18 Kasım 2013 Pazartesi

SA480/AS44: Hikmet ve Sanal-Mekanik Hayatlar

"Perdeleri örenleri suçlamakla varacağımız bir yer yok. Bizi inkârcılardan ayıran çok az şeyimiz var."


New York’ta Kasırga-Hortum Terörü - NYC: Tornado Terror- filmini izlerken zihnimde önceki zamanlardan ve deneyimlerden biriken düşüncelerin birdenbire yumrulaştığını fark ettim. Film, küresel ısınmadan kaynaklanan tepkimeler sonucunda atmosferin çift katmanlı bir konuma geçişi ve bu geçişin New York şehri üzerinde oluşturduğu hortum-kasırga etkileri ile mücadele konsepti içinde kurgulanmış mekanik, kuru bir film. Birkaç kahramanlık ve babalık duygusu dışında hiçbir mekanik olmayan örgüsü bulunmayan bu film’in düşüncelerimde neleri yumrulaştırdığını anlatacağım. Zihnim bu yumru’yu hazmedemedi . Anlatma sebebim belki de bu hazımsızlığın bulaşıcı olmasını istememdi. Ki; bu inanmış bir insan için hazmedilebilecek bir şey değildi; olmamalıydı.
***
Gece’nin dinlenmeye ayrılan kısmından gündüzün çalışmak/öğrenci olmak için parsellenen bölümlerine kadar, yaşayan insanın bir bütün olarak yirmi dört saati vardır. Bu yirmi dört saat -uyumanın bazen ne kadar müşkil bir durum olduğunu düşünürseniz- uyuyan insanı da kapsar. İşte bu yirmi dört saatin tamamında büyük bir ihtimalle hepimiz sanal-mekanik bir gereklilikler zincirinin kurbanları olarak yaşıyoruz. Hayatlarımız işimizle, eğlencemizle ve diğer kaydı sabit isteklerimizle sürüp gidiyor. Günler birbirine ekleniyor ve sanal-mekanik gereklilikler(!) sonucunda doğduğumuz zamandan çok sonra aynı sanal-mekanik gereklilikler koşusunda ölüp gidiyoruz.
***
Ekranların, resimlerin ve yazıların kaldırıp bize gösterdiği hemen hemen bütün materyallerde öne çıkan kişilerin dudaklarından dökülen modern hayatlara dair kıvrımların derinliklerine sinmiş olan o kendini beğenmiş tavrı, kibri ve o mekanik ‘her şeyi kendinden menkul’ minnetsizliği gördüğümde, acaba derim,” bu eleştirdiğim tasvirden ben muaf mıyım”?,”Yaşayan insanlardan herhangi birisi muaf mı?” Şeytan’dan insana bulaşan bu sanal-mekanik duruşun yakıp kavurduğu Firavunları, Nemrutları her gün her yerde karşımızda görüyoruz biz. Karşıya baktığımız gibi kendimize baktığımız aynada da görüyor muyuz? İşte zihnimdeki yumru buydu.
***
“Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar” -Bakara 269-
***
Akıl sahipleri miyiz? Hayatımız süresince doğru ile yanlışı birbirinden ayırabildik mi? Şu an da yaşadıklarımız doğru mu? Yaşadıklarımız doğru olanla mı uyumlu, yoksa biz öyle mi sanıyoruz? Öyle sandığımız için mi sanmaktan üreyen sanal bir hayata sahibiz? Sanal düzlemin koşullarına uygun sanal birimler mi oluşturduk hayat ünitelerimizin mekanik olmayan bölümlerinde? 0 ve 1 ‘den başka bir şey olmayan sanrıların hayatımızdaki lekeleriyle aklımızdan utanmadan acımasızca sanallaştık mı? Kısa boylu dünya serüvenimizde kendimizi sonsuz bir gerçeğe hazır hissediyor muyuz? Sanmıyorum.
***
Acımasız değilim. Akletmeye çalışıyorum. Cehennem alevlerinin yükselişini örten perdeleri aralamaya çalışıyorum. Bir insanın Dünya’da ‘gerçek’ten uzakta tutulmasının ne kadar kolay olduğunu görüyor ve her bir perdenin onu ören insanla, onun ardına saklanan insanı gerçekten uzaklara kaçırdığını, her bir kaçışın yeni perdeler ördürdüğünü ve insanın gide gide sanal-mekanik bir hayat çerçevesi çizerek onun içine yerleştiğini biliyorum. Gerçek’ten uzağa kaçarak kendilerinden kaçabileceğini sanan insanlar olarak bizler, sandığımızdan daha katı, kaskatı bir gerçekle yüzleşeceğimiz güne hazır mıyız?
***
“Herkesin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah, sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Allah, kullarını çok esirgeyicidir” -Âl-i İmran 30-
***
Perdeleri örenleri suçlamakla varacağımız bir yer yok. Bizi inkârcılardan ayıran çok az şeyimiz var. Ama bu az şeylerimiz bile bizi bir başkasına karşı minnetsiz hale getirmeye yetiyor; kendimizi gerçeği bulmuş ve anlamış sayıyoruz. Kıldığımız namazların, tuttuğumuz oruçların, verdiğimiz zekâtların, sadakaların, dudaklarımızda tuttuğumuz tesbihât’ın bizi diğerlerinden ayıracağını düşünüp kabulleniyor ve farkına varmadan çirkin bir kibrin derinliklerine doğru yol alıyoruz. Bize öğretilen bu çerçevede aklımızın nefsimize boyun eğerek bizi sürüklediği yerde yeni ve bize özel mekanik-sanal hayatlar yaşıyoruz. Aklımız, mekanik öğretilerle şekillendiriyor ruhlarımızı ve biz ‘yeterince iyi bir müslüman’ olarak ölmeyi bekliyoruz. Sanarak bekliyoruz. Sandığımız şeylerin arkasına sığındığımızda sık sık yüzleşmekten kurtulamadığımız kibri fark edip zihnimizden kovuyoruz. Hacc ile çektiğimiz bedenî- maddî külfeti tüm günahlarımıza keffâret sayıp, kimi zaman arsızca kimi zaman da kibrin çirkin ellerinde kıvranarak böbürleniyor ve bunu hak sanıyoruz. Bunu Hak’tan sanıyoruz.
***
Yirmi dört saatimizin tümünde Allah’ı farkına vararak anmakla mükellefiz. O’ndan saklayabileceğimiz hiçbir şey yok. İftitah Tekbiri’nden ve selam vermekten başka bir şey hatırlamadan kılıp bitirdiğimiz namazımız ile varıp gideceğimiz yer, üşene üşene kalktığımız sahurdan iftar’da yiyeceğimiz şeyleri planlamaya/temin etmeye dönen açlığımız olacaktır. Gözlerimize takılan güzelliklerin(!) nefsimize gördürdüklerine heyecanla bakıp duran düşüncelerimizin, bir ileri bir geri gidişinde bilerek ve isteyerek perdelediğimiz gerçek, Allah’ın bizi her an gördüğü ve duyduğu gerçeği değil midir? Dudaklarımıza tutunup mekanik gerekliliklerle tekrarlanan şeyleri biz kendimiz duyuyor muyuz? Onlar bizim Allah’ı anmamızın delilleri olacak kadar saf-temiz yaşandılar mı? Ya da biz yaşadıklarını mı sanıyoruz? Akletmekle mükellefiz, kendimizi aldatmakla değil.
***
De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” -Âl-i İmran 29-
***
Çalışıyoruz; çalışmayı ibadet sayarak. Ama çalışmak için de ibâdetlerimizi erteliyoruz. Üşeniyoruz vakitler üst üste bindiğinde ve yorgun argın gelip dökülüyoruz nefsimizin isteklerinin dibine; onun emriyle önünde diz çöküyoruz. Sebepler üretiyoruz nefsimizin ve şeytan’ın emrine verdiğimiz aklımızla. Servet ediniyoruz, servetimizle övünüyor ve biriktirmeye devam ediyoruz. İsteklerimiz kadınlarımızı eskitiyor ve taze kadınlar arıyoruz. Geçinmek için bize verilen sınırları aşıp duruyoruz günler birbirini kovalarken. Sanıyoruz; Gerçek bizim içimizde.
***
“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” -Âl-i İmran 14-
***
Allah’ın Rızâsı’na tâlip oluyoruz, cennetin çekiciliğine kapılıp cenneti istediğimizi saklayarak. Zekâtlarımızı ve sadakâlarımızı bir kuyumcu titizliğiyle hesaplayıp öderken, malımızın eksileceğinden korktuğumuzu saklıyoruz. Duâlarımızda, mülk sahibinden cenneti diliyoruz. Cennet’i dilerken Dünya’da tesis etmeye çalıştığımız cennetimizi unutuyoruz. Günâhlarımız günbegün artarken utanmıyoruz, sakladığımız gerçeklerden. İstedikçe istiyor ve ellerimizi sımsıkı yapıyoruz.
***
“De ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir. “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir. -Âl-i İmran 15,16,17-
***
Yıllarımız yaptığımızı sandığımız iyiliklerle dolu gibi geliyor bize. Bize benzemeyen düşünceleriyle yaşayanlar gibi yaşamaya devam ettiğimizi görmüyoruz. Aklettiğimizi sandığımız vakitlerde de onlar gibi televizyon izliyor, kitap okuyor ve sanatla meşgul oluyoruz. Bir yanımız ateş korkusuyla doluyken diğer yanımız özendiğimiz modern karakterlerin kötü birer kopyası olmaya devam ediyor. Bize fayda getirmeyen bilgilerle hikmeti öğrenmeye çabalıyor ve çabaladıkça da hikmet sandığımız yanılgılar çukuruna batmaktan kurtulamıyoruz.
***
İnsanlığın geçmişte defalarca kez felâketlerle helâk edildiğini unutuyor, bu felâketlerin birer ceza olduğunu söylemekten çekiniyoruz. Kendi sanal dünyalarında her şeyi mekanize edenlerin bize ‘gerici’ demelerinden ürküyor; biliyor ama söylemiyoruz:” Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?” -Kamer 51- uzlaşma ve modernleşme adına gerçeği anlatmaktan kaçıyoruz: “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir” -Âl-i İmran 19-
***
Sandığımız şeyleri atalarımızdan devraldık, ama biz kendi bilgimizle devraldıklarımızı sınamıyor; kendi köhne nefsimizle kendimizi aldatmaya; hikmeti, sanal-mekanik hayatlarımızın içinde arayarak yanılmaya devam ediyoruz.



Alper Selçuk 04.05.2009, Antiseptik Anafor 6

Alper Selçuk Yazıları

Seçkin Deniz Twitter Akışı