Kemal'in partisiyiz biz diyenler bu noktaya geldi. Yüzyıllardır tarikat ve cemaat gerçeği vardır. Birkaç tane cemaat de değil ne cemaatler var.”

"Gülen hoca efendinin işaret ettiği noktalara büyük bir hızla koşan çok dürüst insanlar var. Ama onlarla birlikte bulunanların kafalarından farklı şeyler geçiyor olabilir. Bu da insanın doğasında var. Bunlar şu tarafa, şunlar bu tarafa laf söylemeye kalkarsa bu kötüdür. Hükümeti ve Tayyip Beyi, Abdullah beyi çok seviyor, onlara çok güveniyor Gülen hoca efendi. 12 Eylül 2010 referandumunda bu camianın kadını erkeği kapı kapı dolaştı ve oylarınızı evet olarak kullanın dedi. Bu öpülecek bir davranıştır. Biz bugün ne yapıyorsak 12 Eylül referandumundan aldığımız güçle yapıyoruz. Bu camiaya sadece bunun için yüzyıllarca hakkımızı helal etsek geri kalmayız. Seçimlerde büyük oranda AK Parti'yi destekliyorlar. Ama bu camia geçmişte farklı siyasi tercihlerde bulunmuş olabilir. Hükümetimizi bu kadar seven bir camiaya karşı bizim, bazılarının laf söylemesi ve ölçüyü kaçırması yanlış. Buradan oraya nasıl haber gidiyor, orası nasıl etkileniyor. Ben herkesin vicdanına bırakıyorum. Oradan laf getirenlerin, bir takım yanlış insanların yaptıklarını da doğru görmem ben. Camia ile hükümet arasındaki ilişkileri bozabilecek bir yarışa girmeye ihtiyacımız yok. Hükümetin muhalefeti vardır. Onlar bir şeyler söyleyecekler. Onlar da iyi niyetle ikaz ediyorsa bu hakkın onlar için de olduğuna inanırırm. Ama burada olan Sözcü Gazetesi'nde olduğu gibi değil, Ekrem'in burasına geldiği için yazmıştır ama bu taraftan da atılan tweetleri biliyorum. Ben ortada durayım. Bu tarafı seviyorum ama bu tarafın da içindeyim. Bu partinin kurucularından biriyim. Hükümet işi bizzat hoca efendinin sözüdür: “Hikmeti hükümete karışmak doğru değil”. Bazı şeyleri bahane ederek hükümetin icraatlarını yüksek perdeden eleştirmek ve birilerini sevindirmek doğru değil. Bütün güçlüklere rağmen başbakan bu ülkeyi çok güzel yönetiyor. Bakmayın burada böyle söylediklerine bunu muhalefet de kabul ediyor. İsim belirterek ya da ima ederek partinin önemli kişilerini yerden yere vurmak çok yakışık almıyor. Biz ilişkilerimizi en iyi şekilde götüreceğiz. Başbakanımız Hoca efendiye karşı çok güzel hisler içinde ama hikmeti hükümetin başında."

Uzunca bir çalışma yaptım, ama değmiştir diye düşünüyorum.  Türkiye’de barışın düğünle geldiği 16 Kasım 2013 günü, Diyarbakır Düğünü’nde Arınç başka türlü cevap veremezdi değil mi?

Arınç, Rapsodia ve Diyarbakır Düğünü bazılarının kursağında heves kurutacak, üzülsünler artık ne diyelim. Biz partinin dedesine mutlu bir hayat diyelim. Bu yazıyı da bulup okursa,  gülen gözleri hep gülsün diye ettiğimiz duayı görür... Görmezse de, biz onu hatıralarını yazan ‘rapsodik dede’ olarak hatırlamak istiyoruz, biri ona bu isteğimizi ulaştırsın.



Arif Şahin, 17.11.2013, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 27




Not: 18 Kasım pazartesi... Bakanlar Kurulu Toplantısı sonrası, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç: "Ben görevimin başındayım. Benim hiçbir davranışım, benim hiçbir eylemim hükümetime ve başbakanıma zarar vermemeli." 

Seçkin Deniz Twitter Akışı